X

Öz saygı ile yeme bozuklukları arasında nasıl bir ilişki var?

Bugünkü yazımızın konusu benlik saygısı ya da öz saygı olarak adlandırdığımız kavram ile yeme bozuklukları arasındaki ilişki. Öz saygıyı kısaca tanımlamakla başlayalım. Aysel Keskin’in daha önce uplifers.com’daki bir yazısına başvuracak olursak; bir kişinin kendine ne kadar değer verdiğinin, kendini ne kadar onayladığının ve takdir ettiğinin ölçüsü o kişinin kendine olan saygısını gösteriyor. Diğer bir ifadeyle, kişinin kendine karşı olan olumlu ve olumsuz tutumları benlik saygısını oluşturuyor. 

Yeme bozukluklarıyla mücadele eden insanların çoğunlukla benlik saygısının zayıf olduğunu ve yeme bozukluğunu bir çeşit kaçış mekanizması şeklinde kullandığını gözlemliyoruz. Öz saygının olumsuz olması; kişinin yeterince iyi olduğuna inanmamasından, sözde eksikliğini “telafi etmek” için bir şeyler yapması gerektiğini hissetmesinden ve bu dünyaya ancak yeme bozukluğunu sahiplenerek “bir şeyler verebileceğini” düşünmesinden etkileniyor. Yeme bozukluğunu bir kaçış yolu olarak gören kişiler ise bunu daha çok kendisiyle ilgili rahatsız edici hisleri bastırmak için kullanıyor, zayıf bir öz saygı nedeniyle kaybettiği kimliğini yeme bozukluğunun sahte benliğinde oluşturmaya, acılarından ve korkularından bu şekilde uzak durmaya çalışıyor.

Psikolog Melissa H. Smith, olumsuz benlik saygısının yeme bozukluğuna zemin hazırlayan bir ön faktör olarak karşımıza çıktığını ortaya koyan çalışmalar yapıldığından bahsediyor. Bu çalışmalara göre, yetersiz bir öz saygı, ilkokul yaşındaki kız çocuklarında dahi bulimiya nervoza ya da anoreksiya nervoza gibi yeme bozukluklarının gelişmesine neden olabiliyor.

Yeme bozukluklarından kurtulmak için benlik saygısı neden önemli? Ne yapılması gerekiyor?

Smith’in açıklamalarından devam edecek olursak, yeme bozuklukları yaşayan insanların öncelikle kendileriyle ilgili sahip olduğu olumsuz düşünce ve inanışlarla yüzleşmesi çok önemli. Yeme bozuklukları nedeniyle kişilerin değerlerini kiloları, kıyafetlerinin ölçüsü ya da bedenlerinin biçimleriyle özdeşleştirdiğini biliyoruz. Kişi kendisiyle ilgili bu tür olumsuz değerlendirmeleri hayatını kapsayacak anlamlı değerlerle ne kadar hızlı ve sağlam bir zeminde değiştirebilirse, yeme bozukluğundan da daha kolay iyileşebilir. 

Bu noktada kendimize çeşitli sorular sorarak yola çıkabiliriz: “Bu hayattan ne istiyorum? Geleceğimi nerede, kimlerle görüyorum?” Cevaplaması kolay sorular değil ama bunlarla dürüst bir şekilde yüzleşmek hayatta kendimize biçtiğimiz çeşitli rolleri sorgulamamıza yardım edecektir. Böylece, sevgi bağı zannettiğimiz ama aslında bizi içine hapseden bağımlılıklarımızı ve ilişkilerimizi fark edip bunları daha sağlıklı ve olumlu şekilde yeniden kurabiliriz.

Terapilerin ve psikolojik desteğin önemi de bu noktada ön plana çıkıyor. Terapistlerin danışanlarını yeni roller üstlenmeye ve kendilerine olan güvenlerini yeniden kazanacakları faaliyetlerde bulunmaya teşvik etmesinin faydalı olduğunu söylemeliyiz.  

