X

Öz saygı ile yeme bozuklukları arasında nasıl bir ilişki var?

Bugünkü yazımızın konusu benlik saygısı ya da öz saygı olarak adlandırdığımız kavram ile yeme bozuklukları arasındaki ilişki. Öz saygıyı kısaca tanımlamakla başlayalım. Aysel Keskin’in daha önce uplifers.com’daki bir yazısına başvuracak olursak; bir kişinin kendine ne kadar değer verdiğinin, kendini ne kadar onayladığının ve takdir ettiğinin ölçüsü o kişinin kendine olan saygısını gösteriyor. Diğer bir ifadeyle, kişinin kendine karşı olan olumlu ve olumsuz tutumları benlik saygısını oluşturuyor. 

Yeme bozukluklarıyla mücadele eden insanların çoğunlukla benlik saygısının zayıf olduğunu ve yeme bozukluğunu bir çeşit kaçış mekanizması şeklinde kullandığını gözlemliyoruz. Öz saygının olumsuz olması; kişinin yeterince iyi olduğuna inanmamasından, sözde eksikliğini “telafi etmek” için bir şeyler yapması gerektiğini hissetmesinden ve bu dünyaya ancak yeme bozukluğunu sahiplenerek “bir şeyler verebileceğini” düşünmesinden etkileniyor. Yeme bozukluğunu bir kaçış yolu olarak gören kişiler ise bunu daha çok kendisiyle ilgili rahatsız edici hisleri bastırmak için kullanıyor, zayıf bir öz saygı nedeniyle kaybettiği kimliğini yeme bozukluğunun sahte benliğinde oluşturmaya, acılarından ve korkularından bu şekilde uzak durmaya çalışıyor.

Psikolog Melissa H. Smith, olumsuz benlik saygısının yeme bozukluğuna zemin hazırlayan bir ön faktör olarak karşımıza çıktığını ortaya koyan çalışmalar yapıldığından bahsediyor. Bu çalışmalara göre, yetersiz bir öz saygı, ilkokul yaşındaki kız çocuklarında dahi bulimiya nervoza ya da anoreksiya nervoza gibi yeme bozukluklarının gelişmesine neden olabiliyor.

Yeme bozukluklarından kurtulmak için benlik saygısı neden önemli? Ne yapılması gerekiyor?

Smith’in açıklamalarından devam edecek olursak, yeme bozuklukları yaşayan insanların öncelikle kendileriyle ilgili sahip olduğu olumsuz düşünce ve inanışlarla yüzleşmesi çok önemli. Yeme bozuklukları nedeniyle kişilerin değerlerini kiloları, kıyafetlerinin ölçüsü ya da bedenlerinin biçimleriyle özdeşleştirdiğini biliyoruz. Kişi kendisiyle ilgili bu tür olumsuz değerlendirmeleri hayatını kapsayacak anlamlı değerlerle ne kadar hızlı ve sağlam bir zeminde değiştirebilirse, yeme bozukluğundan da daha kolay iyileşebilir. 

Bu noktada kendimize çeşitli sorular sorarak yola çıkabiliriz: “Bu hayattan ne istiyorum? Geleceğimi nerede, kimlerle görüyorum?” Cevaplaması kolay sorular değil ama bunlarla dürüst bir şekilde yüzleşmek hayatta kendimize biçtiğimiz çeşitli rolleri sorgulamamıza yardım edecektir. Böylece, sevgi bağı zannettiğimiz ama aslında bizi içine hapseden bağımlılıklarımızı ve ilişkilerimizi fark edip bunları daha sağlıklı ve olumlu şekilde yeniden kurabiliriz.

Terapilerin ve psikolojik desteğin önemi de bu noktada ön plana çıkıyor. Terapistlerin danışanlarını yeni roller üstlenmeye ve kendilerine olan güvenlerini yeniden kazanacakları faaliyetlerde bulunmaya teşvik etmesinin faydalı olduğunu söylemeliyiz.  

