X

Öz şefkat, varlığınızın değerini fark etmenize yardımcı olabilir mi?

Aynaya bakıyorsunuz ve camdan size yansıyan görünüşünüzü sevmiyorsunuz. Bu belki o anlık bir şey ya da her aynaya baktığınızda düşündüğünüz, canınızı sıkan bir durum. Hangisi olursa olsun, hemen hepimiz aynalardan kaçmak istediğimiz anlar yaşamışızdır sanırım. 

Günümüzde gerek güzellik “endüstrisinin” gerekse medyanın baskın olarak verdiği mesaj açık: Bedeniniz olduğu haliyle yeterince iyi değil, onu değiştirmelisiniz. Neyse ki bunu yapmanın “mucizevi” yollarını da sunuyorlar, hem de bedenlerimizin “öncelerini” ve “sonralarını” kanıtlayarak. Günümüzde cinsiyeti fark etmeksizin herkeste kilo verme, kırışıklarını giderme, saçlarını boyama ve daha çekici görünme baskısı yaratılıyor.

Kilo verdireceği vaadiyle “kurgulanan” kısıtlayıcı diyetler bir yandan, kırışıklarımız ya da saçlarımız için üretilen kozmetik ürünleri diğer yandan önümüze itiliyor. Bu baskı sosyal medya içerikleriyle daha da ezici hale gelebiliyor ve kendimizi durmadan bir başkasıyla karşılaştırırken bulabiliyoruz. Kim ne yemiş, ne kadar yemiş ya da yememiş, bu elbise kime daha fazla yakışmış, kimde büyük bir hayal kırıklığı yaratmış? Gün geliyor yediklerimiz ya da yemediklerimiz ölçüsünde “masum” ya da “yaramaz” oluyoruz. Çoğu durumda daha “güzel” bir benlik arayışı çeşitli genetik ve çevresel faktörlerin de etkisiyle yeme bozukluklarına davetiye çıkarıyor. Yeme bozukluklarının ölümcül fiziki ve ruhsal rahatsızlıklar olduğunu daha önce de bu sayfalarda söylemiştik, hatırlarsınız belki…


Resim: Olukus

Siz de kendinize böyle eziyet ediyorsanız, bedeninizi değiştirmeye çalışıyor ve onu aslında asla rahat edemeyeceği, ona ait olmayan bir şekle sokmaya çalışıyorsanız ve kendinizi sürekli suçlayıp “yetersiz” görüyorsanız hiç de nazik, hiç de şefkatli biri değilsiniz. En azından kendinize karşı. Evet, öz şefkatten bahsedeceğiz çünkü özellikle de kendimizle daha bir baş başa kaldığımız, günün çoğu vaktini evlerimizde geçirdiğimiz bu zorlu zamanlarda öz şefkate belki eskisinden daha da fazla ihtiyacımız var. 

Berkeley Üniversitesi’nin bir yayınında okuduğum makalede öz şefkat ile bedenlerimize bakış açımız arasındaki ilişkiyi inceleyen iki çalışmadan bahsediliyor ve bu çalışmalardan edinilen görülere göre öz şefkat bedenlerimize daha nazik yaklaşmamızda bize yardımcı oluyor. 

Bu araştırmalardan ilki yaşları 18 ila 75 arasında değişen kadınların işbirliğiyle yapılmış ve onlardan kendilerine gösterdikleri şefkat ve değer hakkında yorumlar yazmaları, bunları etkileyen faktörleri sıralamaları istenmiş. Ayrıca, gerek medya gerek çevremiz tarafından bedenlerimizi değiştirmemiz gerektiği yönündeki dayatıcı mesajların yeme bozukluklarına neden olabileceğini göz önünde bulunduran araştırmacılar, kadınlara bedensel algıdan sakınma davranışlarında bulunup bulunmadıklarını da sormuşlar. Diğer bir ifadeyle, bedenlerinin görünüşünden duydukları hoşnutsuzluk yüzünden belli kıyafetleri giymekten veya sosyal etkinliklere katılmaktan kaçınıyorlar mı ya da partnerleriyle cinsel yakınlık kurduklarında bedenlerinden utanıyorlar mı, bunları öğrenmek istemişler. 