Yeme bozukluklarıyla mücadele eden kişiler çoğu zaman bir “istisna” olduklarına inanırlar. Diğerleri bu hayatta mutluluğu, sevgiyi ve neşeyi hak ediyordur ama kendileri acı içinde olmalı, düş kırıklığı yaşamalı ve ceza çekmelidir. Kendimizle ilgili tutum ve düşüncelerimizi olumlu tarafa çekip öz saygımızı kuvvetlendirmek için, bize zararı dokunan hislerin aslında çarpıtılmış düşüncelerden oluştuğunu kabul etmemiz ve sevgiye ve mutluluğa herkes kadar hakkımız olduğunu bilmemiz önemli. Değerimizi başarı ya da başarısızlık olarak nitelendirdiğimiz davranış ve sonuçlar belirlemez. 

Mükemmeliyetçi olma eğilimi, benlik saygısının yeterince oluşmamasına ya da zayıflamasına ve özellikle yeme bozukluklarının gelişmesine neden olan bir diğer faktör.  Mükemmel aslında var olmayan bir durumu ifade ediyor. Yani, asla ulaşamayacağımız başarılar ve hedefler belirleyip bunları elde edemeyince değersiz olduğumuza inanıyoruz. İyi yaptığımız şeyleri, küçük ya da büyük bu hayata sunduklarımızı hep küçümsüyor ve hep görmezden geliyoruz. Mükemmeliyetçi eğilimleri daha gerçekçi bir tutumla değiştirmek, ulaşılması imkânsız hedefler yüzünden içine çekildiğimiz bir kısır döngüden kurtulmamıza yardım edecektir.  

Yeme bozukluklarının kimliğimizi belirlediğine inanmamız öz saygımızı yaralayan bir başka yanlış tutumdur. Yeme bozuklukları gerçekte kim olduğumuzu belirlemekten çok uzaktır, aksine sahte bir benlik algısı yaratarak asıl kimliğimizden beslenirler ve asla doymak bilmezler. Yeme bozukluğunu kimliğimizle özdeşleştirdiğimiz yerin arka planında aslında korkularımız var. Başarısız olma korkusu. Sevilmeme, yalnız kalma, ayıplanma, değersiz görülme korkusu. Kendi değerimizi başkalarının bizim hakkımızdaki düşünceleri ve tavırlarıyla ölçtüğümüz derecede asıl kimliğimizden uzaklaşıyor ve kendi yarattığımız korkuların esiri oluyoruz.

Korkularla yüzleşmek adına ufak adımlarla yola başlayabiliriz. Ne zaman yeme bozukluğuyla ilişkili bir davranışta bulunacağımızı hissedersek bunu önleyecek bir eyleme yönelebiliriz. Güvendiğimiz bir arkadaşı arayıp havadan sudan konuşmak ya da sakinleşene kadar derin nefesler almak kadar basit çarelerden bahsediyoruz aslında. Doktor Smith’e göre, bu küçük adımlar yeme bozuklukları olan kişilere daha büyük riskler almaları için yol gösterici nitelikte. Başta ne kadar önemsiz gözükseler de aslında ufak değişikliklerle öz saygımız yeniden kuvvetlenmeye başlıyor ve ileriki aşamalarda çevremizdeki insanlarla paylaşıma ve dengeye dayalı ilişkiler içine girme ve ilgi duyduğumuz, keyif aldığımız, bizi yansıtan yeni faaliyet alanları keşfetme cesaretini gösteriyoruz. 

Mükemmeliyetçi eğilimlerin bir diğer yansıması da kendimizi başkalarıyla karşılaştırmamız şeklinde ortaya çıkıyor. Mukayese, olumsuz benlik duygularının bir döngü halinde devam etmesine ve dolayısıyla yeme bozukluklarının gelişmesine neden olabiliyor. Bunun yanı sıra, karşılaştırmalarımız yüzünden başkalarıyla olan ilişkilerimizde rahat hareket edemiyor, hep gergin, hep diken üstünde bir tutum benimsiyoruz. İnsanlara saygı ve paylaşmaya dayalı bir bakış açısıyla yaklaştığımız ölçüde hem benlik saygımız besleniyor hem de güvenli ilişkiler kurabiliyoruz. 