Yeme bozukluklarıyla mücadele eden kişiler çoğu zaman bir “istisna” olduklarına inanırlar. Diğerleri bu hayatta mutluluğu, sevgiyi ve neşeyi hak ediyordur ama kendileri acı içinde olmalı, düş kırıklığı yaşamalı ve ceza çekmelidir. Kendimizle ilgili tutum ve düşüncelerimizi olumlu tarafa çekip öz saygımızı kuvvetlendirmek için, bize zararı dokunan hislerin aslında çarpıtılmış düşüncelerden oluştuğunu kabul etmemiz ve sevgiye ve mutluluğa herkes kadar hakkımız olduğunu bilmemiz önemli. Değerimizi başarı ya da başarısızlık olarak nitelendirdiğimiz davranış ve sonuçlar belirlemez. 

Mükemmeliyetçi olma eğilimi, benlik saygısının yeterince oluşmamasına ya da zayıflamasına ve özellikle yeme bozukluklarının gelişmesine neden olan bir diğer faktör.  Mükemmel aslında var olmayan bir durumu ifade ediyor. Yani, asla ulaşamayacağımız başarılar ve hedefler belirleyip bunları elde edemeyince değersiz olduğumuza inanıyoruz. İyi yaptığımız şeyleri, küçük ya da büyük bu hayata sunduklarımızı hep küçümsüyor ve hep görmezden geliyoruz. Mükemmeliyetçi eğilimleri daha gerçekçi bir tutumla değiştirmek, ulaşılması imkânsız hedefler yüzünden içine çekildiğimiz bir kısır döngüden kurtulmamıza yardım edecektir.  

Yeme bozukluklarının kimliğimizi belirlediğine inanmamız öz saygımızı yaralayan bir başka yanlış tutumdur. Yeme bozuklukları gerçekte kim olduğumuzu belirlemekten çok uzaktır, aksine sahte bir benlik algısı yaratarak asıl kimliğimizden beslenirler ve asla doymak bilmezler. Yeme bozukluğunu kimliğimizle özdeşleştirdiğimiz yerin arka planında aslında korkularımız var. Başarısız olma korkusu. Sevilmeme, yalnız kalma, ayıplanma, değersiz görülme korkusu. Kendi değerimizi başkalarının bizim hakkımızdaki düşünceleri ve tavırlarıyla ölçtüğümüz derecede asıl kimliğimizden uzaklaşıyor ve kendi yarattığımız korkuların esiri oluyoruz.

Korkularla yüzleşmek adına ufak adımlarla yola başlayabiliriz. Ne zaman yeme bozukluğuyla ilişkili bir davranışta bulunacağımızı hissedersek bunu önleyecek bir eyleme yönelebiliriz. Güvendiğimiz bir arkadaşı arayıp havadan sudan konuşmak ya da sakinleşene kadar derin nefesler almak kadar basit çarelerden bahsediyoruz aslında. Doktor Smith’e göre, bu küçük adımlar yeme bozuklukları olan kişilere daha büyük riskler almaları için yol gösterici nitelikte. Başta ne kadar önemsiz gözükseler de aslında ufak değişikliklerle öz saygımız yeniden kuvvetlenmeye başlıyor ve ileriki aşamalarda çevremizdeki insanlarla paylaşıma ve dengeye dayalı ilişkiler içine girme ve ilgi duyduğumuz, keyif aldığımız, bizi yansıtan yeni faaliyet alanları keşfetme cesaretini gösteriyoruz. 

Mükemmeliyetçi eğilimlerin bir diğer yansıması da kendimizi başkalarıyla karşılaştırmamız şeklinde ortaya çıkıyor. Mukayese, olumsuz benlik duygularının bir döngü halinde devam etmesine ve dolayısıyla yeme bozukluklarının gelişmesine neden olabiliyor. Bunun yanı sıra, karşılaştırmalarımız yüzünden başkalarıyla olan ilişkilerimizde rahat hareket edemiyor, hep gergin, hep diken üstünde bir tutum benimsiyoruz. İnsanlara saygı ve paylaşmaya dayalı bir bakış açısıyla yaklaştığımız ölçüde hem benlik saygımız besleniyor hem de güvenli ilişkiler kurabiliyoruz. 