Sonuçlar pek şaşırtıcı olmamış aslında; değerini görünüşüne (ya da aynada gördüğünü sandığı aksine) bağlayan kadınlar bu tür davranışlara daha sık başvuruyor ve kendilerini şefkatten mahrum bırakıyorlar. Öte yandan, öz şefkati daha fazla içselleştirebilmiş kadınlar kendilerine bedenlerinin görünüşü ya da başarıları ve başarısızlıkları ölçüsünde değer biçmiyor, aksine iyi günlerini de kötü günlerini de yüksek bir benlik farkındalığıyla geçiriyorlar. Öz şefkatini sağlamlaştıramamış kadınlar ise bedenlerini ne yazık ki çarpıtılmış ve gerçekçi olmayan şekillerde algılıyorlar. 

Araştırmanın sorumlusu Peta Stapleton da öz şefkat ve yeme bozuklukları arasındaki ilişkiye dikkat çekmek için bakın ne demiş: “Öz şefkat, yeme bozukluklarından iyileşmek için uygulanan tedavilerde çoğunlukla gözden kaçırılan bir çare. Hâlbuki yeme bozuklukları olan insanları daha hızlı ve daha erken iyi etmenin önemli bir durağı da öz şefkat olabilir.

Okuduğum yazıda bir araştırmadan daha bahsediliyordu. Bu çalışmada öz şefkatin beden algısı üzerinde olan etkisinin erkeklere nasıl yansıdığına dair görüler elde etmek amaçlanmış. 

Araştırmaya katılan ergenlik çağındaki kız ve erkek çocuklarından kendilerine gösterdikleri öz şefkati derecelendirmeleri ve kendilerini zayıf ya da kilolu görüp görmediklerini, görünüşlerinden memnun olup olmadıklarını ve kendilerini ne kadar sıklıkla başkalarıyla karşılaştırdıklarını ifade etmeleri istenmiş. 

Verileri analiz eden araştırmacılar, yüksek öz şefkat seviyelerinin hem erkek hem kız ergenlerde daha olumlu bir beden algısı oluşmasına yardımcı olduğunu ama öz şefkati oluşturan unsurların farklı yollarla şekillendiğini saptamışlar. Bu noktada, öz şefkatin unsurlarından kısaca bahsedelim ki araştırmanın sonuçlarını daha iyi anlayalım. 


Resim: Aurea

Öz şefkat ifadesini literatüre kazandıran kişi Kristen Neff. Diyor ki öz şefkati başlıca üç şey oluşturur. Birincisi, kendinize karşı nazik misiniz? İkincisi, insanlığa ait ortak hissiyatı fark ediyor musunuz? Ve üçüncüsü kendinize farkındalıkla yaklaşıyor musunuz? Öz nezaketten kastımız, kendimize nezaketle yaklaşmak; eleştirel ve yargılayıcı düşünceleri üzerimize boca etmek yerine duygularımızı, acımızı ve tecrübelerimizi anlamaya çalışmak. İnsanlığa ait ortak hissiyat derken acıların ve sevinçlerin, yani tüm tecrübelerin insanlığa ait olduğunu, herkesin benzer şeyler yaşayıp hissettiğini, dolayısıyla sıkıntılarımızda tek başımıza olmadığımızı anlamak. Farkındalık -ki bence en önemlisi bu, çünkü kendimizle yüzleşmeyi gerektiriyor- yaşantılarımızı o anda ve o yerde sahiplenmek, ama onları yadsımamak, acımızı küçümsememek ya da büyütmemek. İşte, Kristen Neff’e göre kendimize de sevdiğimiz bir dosta olacağı gibi anlayış ve öz şefkatle yaklaşmak bu üç yolda yürümeye bağlı. 

Araştırmaya geri dönersek, kızlarda öz şefkat ile beden algısı arasındaki ilişkide öz şefkatin yukarıda bahsettiğimiz üç unsuru da değişen seviyelerde belirleyici rol oynarken erkeklerde yalnızca benlik nezaketinin beden algısını etkilediği gözlenmiş. Yani, farkındalıkla yaklaşmak ve ortak insanlık hissiyatı erkeklerin beden algılarını şekillendiren unsurlar arasında değilmiş gibi duruyor. 