Öz saygıyı olumsuz etkileyen bir diğer faktör ise “zayıfsan güzelsin” mesajını veren medya içerikleri. Chicago Üniversitesi’nin yeme bozuklukları programı üyesi psikolog Angela Celio Doyle, bu tür içeriklere karşı eleştirel bir tutum almamız gerektiğini söylüyor. “Güzellik dergileri gibi mecralar ya da çeşitli sosyal medya hesapları, sağlıksız bir inceliği ve zayıf bedenleri öven görsellere yer veriyor. Bunlardan olabildiğince uzak durun ama karşılaştığınızda da –ki mutlaka denk gelirsiniz– eleştirel bir gözle bakın. Fotoğraftaki kadın ya da erkeğin bedeni aslında ne kadar sağlıklı? İnce ya da zayıf olduğu ölçüde mi güzel? Görsel üzerinde oynama yapılmış olabilir mi? Ortalama bir kadını ya da erkeği mi temsil ediyor yoksa belli vücut tiplerini idealize edip bizleri standart güzellik kalıplarının içine mi hapsetmeye çalışıyor?” 

Doyle’un bu sorularını sorarak maruz kaldığımız pek çok çarpıtılmış içeriğe karşı tetikte olabiliriz. Bir diğer yöntem ise özellikle sosyal medyadan biraz olsun uzak durabilmek. Günde bir saat bile olsa. Başta zor gelebilir. Belki on dakikayla başlayıp yavaş yavaş sanal gerçeklikten uzaklaşarak asıl benliğimizle baş başa kalabileceğimiz ve tabii bu sırada tüm korkularımızla, endişelerimiz ve düşüncelerimizle yüzleşebileceğimiz anları çoğaltabiliriz. Sanal gerçekliğe, sahte kimliklere ve idealize bir dünyaya sığınmak kulağa daha kolay gelse de bunların hiçbiri öz saygımızı kuvvetlendirmeyecek, bizlere yeme bozuklukları gibi rahatsızlıklarla olan mücadelemizde yardımcı olmayacaktır. 

Benlik saygısı ile kontrol isteği arasında da yakın bir ilişki olduğunu gözden kaçırmamak gerek. Yeme bozukluğu olan kişilerin zorlandığı en temel konulardan birinin de aşırı kontrolcü tutumlar ve “ya hep ya hiç” bakış açısı olması öz saygının bu olumsuzluklardan etkilendiğini kanıtlıyor. Çalışmalar; ölüm, boşanma ya da işe değişikliği gibi büyük değişimlerin veya öngörülmemiş durumların kişilerde kontrol isteği yarattığını ortaya koymaktadır. Ve bazılarımız hayatın gidişatını kontrol edemeyince bedenlerini kontrol etmeye yöneliyor.

Psikolog Michael E. Berrett, yeme bozukluklarının çoğunlukla kontrol arayışında olan kimselerce bir kaçış mekanizması olarak kullanıldığını ifade ediyor. Neyden kaçırıyoruz peki? Acı hissetmekten. Korkularımızdan. Saklanıyoruz kısacası. Bu noktada, önümüzde iki seçenek var: Yüzleşmek ya da kaçmak. Birincisi, bizi zenginleştirir, kişiliğimizi geliştirir ve benlik saygımızı kuvvetlendirir çünkü kendimizi anlamamızı sağlar. Yüzleşeceksek hayatın ikilemlerden oluştuğunu kabul etmeli ve kendimizi yargılamadan ya da suçlamadan bunları kucaklamasını bilmeliyiz. Kaçtığımız ikinci durumda ise risk almaktan korkarız, değişime kapalıyızdır ve saplantıların, kalıplaşmış tavır ve tutumların dayattığı bir ağ içinde hapsoluruz. 