Öz saygıyı olumsuz etkileyen bir diğer faktör ise “zayıfsan güzelsin” mesajını veren medya içerikleri. Chicago Üniversitesi’nin yeme bozuklukları programı üyesi psikolog Angela Celio Doyle, bu tür içeriklere karşı eleştirel bir tutum almamız gerektiğini söylüyor. “Güzellik dergileri gibi mecralar ya da çeşitli sosyal medya hesapları, sağlıksız bir inceliği ve zayıf bedenleri öven görsellere yer veriyor. Bunlardan olabildiğince uzak durun ama karşılaştığınızda da –ki mutlaka denk gelirsiniz– eleştirel bir gözle bakın. Fotoğraftaki kadın ya da erkeğin bedeni aslında ne kadar sağlıklı? İnce ya da zayıf olduğu ölçüde mi güzel? Görsel üzerinde oynama yapılmış olabilir mi? Ortalama bir kadını ya da erkeği mi temsil ediyor yoksa belli vücut tiplerini idealize edip bizleri standart güzellik kalıplarının içine mi hapsetmeye çalışıyor?” 

Doyle’un bu sorularını sorarak maruz kaldığımız pek çok çarpıtılmış içeriğe karşı tetikte olabiliriz. Bir diğer yöntem ise özellikle sosyal medyadan biraz olsun uzak durabilmek. Günde bir saat bile olsa. Başta zor gelebilir. Belki on dakikayla başlayıp yavaş yavaş sanal gerçeklikten uzaklaşarak asıl benliğimizle baş başa kalabileceğimiz ve tabii bu sırada tüm korkularımızla, endişelerimiz ve düşüncelerimizle yüzleşebileceğimiz anları çoğaltabiliriz. Sanal gerçekliğe, sahte kimliklere ve idealize bir dünyaya sığınmak kulağa daha kolay gelse de bunların hiçbiri öz saygımızı kuvvetlendirmeyecek, bizlere yeme bozuklukları gibi rahatsızlıklarla olan mücadelemizde yardımcı olmayacaktır. 

Benlik saygısı ile kontrol isteği arasında da yakın bir ilişki olduğunu gözden kaçırmamak gerek. Yeme bozukluğu olan kişilerin zorlandığı en temel konulardan birinin de aşırı kontrolcü tutumlar ve “ya hep ya hiç” bakış açısı olması öz saygının bu olumsuzluklardan etkilendiğini kanıtlıyor. Çalışmalar; ölüm, boşanma ya da işe değişikliği gibi büyük değişimlerin veya öngörülmemiş durumların kişilerde kontrol isteği yarattığını ortaya koymaktadır. Ve bazılarımız hayatın gidişatını kontrol edemeyince bedenlerini kontrol etmeye yöneliyor.

Psikolog Michael E. Berrett, yeme bozukluklarının çoğunlukla kontrol arayışında olan kimselerce bir kaçış mekanizması olarak kullanıldığını ifade ediyor. Neyden kaçırıyoruz peki? Acı hissetmekten. Korkularımızdan. Saklanıyoruz kısacası. Bu noktada, önümüzde iki seçenek var: Yüzleşmek ya da kaçmak. Birincisi, bizi zenginleştirir, kişiliğimizi geliştirir ve benlik saygımızı kuvvetlendirir çünkü kendimizi anlamamızı sağlar. Yüzleşeceksek hayatın ikilemlerden oluştuğunu kabul etmeli ve kendimizi yargılamadan ya da suçlamadan bunları kucaklamasını bilmeliyiz. Kaçtığımız ikinci durumda ise risk almaktan korkarız, değişime kapalıyızdır ve saplantıların, kalıplaşmış tavır ve tutumların dayattığı bir ağ içinde hapsoluruz. 

Bu durumu en güzel şekillerinden biriyle Susan Jeffers ifade ediyor aslında:

“Korkunun üzerine gitmek, çaresizlikten doğan korkuyla birlikte yaşamaktan daha korkutucu değildir.”

Korkularımızın esiri olmadığımızda kaybedeceğimiz bir şey yok; aksine asıl benliğimizi (yeniden) keşfedip anlamlı bir hayat sürmenin yolu yüzleşmekten geçiyor. 