Araştırmanın sorumlusu Rachel Rodgers bu bulguların ne anlama geldiğini daha iyi anlamak için destekleyici çalışmalar yapacaklarını ifade etse de kişisel yorumu şöyle: “Öz nezaket, beden algısı hakkında öz şefkatin en belirleyici unsuru olarak öne çıkıyor ve bunun nedeni de muhtemelen kendimize nazik bir şekilde yaklaştığımızda eleştirel tutumları ve sert yargılamaları bir kenara bırakıyor oluşumuz.

Öz şefkat, esasen kendimizle arkadaş olma becerimiz. 

Bu ne demek? Bir arkadaşınız size geldi, zor günlerden geçtiğini söyledi. Nedenini anlattı. Kendini suçlamaya, kendine yüklenmeye başladı. Değer verdiğiniz ve sevdiğiniz biri bu kişi; dahası yaşadığı olumsuzluğu bu derece üstlenmekle kendisine haksızlık ettiğini, bunun öz şefkat yoksunluğundan kaynaklandığını görebiliyorsunuz. Onun acısını paylaşırken nasıl konuşursunuz? Nasıl yaklaşırsınız ona?

Şimdi o arkadaşınızın yerine kendinizi koyun. Kendinize nasıl davranırsınız? Böyle zor zamanlardan geçerken nasıl davrandınız kendinize? Neler dediniz ya da duyması gereken nelerden mahrum ettiniz kendinizi?

Öz şefkat, kişinin kendine de sevdiği birine davrandığı şekilde davranmasıdır. 

Kendine de ihtiyacı olan desteği, anlayışı ve şefkati göstermesidir. 

Öz şefkati, kişinin başarılarından dolayı kendine duyduğu beğeni ya da saygınlıkla karıştırmamak önemli. Çünkü öz şefkatin verdiği güzel duygular, özel ya da başarılı olmamıza veya hedeflerimize ulaştığımız ölçüde değerli olduğumuzu düşünmeye bağlı değil. Aksine, sırf bu dünya üzerindeki varlığı için kendimize değer veriyor oluşumuzla ilgili; öz şefkatli biri kırılgan ve savunmasız ve kusurlu olduğunu ama tam da bu haliyle muhteşem bir varlık olduğunu bilir.

Öz şefkatiniz varsa o başı sonu olmayan ve insanı yiyip bitiren karşılaştırma oyunlarına girmezsiniz yani kendinizi başkalarında gördüklerinizle kıyaslamaz, aksine onlarla paylaştıklarınızın önemini fark eder, bu paylaşımları varlığınıza katıp kucaklar ve hayatınızı kökleri daha derinlere inen ilişkilerle sürdürürsünüz. Belki en güzeli de öz şefkatin işler yolunda gitmediğinde sizi yalnız başınıza bırakmamasıdır. Böyle durumlarda kendinize olan saygınlığınız ya da güveniniz temellerinden sarsılabilir ama öz şefkatiniz işte tam da o zor zamanlarda -başarısızlıklarda ya da yetersiz olduğunuzu hissettiğinizde- değerinizi size yeniden hatırlatır. 

Kaynaklar:

https://greatergood.berkeley.edu/article/item/can_self_compassion_help_you_love_your_body
https://self-compassion.org/
Zeynep Selvili – Öz şefkat nedir?

İlginizi çekebilir: Öz saygı ile yeme bozuklukları arasında nasıl bir ilişki var?