Bu durumu en güzel şekillerinden biriyle Susan Jeffers ifade ediyor aslında:

“Korkunun üzerine gitmek, çaresizlikten doğan korkuyla birlikte yaşamaktan daha korkutucu değildir.”

Korkularımızın esiri olmadığımızda kaybedeceğimiz bir şey yok; aksine asıl benliğimizi (yeniden) keşfedip anlamlı bir hayat sürmenin yolu yüzleşmekten geçiyor. 

Kaynaklar:

https://www.nationaleatingdisorders.org/blog/10-simple-ways-practice-self-love

https://www.everydayhealth.com/eating-disorders/boosting-body-image-and-self-esteem.aspx

http://www.byui.edu/counseling-center/self-help/eating-disorders/antidotes-for-low-self-esteem

Center for Change – Melissa H. Smith, PhD

Susan Jeffers, Feel the Fear and Do It Anyway (Korksan da Vazgeçme, çev. Ayşegül Yelçe, Varlık Yayınları)

İlginizi çekebilir: Gerçek benliğimizi nasıl besleyebiliriz: 5 öneriyle ruhunuzu besleyin

Burcu Uluçay: Sözcüklerle, cümlelerle dahası dille uğraşmayı hep sevdim. Bunun üniversitede mütercim tercümanlık okumamda önemli bir payı oldu. 2012’de Marmara Üniversitesi’nden mezun olduğumda bir sene kadar çeşitli alanlarda çevirmenlik yaptım. “Şirket-bazlı” çevirmenliğin pek bana göre olmadığını anlayınca daha “naif” bir yönü olan yayıncılık dünyasına yöneldim. Fakat The University of Westminster’da Cultural and Critical Studies (Kültürel Çalışmalar) yüksek lisans programını burslu okuma şansı kapımı çalınca –pırrr– Londra’ya uçtum. 2014’te elimde afili diplomamla yurda döndüm. Ama yalnız değildim: Ben ve anoreksiya nervoza birlikte gelmiştik! Londra’ya gitmeden de ufak ufak “yoldayım” dese de pek aldırış etmediğim bu yeme bozukluğu artık sağlığım başta olmak üzere tüm hayatımı etkiliyordu ve kendisini yenmek için halen mücadele veriyorum. Bir taraftan asıl mesleğimi yani çevirmenlik ve editörlük çalışmalarımı sürdürsem de altı aydan uzun bir zamandır tam zamanlı işim buymuş gibi anoreksiya nervozadan iyileşmeye çalışıyorum. Yeme bozukluklarının nedenlerini, tedavi yollarını, iyileşen hastaların öykülerini ve güncel araştırmaları didik didik edip okumaya başladığımda tüm isteğim kendimi bu azaptan kurtarmaktı. Fakat zamanla yeme bozuklukları hakkında Türkçe yazılmış kaynakların İngilizcedekilere göre yetersiz kaldığını gördüm. Üzücü değil mi sizce de? Hele de yeme bozuklukları dünyanın hemen her yerinde bütün yaş grupları için gittikçe tehlikeli bir hal alırken. Tabii bir de yeme bozukluğu yaşayan kişilerin ailelerini, yakınlarını, arkadaşlarını düşünmek lazım. Sevdiklerine yardımcı olmak için daha güvenilir ve güncel içeriklere ulaşsalar ne güzel olur! Böylece önce kendi ailem ve yakınlarım için okuduklarıma dayanarak çeviriler ve derlemeler yapmaya başladım. TEDTalks’ta yeme bozuklukları, kaygı bozukluğu, yoga ve meditasyon gibi konularda ilham verici konuşmalar olduğunu biliyordum çünkü hemen hepsini izlemiş/dinlemiştim. Aralarında Türkçe altyazı çevirisi olmayanlar vardı. TEDTalks’un gönüllü çevirmenler projesine dâhil olup çeviriler yaptım. Sonra blog açma fikri geldi. Blogumda hem yabancı kaynaklardan edindiğim bilgileri hem de kendi deneyimlerimden yola çıkarak yazdığım içerikleri paylaşmaya başladım. Yazdıkça yazdıkça anladım ki paylaşmak ihtiyacım varmış. İtiraf etmek. Yeme bozukluklarının ciddi bir zihinsel rahatsızlık olduğunu, dahası bunu bizim “seçmediğimizi” bilin demek. Böyle böyle Uplifers’la yollarımız keşişti. Yeme bozuklukları hakkında yerleşmiş yanlış düşünceleri değiştirmek için buradaki birlikteliğimizden aldığımız güç önemli bir adım olsun. Yeme bozukluklarının zihnimize işkence eden kötücül sesine birlikte “dur” diyebileceğimize inanıyorum! Bana buradan ulaşabilirsiniz: burcu.ulucay@yahoo.com Bloguma göz atmak isterseniz: https://sahteseslereelveda.wordpress.com/