Kaynaklar:

https://www.nationaleatingdisorders.org/blog/10-simple-ways-practice-self-love

https://www.everydayhealth.com/eating-disorders/boosting-body-image-and-self-esteem.aspx

http://www.byui.edu/counseling-center/self-help/eating-disorders/antidotes-for-low-self-esteem

Center for Change – Melissa H. Smith, PhD

Susan Jeffers, Feel the Fear and Do It Anyway (Korksan da Vazgeçme, çev. Ayşegül Yelçe, Varlık Yayınları)

İlginizi çekebilir: Gerçek benliğimizi nasıl besleyebiliriz: 5 öneriyle ruhunuzu besleyin

Burcu Uluçay: Sözcüklerle, cümlelerle dahası dille uğraşmayı hep sevdim. Bunun üniversitede mütercim tercümanlık okumamda önemli bir payı oldu. 2012’de Marmara Üniversitesi’nden mezun olduğumda bir sene kadar çeşitli alanlarda çevirmenlik yaptım. “Şirket-bazlı” çevirmenliğin pek bana göre olmadığını anlayınca daha “naif” bir yönü olan yayıncılık dünyasına yöneldim. Fakat The University of Westminster’da Cultural and Critical Studies (Kültürel Çalışmalar) yüksek lisans programını burslu okuma şansı kapımı çalınca –pırrr– Londra’ya uçtum. 2014’te elimde afili diplomamla yurda döndüm. Ama yalnız değildim: Ben ve anoreksiya nervoza birlikte gelmiştik! Londra’ya gitmeden de ufak ufak “yoldayım” dese de pek aldırış etmediğim bu yeme bozukluğu artık sağlığım başta olmak üzere tüm hayatımı etkiliyordu ve kendisini yenmek için halen mücadele veriyorum. Bir taraftan asıl mesleğimi yani çevirmenlik ve editörlük çalışmalarımı sürdürsem de altı aydan uzun bir zamandır tam zamanlı işim buymuş gibi anoreksiya nervozadan iyileşmeye çalışıyorum. Yeme bozukluklarının nedenlerini, tedavi yollarını, iyileşen hastaların öykülerini ve güncel araştırmaları didik didik edip okumaya başladığımda tüm isteğim kendimi bu azaptan kurtarmaktı. Fakat zamanla yeme bozuklukları hakkında Türkçe yazılmış kaynakların İngilizcedekilere göre yetersiz kaldığını gördüm. Üzücü değil mi sizce de? Hele de yeme bozuklukları dünyanın hemen her yerinde bütün yaş grupları için gittikçe tehlikeli bir hal alırken. Tabii bir de yeme bozukluğu yaşayan kişilerin ailelerini, yakınlarını, arkadaşlarını düşünmek lazım. Sevdiklerine yardımcı olmak için daha güvenilir ve güncel içeriklere ulaşsalar ne güzel olur! Böylece önce kendi ailem ve yakınlarım için okuduklarıma dayanarak çeviriler ve derlemeler yapmaya başladım. TEDTalks’ta yeme bozuklukları, kaygı bozukluğu, yoga ve meditasyon gibi konularda ilham verici konuşmalar olduğunu biliyordum çünkü hemen hepsini izlemiş/dinlemiştim. Aralarında Türkçe altyazı çevirisi olmayanlar vardı. TEDTalks’un gönüllü çevirmenler projesine dâhil olup çeviriler yaptım. Sonra blog açma fikri geldi. Blogumda hem yabancı kaynaklardan edindiğim bilgileri hem de kendi deneyimlerimden yola çıkarak yazdığım içerikleri paylaşmaya başladım. Yazdıkça yazdıkça anladım ki paylaşmak ihtiyacım varmış. İtiraf etmek. Yeme bozukluklarının ciddi bir zihinsel rahatsızlık olduğunu, dahası bunu bizim “seçmediğimizi” bilin demek. Böyle böyle Uplifers’la yollarımız keşişti. Yeme bozuklukları hakkında yerleşmiş yanlış düşünceleri değiştirmek için buradaki birlikteliğimizden aldığımız güç önemli bir adım olsun. Yeme bozukluklarının zihnimize işkence eden kötücül sesine birlikte “dur” diyebileceğimize inanıyorum! Bana buradan ulaşabilirsiniz: burcu.ulucay@yahoo.com Bloguma göz atmak isterseniz: https://sahteseslereelveda.wordpress.com/