Burcu Uluçay: Sözcüklerle, cümlelerle dahası dille uğraşmayı hep sevdim. Bunun üniversitede mütercim tercümanlık okumamda önemli bir payı oldu. 2012’de Marmara Üniversitesi’nden mezun olduğumda bir sene kadar çeşitli alanlarda çevirmenlik yaptım. “Şirket-bazlı” çevirmenliğin pek bana göre olmadığını anlayınca daha “naif” bir yönü olan yayıncılık dünyasına yöneldim. Fakat The University of Westminster’da Cultural and Critical Studies (Kültürel Çalışmalar) yüksek lisans programını burslu okuma şansı kapımı çalınca –pırrr– Londra’ya uçtum. 2014’te elimde afili diplomamla yurda döndüm. Ama yalnız değildim: Ben ve anoreksiya nervoza birlikte gelmiştik! Londra’ya gitmeden de ufak ufak “yoldayım” dese de pek aldırış etmediğim bu yeme bozukluğu artık sağlığım başta olmak üzere tüm hayatımı etkiliyordu ve kendisini yenmek için halen mücadele veriyorum. Bir taraftan asıl mesleğimi yani çevirmenlik ve editörlük çalışmalarımı sürdürsem de altı aydan uzun bir zamandır tam zamanlı işim buymuş gibi anoreksiya nervozadan iyileşmeye çalışıyorum. Yeme bozukluklarının nedenlerini, tedavi yollarını, iyileşen hastaların öykülerini ve güncel araştırmaları didik didik edip okumaya başladığımda tüm isteğim kendimi bu azaptan kurtarmaktı. Fakat zamanla yeme bozuklukları hakkında Türkçe yazılmış kaynakların İngilizcedekilere göre yetersiz kaldığını gördüm. Üzücü değil mi sizce de? Hele de yeme bozuklukları dünyanın hemen her yerinde bütün yaş grupları için gittikçe tehlikeli bir hal alırken. Tabii bir de yeme bozukluğu yaşayan kişilerin ailelerini, yakınlarını, arkadaşlarını düşünmek lazım. Sevdiklerine yardımcı olmak için daha güvenilir ve güncel içeriklere ulaşsalar ne güzel olur! Böylece önce kendi ailem ve yakınlarım için okuduklarıma dayanarak çeviriler ve derlemeler yapmaya başladım. TEDTalks’ta yeme bozuklukları, kaygı bozukluğu, yoga ve meditasyon gibi konularda ilham verici konuşmalar olduğunu biliyordum çünkü hemen hepsini izlemiş/dinlemiştim. Aralarında Türkçe altyazı çevirisi olmayanlar vardı. TEDTalks’un gönüllü çevirmenler projesine dâhil olup çeviriler yaptım. Sonra blog açma fikri geldi. Blogumda hem yabancı kaynaklardan edindiğim bilgileri hem de kendi deneyimlerimden yola çıkarak yazdığım içerikleri paylaşmaya başladım. Yazdıkça yazdıkça anladım ki paylaşmak ihtiyacım varmış. İtiraf etmek. Yeme bozukluklarının ciddi bir zihinsel rahatsızlık olduğunu, dahası bunu bizim “seçmediğimizi” bilin demek. Böyle böyle Uplifers’la yollarımız keşişti. Yeme bozuklukları hakkında yerleşmiş yanlış düşünceleri değiştirmek için buradaki birlikteliğimizden aldığımız güç önemli bir adım olsun. Yeme bozukluklarının zihnimize işkence eden kötücül sesine birlikte “dur” diyebileceğimize inanıyorum! Bana buradan ulaşabilirsiniz: burcu.ulucay@yahoo.com Bloguma göz atmak isterseniz: https://sahteseslereelveda.wordpress.com/

‘Evdeki herkes barista’: Bosch VeroBarista ile kahve deneyiminizi zirveye taşıyın

Kahve, şüphesiz ki pek çoğumuz için lezzetli bir içecekten çok daha fazlası; adeta bir tutku, bir ritüel… Sabahın ilk ışıklarında enerji veren, gün içindeki küçük molalarda kendimizi şımartmamızı sağlayan, bazense sohbetlerin tadını ikiye katlayan en keyifli eşlikçi. O yüzden günün farklı anlarını, farklı kahvelerle taçlandırmak gibisi yok; ne de olsa her anın kendine has bir kahvesi var. Güne enerjik bir başlangıç yapmak için yoğun aromalı bir americano ya da gün içinde en sevdiğimiz tatlının yanında yumuşak içimli bir cappuccino en iyi seçim olabilir.