Geleneksel lezzetlerden vazgeçmeden bitki bazlı beslenmek isteyenlere: Fine Life Fermente Kajulu İçecek

Son yıllarda sağlıklı beslenme ve bilinçli tüketim alışkanlıklarının, daha önce hiç olmadığı kadar ilgi gördüğü kesin. Veganlık, vejetaryenlik, fleksitaryen gibi bitki bazlı beslenme türleri, sadece etik ve çevresel nedenlerle değil, aynı zamanda bütüncül sağlık açısından sunduğu çeşitli faydalar nedeniyle de dünya genelinde hızla yayılmaya devam ediyor. Bitki bazlı beslenme alışkanlıklarına yönelik talepler hızla artarken çok sayıda bitki bazlı ürün de raflardaki yerini alıyor. Özellikle süt ürünlerine alternatif arayanlar için çok sayıda ürün piyasaya sürülüyor. Bu konuda öncü isimlerden biri olan Metro Türkiye de “Sofrada herkese yer var!” mottosuyla tüketicilerin ihtiyaçlarına, yenilikçi ürünlerle cevap veriyor.



Raflarında 400’den fazla bitki bazlı ürün sunan Metro Türkiye, geleneksel lezzetlerden vazgeçmeden bitki bazlı beslenme alışkanlıklarına sahip olmanın en leziz yollarını sunuyor. Ve güzel haber; Türk mutfağının favori içeceklerinden ayrana bitki bazlı alternatif sağlıyor: Fine Life Fermente Kajulu İçecek.

Lezzetli, vegan, fermente: Ayrana bitki bazlı alternatif

Herkes için sağlıklı beslenme ve sürdürülebilirlik anlayışıyla hareket eden Metro Türkiye, beslenme trendlerine ve değişen tüketici taleplerine verdiği önemle Fine Life Fermente Kajulu İçecek’i raflara getiriyor. Geleneksel lezzetimiz ayrana bitki bazlı bir alternatif olarak öne çıkan Fine Life Fermente Kajulu İçecek, bitki bazlı beslenme alışkanlıklarını benimseyen ya da benimsemek isteyen herkesin beğenisine sunuluyor.

Metro Türkiye raflarında yerini almaya başlayan bu yenilikçi ürün, %27 oranında kaju fıstığı, tuz ve çeşitli probiyotikler içeriyor. Bunun yanı sıra katkı maddesi, koruyucu ve gluten içermemesiyle de dikkat çeken Fine Life Fermente Kajulu İçecek, hem bitki bazlı ürünleri tercih edenlerin hem de laktoz tüketmemeye önem verenlerin favorisi olmaya aday. Ayran alternatifi olarak soğuk tüketilebilen bu ürün, 250 ml’lik cam ambalajlarda satışa sunuluyor. Vlabel etiketiyle otel ve restoran gibi yeme içme işletmelerinde rahatça kullanılabilecek Fine Life Fermente Kajulu İçecek, menülere yeni vegan bir alternatif getirirken, müşteri memnuniyetini de artırma potansiyeli taşıyor.