‘Evdeki herkes barista’: Bosch VeroBarista ile kahve deneyiminizi zirveye taşıyın

Kahve, şüphesiz ki pek çoğumuz için lezzetli bir içecekten çok daha fazlası; adeta bir tutku, bir ritüel… Sabahın ilk ışıklarında enerji veren, gün içindeki küçük molalarda kendimizi şımartmamızı sağlayan, bazense sohbetlerin tadını ikiye katlayan en keyifli eşlikçi. O yüzden günün farklı anlarını, farklı kahvelerle taçlandırmak gibisi yok; ne de olsa her anın kendine has bir kahvesi var. Güne enerjik bir başlangıç yapmak için yoğun aromalı bir americano ya da gün içinde en sevdiğimiz tatlının yanında yumuşak içimli bir cappuccino en iyi seçim olabilir.



Peki ya bu seçimlerimizi evde barista ustalığıyla hazırlayabilir miyiz? Elbette. Bosch Tam Otomatik Kahve Makinesi VeroBarista ile günün her anına ve her damak tadına uygun lezzetli kahveler hazırlamak mümkün; çünkü VeroBarista ile evdeki herkes barista. Her fincanınızı ustalık eserine dönüştürmeye hazırsanız, işte VeroBarista ile yapabilecekleriniz:

Kahve çekirdeklerini dilediğiniz gibi öğütebilirsiniz

Barista ustalığında lezzetli kahveler hazırlayabilmenin ilk adımı, kahve çekirdeklerini doğru bir şekilde öğütmekten ve tazeliği korumaktan geçiyor. Güzel haber; VeroBarista tüm bunları sizin için yapıyor. CreamDrive, yüksek kaliteli seramik kahve öğütme ünitesi ve özel aroma koruyucu çekirdek haznesi ile günün her saati taze çekilmiş kahve çekirdekleriniz hazır.

Üstelik çekirdek öğütme inceliğini de dilediğiniz gibi ayarlayabilirsiniz. Arka arkaya iki öğütme ve ısıtma sayesinde ekstra güçlü kahvenizi tadı daha az acı olacak şekilde hazırlayabilirsiniz. AromaDouble Shot Fonksiyonu ile kahve aromasından ödün vermeden ekstra yoğun kahveler hazırlamak da mümkün. E bir barista daha ne ister, öyle değil mi?

Farklı anları, farklı kahve çeşitleriyle taçlandırabilirsiniz

Taze çekilmiş kahve çekirdeklerinin mis kokusunun yanı sıra kahve hazırlamanın en güzel yanlarından biri de hiç şüphesiz her damak zevkine uygun farklı seçenekler yapabilmek. Sert tatları sevenler, yumuşak içim tercih edenler ya da daha eğlenceli köpüklü bir şeyler arayanlar… VeroBarista’da herkes için bir şeyler var. Cappuccino, flat white, latte macchiato, sütlü kahve, OneTouch Function ile hepsini tek tuşla hazırlayabilirsiniz. Dahası, yoğun tatları seviyorsanız americanonuz da VeroBarista ile hazır.

Belirtmekte fayda var ki; bir barista ustalığında kahve hazırlayabilmek için özellikle sütlü kahvelerde doğru lezzeti yakalayabilmenin en önemli sırrı sütün sıcaklığını ve kıvamını doğru ayarlayabilmek. Neyse ki VeroBarista, ideal demleme sıcaklığı konusunda tam bir usta. Sütlü kahvelerde bile mükemmel sıcaklığı yakalıyor, süt köpüğü ve sıcak su hazırlama seçenekleri ile her kahve türünü lezzetten ödün vermeden hazırlıyor. Ayrıca sütlü kahveleriniz için de hortumlu süt adaptörü sayesinde esnek çözümler sunuyor. İster kutudan, ister şişeden, ister kendi termosundan süt alın, VeroBarista ile sonuç hep aynı; hep mükemmel.