Peki ya bu seçimlerimizi evde barista ustalığıyla hazırlayabilir miyiz? Elbette. Bosch Tam Otomatik Kahve Makinesi VeroBarista ile günün her anına ve her damak tadına uygun lezzetli kahveler hazırlamak mümkün; çünkü VeroBarista ile evdeki herkes barista. Her fincanınızı ustalık eserine dönüştürmeye hazırsanız, işte VeroBarista ile yapabilecekleriniz:

Kahve çekirdeklerini dilediğiniz gibi öğütebilirsiniz

Barista ustalığında lezzetli kahveler hazırlayabilmenin ilk adımı, kahve çekirdeklerini doğru bir şekilde öğütmekten ve tazeliği korumaktan geçiyor. Güzel haber; VeroBarista tüm bunları sizin için yapıyor. CreamDrive, yüksek kaliteli seramik kahve öğütme ünitesi ve özel aroma koruyucu çekirdek haznesi ile günün her saati taze çekilmiş kahve çekirdekleriniz hazır.

Üstelik çekirdek öğütme inceliğini de dilediğiniz gibi ayarlayabilirsiniz. Arka arkaya iki öğütme ve ısıtma sayesinde ekstra güçlü kahvenizi tadı daha az acı olacak şekilde hazırlayabilirsiniz. AromaDouble Shot Fonksiyonu ile kahve aromasından ödün vermeden ekstra yoğun kahveler hazırlamak da mümkün. E bir barista daha ne ister, öyle değil mi?

Farklı anları, farklı kahve çeşitleriyle taçlandırabilirsiniz

Taze çekilmiş kahve çekirdeklerinin mis kokusunun yanı sıra kahve hazırlamanın en güzel yanlarından biri de hiç şüphesiz her damak zevkine uygun farklı seçenekler yapabilmek. Sert tatları sevenler, yumuşak içim tercih edenler ya da daha eğlenceli köpüklü bir şeyler arayanlar… VeroBarista’da herkes için bir şeyler var. Cappuccino, flat white, latte macchiato, sütlü kahve, OneTouch Function ile hepsini tek tuşla hazırlayabilirsiniz. Dahası, yoğun tatları seviyorsanız americanonuz da VeroBarista ile hazır.

Belirtmekte fayda var ki; bir barista ustalığında kahve hazırlayabilmek için özellikle sütlü kahvelerde doğru lezzeti yakalayabilmenin en önemli sırrı sütün sıcaklığını ve kıvamını doğru ayarlayabilmek. Neyse ki VeroBarista, ideal demleme sıcaklığı konusunda tam bir usta. Sütlü kahvelerde bile mükemmel sıcaklığı yakalıyor, süt köpüğü ve sıcak su hazırlama seçenekleri ile her kahve türünü lezzetten ödün vermeden hazırlıyor. Ayrıca sütlü kahveleriniz için de hortumlu süt adaptörü sayesinde esnek çözümler sunuyor. İster kutudan, ister şişeden, ister kendi termosundan süt alın, VeroBarista ile sonuç hep aynı; hep mükemmel.



Kişisel tercihlerinizi kaydedebilirsiniz

Geçek bir barista kahve hazırlarken mutlaka kişisel dokunuşlarıyla fark yaratır; VeroBarista da evdeki herkesin kendi ‘barista’ dokunuşunu ekleyebilmesi için kişiselleştirilmiş tercihlere göre 4 adede kadar favori kahve kaydedebilme özelliğine sahip. Böylece her yudumda tam da istediğiniz gibi bir lezzete kavuşabilirsiniz. Ayrıca evinizde baristalığı başkasına devretmeniz gereken anlarda da kahvenizin yine tam istediğiniz gibi hazırlanacağından da emin olabilirsiniz 🙂 Sıfır risk, bol lezzet…

En sevdiğiniz kahveyi, en sevdiğiniz fincanda içebilmeniz için de VeroBarista üstüne düşeni yapıyor ve yüksekliği ayarlanabilir kahve çıkışı sayesinde 15 cm yüksekliğe kadar ayarlanabiliyor. En uzun latte macchiato bardaklarınızı bile rahatlıkla kullanabilirsiniz.