Geçtiğimiz yıllarda süt ve yoğurt gibi hayvansal gıdalara bitki bazlı alternatifler sunmuş olan Metro Türkiye, Metro Chef Veggie Bademli ve Fındıklı içecekler ile yoğurda alternatif Metro Chef Veggie Fermente Süzme Kaju’yu ve Metro Chef Veggie Meze Serisi’ni tüketicilerle buluşturmuştu. Bu yıl ise Türk mutfağının vazgeçilmezlerinden ayrana bitki bazlı bir alternatif getirerek hem sağlıklı hem de yenilikçi bir seçeneği yani Fine Life Fermente Kajulu İçecek’i tüketicilerle buluşturuyor.

Elbette Metro Türkiye’nin raflara taşıdığı yenilikçi ürünler sadece süt ve yoğurt gibi hayvansal gıdalara bitki bazlı alternatifler ile sınırlı değil. Çok daha fazlası, raflarda çoktan yerini aldı.

Bitki bazlı geniş ürün yelpazesi: 400’den fazla çeşit



Metro Türkiye’nin raflarındaki vegan ürün yelpazesi içerisinde bitkisel bazlı hamburger ekmekten köfteye, mayonezden çikolataya çok sayıda çeşit bulunuyor. Üstelik gıda dışı vegan ürünlerin de sayısı oldukça fazla. Vegan yumuşatıcı, şampuan, sabun, hatta yağ çözücü bile bu geniş yelpazede yer alıyor. Dahası, Metro markalı ürün portföyünü de yenilikçi çeşitlerle sürekli genişleten Metro Türkiye, kendi markaları altında içli köfteden lahmacuna paçanga böreğinden haydari, havuç tarator gibi meze seçeneklerine; falafel çeşitlerinden pizzaya, ranch sostan çamaşır yumuşatıcısına kadar 50’ye yakın çeşitte gıda ve gıda dışı bitki bazlı ürün sunuyor. Eğer tüm bu ürünleri ve çok daha fazlasını incelemek isterseniz hemen tıklayıpvegan ürün yelpazesi içerisinde bitkisel bazlı hamburger ekmekten köfteye, mayonezden çikolataya çok sayıda çeşit bulunuyor. Üstelik gıda dışı vegan ürünlerin de sayısı oldukça fazla. Vegan yumuşatıcı, şampuan, sabun, hatta yağ çözücü bile bu geniş yelpazede yer alıyor. Dahası, Metro markalı ürün portföyünü de yenilikçi çeşitlerle sürekli genişleten Metro Türkiye, kendi markaları altında içli köfteden lahmacuna paçanga böreğinden haydari, havuç tarator gibi meze seçeneklerine;vegan ürün yelpazesi içerisinde bitkisel bazlı hamburger ekmekten köfteye, mayonezden çikolataya çok sayıda çeşit bulunuyor. Üstelik gıda dışı vegan ürünlerin de sayısı oldukça fazla. Vegan yumuşatıcı, şampuan, sabun, hatta yağ çözücü bile bu geniş yelpazede yer alıyor. Dahası, Metro markalı ürün portföyünü de yenilikçi çeşitlerle sürekli genişleten Metro Türkiye, kendi markaları altında içli köfteden lahmacuna paçanga böreğinden haydari, havuç tarator gibi meze seçeneklerine; Metro Türkiye’nin Bitki Bazlı & Vegan Katalogu’nu keşfedebilirsiniz.

Temel gıdadan temizlik ürünlerine, kişisel bakımdan atıştırmalıklara aradığınız her şeyi bulabileceğiniz Metro Türkiye ile sağlıklı ve sürdürülebilir bir yaşam tarzına ulaşmak artık çok daha kolay.

*Bu yazı Metro Türkiye katkılarıyla hazırlanmıştır.

İlginizi çekebilir: Vegan beslenenlere müjde: Metro Türkiye’nin zengin vegan ürün yelpazesini keşfedinVegan beslenenlere müjde: Metro Türkiye’Vegan beslenenlere müjde: Metro Türkiye’

 

İlgili Makale