Zamandan ve enerjiden tasarruf edebilirsiniz

Kahve hazırlarken lezzet kadar önemli bir şey daha varsa; o da şüphesiz ki zamandan ve enerjiden tasarruf edebilmek. VeroBarista, minimum ısınma süresiyle 45 saniye gibi çok kısa bir zamanda kahvenizi hazır hale getiriyor. Ayrıca her kahveden sonra autoMilkClean süt temizleme sistemi ile tam otomatik temizlik sunuyor ve kolayca çıkartılabilir damlama tepsisi, kahve posası kabı ve süt ağızlıkları bulaşık makinesinde yıkanabiliyor. Yani kahve keyfiniz bittiğinde sizi temizlikle hiç yormuyor. Ve son olarak ZeroEnergy Auto-off otomatik kapanma özelliği ile belirlenen saatten sonra enerji tasarrufu yapmak için kapanıyor, sizi düşündüğü kadar çevreyi de düşünüyor. Kim hem çok lezzetli kahveler yapan hem de akıllı özellikleriyle kahve hazırlamayı mükemmel bir deneyime dönüştüren böylesi bir yardımcıyı evinde istemez ki?

Siz de evinizin baristası olmaya hazırsanız, en lezzetli kahveleri kendi damak tadınıza göre ayarlamak ve her defasında mükemmel sonuçlar elde etmek için hemen tıklayabilir, VeroBarista ile tanışabilirsiniz.

*Bu yazı Bosch katkılarıyla hazırlanmıştır.





21 Günde Ustalaş: Hayatınızı dönüştürmenin kısa rehberi

Günümüz dünyasında insanlar hızlı ve etkili çözümler ararken, uzun vadeli değişikliklerin ne kadar süre gerektirdiği sorusu akıllarda yer ediyor. Araştırmalar, bir alışkanlık kazanmanın 21 günlük bir süreç olduğunu belirtiyor. Bu gerçek, “21 Günde Ustalaş” serisini şekillendiren temel düşünce. Omega Yayınları’nın yayımladığı ve Marie-Claire Carlyle, Leon Nacson ve David A. Phillips gibi alanında prestijli yazarların katkıda bulunduğu seri, hayatın farklı alanlarında bir dönüşüm yaşamak isteyen okurlara kısa ama derinlemesine bir yolculuk sunuyor. Peki, bu serinin her kitabı, okura nasıl dokunuyor? Gelin, seriye birlikte göz atalım.



Marie-Claire Carlyle-Para Mıknatısı: Zenginliğe Giden Yolda Bir Yol Haritası

Serinin ilk kitabı olan Para Mıknatısı, parayla olan ilişkimize yeni bir perspektif getiriyor. Carlyle, paranın sadece maddi bir unsur olmadığını, aynı zamanda kişisel değerimizin ve başkalarına sunduğumuz katkının bir yansıması olduğunu öne sürüyor. Kitap, okuyucuları “zengin” olmanın ötesine taşıyarak, yaşamlarında gerçekten neye değer verdiklerini sorgulamalarına yardımcı oluyor. Paranın bir enerji olduğu fikri üzerine kurulu bu kitap, hayata daha fazla refah çekmek isteyenler için önemli adımlar sunuyor. Okur, mevcut finansal alışkanlıklarını gözden geçirmeye ve “para mıknatısı” olma yolunda ilerlemeye davet ediliyor. Carlyle’ın dili basit ama etkileyici. Kitap, “Paranın Değeri” ve “Niyet Etmenin Gücü” gibi bölümlerle, paraya olan bakış açınızı tamamen değiştirebilir. Ancak bu kitap, sadece bir kişisel gelişim kitabı değil; alışkanlıkları kökten dönüştürmek isteyen herkes için bir rehber niteliğinde. Para ve refah konusunda mevcut düşünce kalıplarını yıkmak isteyen okurlar için güçlü bir başlangıç noktası sunuyor.

Leon Nacson-Rüyalar: Bilinçaltınızı Keşfetmek İçin Bir Araç

Serinin ikinci kitabı olan Rüyalar, sadece uyku sırasında yaşadığımız olayların ötesinde, bilinçaltımızın derinlerine bir yolculuk yapmamıza yardımcı oluyor. Nacson, rüyaların anlamını çözebilmek için onları hatırlamanın önemini vurgularken, okuyuculara kendi rüya günlüğünü tutmanın faydalarından bahsediyor. Modern yaşamın karmaşasında, rüyalarla ilgili sembollerin ve temaların nasıl çözüleceğine dair pratik bilgiler sunuyor. Kitap, rüya yorumlamada bireysel deneyime önem vererek okuyucunun kendi rüyalarının dilini öğrenmesini sağlıyor. Rüyaların sembolizmi üzerine yoğunlaşan bölümler, okurun bilinçaltına dair ipuçlarını yakalamasını kolaylaştırıyor. “Düşmek, Uçmak ve Kovalanmak” gibi herkesin yaşamış olabileceği rüya temalarına açıklık getirirken, kişinin ruhsal yolculuğunda bir rehber olma niteliği taşıyor. Nacson, rüyaların günlük hayatımızdaki yansımalarına dikkat çekiyor; bu da kitabı okura bilinçaltıyla ilgili derin bir keşif fırsatı sunan önemli bir araç haline getiriyor.

David A. Phillips-Numeroloji: Sayıların Gizemli Dünyası

Üçüncü kitap Numeroloji ise, yaşamın derin sırlarını anlamak için sayıların gücüne odaklanıyor. Phillips, Pisagor’un öğretilerine dayanan bu kadim bilim dalını modern hayata uyarlayarak, insanların kendilerini ve çevrelerindekileri daha iyi anlamalarına yardımcı olmayı hedefliyor. Numeroloji, sadece kişilik analizi değil; aynı zamanda kariyer seçimleri, ilişkiler ve ruhsal gelişim açısından da rehberlik sunuyor. Phillips, kitabında sayılara dair teorik bilgilere ek olarak, gerçek dünyadan ünlü örnekler sunarak konuyu daha somut bir hale getiriyor. “Ruh Sayıları” ve “Adların Gücü” gibi bölümler, okurların kişisel yaşamlarına dair önemli çıkarımlar yapmasına olanak tanıyor. Numerolojiye ilgi duymayanlar bile, bu kitap sayesinde yaşamlarını yeni bir gözle değerlendirmeye başlayabilir.

21 Günlük Yolculuk: Alışkanlıklar ve Dönüşüm

Bu seri, alışkanlıkların nasıl şekillendiğine ve yaşamda yeniye yer açmanın neden önemli olduğuna dair kapsamlı bir rehber niteliğinde. Her kitap, 21 gün boyunca okuru derin bir içsel yolculuğa çıkarıyor ve bir yandan kısa süreli bir rehber gibi görünse de her birinin arkasında büyük bir felsefi altyapı bulunuyor. Para Mıknatısı, finansal refahın anahtarlarını sunarken; Rüyalar bilinçaltımızı çözmemize yardım ediyor ve Numeroloji kişisel potansiyelimizi anlamamıza kapı aralıyor. Bu serinin en büyük gücü, herkesin hayatında bir noktada değişiklik yapma ihtiyacını hissetmesi ve 21 gün boyunca süren bu küçük ama etkili adımların, büyük dönüşümlere yol açma potansiyelinde yatıyor. Her kitap, farklı bir tema etrafında dönse de ortak payda: Bireyin kendi gücünün farkına varmasını sağlamak ve bunu bir alışkanlığa dönüştürmek.



Sonuç olarak, “21 Günde Ustalaş” serisi, hayatta bir adım öne geçmek ve yeni bir başlangıç yapmak isteyenler için ilham verici bir çalışma. Her kitabın derinliği, okurun kendine dair yeni keşifler yapmasına olanak tanıyor. Seriyi okurken hem kişisel gelişiminize katkıda bulunacak hem de alışkanlıklarınızı yeniden gözden geçireceksiniz. Hayatta yeni bir sayfa açmak için siz de bu 21 günlük yolculuğa çıkmaya hazır mısınız?

Bu yazı Deniz Poyraz tarafından kaleme alınmıştır.

İlginizi çekebilir: Yaratıcılık bir hayal mi? Yaratıcı olmak mümkün mü? İyi ama nasıl?





İlgili Makale