Kişisel tercihlerinizi kaydedebilirsiniz

Geçek bir barista kahve hazırlarken mutlaka kişisel dokunuşlarıyla fark yaratır; VeroBarista da evdeki herkesin kendi ‘barista’ dokunuşunu ekleyebilmesi için kişiselleştirilmiş tercihlere göre 4 adede kadar favori kahve kaydedebilme özelliğine sahip. Böylece her yudumda tam da istediğiniz gibi bir lezzete kavuşabilirsiniz. Ayrıca evinizde baristalığı başkasına devretmeniz gereken anlarda da kahvenizin yine tam istediğiniz gibi hazırlanacağından da emin olabilirsiniz 🙂 Sıfır risk, bol lezzet…

En sevdiğiniz kahveyi, en sevdiğiniz fincanda içebilmeniz için de VeroBarista üstüne düşeni yapıyor ve yüksekliği ayarlanabilir kahve çıkışı sayesinde 15 cm yüksekliğe kadar ayarlanabiliyor. En uzun latte macchiato bardaklarınızı bile rahatlıkla kullanabilirsiniz.

Zamandan ve enerjiden tasarruf edebilirsiniz

Kahve hazırlarken lezzet kadar önemli bir şey daha varsa; o da şüphesiz ki zamandan ve enerjiden tasarruf edebilmek. VeroBarista, minimum ısınma süresiyle 45 saniye gibi çok kısa bir zamanda kahvenizi hazır hale getiriyor. Ayrıca her kahveden sonra autoMilkClean süt temizleme sistemi ile tam otomatik temizlik sunuyor ve kolayca çıkartılabilir damlama tepsisi, kahve posası kabı ve süt ağızlıkları bulaşık makinesinde yıkanabiliyor. Yani kahve keyfiniz bittiğinde sizi temizlikle hiç yormuyor. Ve son olarak ZeroEnergy Auto-off otomatik kapanma özelliği ile belirlenen saatten sonra enerji tasarrufu yapmak için kapanıyor, sizi düşündüğü kadar çevreyi de düşünüyor. Kim hem çok lezzetli kahveler yapan hem de akıllı özellikleriyle kahve hazırlamayı mükemmel bir deneyime dönüştüren böylesi bir yardımcıyı evinde istemez ki?

Siz de evinizin baristası olmaya hazırsanız, en lezzetli kahveleri kendi damak tadınıza göre ayarlamak ve her defasında mükemmel sonuçlar elde etmek için hemen tıklayabilir, VeroBarista ile tanışabilirsiniz.

*Bu yazı Bosch katkılarıyla hazırlanmıştır.





21 Günde Ustalaş: Hayatınızı dönüştürmenin kısa rehberi

Günümüz dünyasında insanlar hızlı ve etkili çözümler ararken, uzun vadeli değişikliklerin ne kadar süre gerektirdiği sorusu akıllarda yer ediyor. Araştırmalar, bir alışkanlık kazanmanın 21 günlük bir süreç olduğunu belirtiyor. Bu gerçek, “21 Günde Ustalaş” serisini şekillendiren temel düşünce. Omega Yayınları’nın yayımladığı ve Marie-Claire Carlyle, Leon Nacson ve David A. Phillips gibi alanında prestijli yazarların katkıda bulunduğu seri, hayatın farklı alanlarında bir dönüşüm yaşamak isteyen okurlara kısa ama derinlemesine bir yolculuk sunuyor. Peki, bu serinin her kitabı, okura nasıl dokunuyor? Gelin, seriye birlikte göz atalım.



Marie-Claire Carlyle-Para Mıknatısı: Zenginliğe Giden Yolda Bir Yol Haritası

Serinin ilk kitabı olan Para Mıknatısı, parayla olan ilişkimize yeni bir perspektif getiriyor. Carlyle, paranın sadece maddi bir unsur olmadığını, aynı zamanda kişisel değerimizin ve başkalarına sunduğumuz katkının bir yansıması olduğunu öne sürüyor. Kitap, okuyucuları “zengin” olmanın ötesine taşıyarak, yaşamlarında gerçekten neye değer verdiklerini sorgulamalarına yardımcı oluyor. Paranın bir enerji olduğu fikri üzerine kurulu bu kitap, hayata daha fazla refah çekmek isteyenler için önemli adımlar sunuyor. Okur, mevcut finansal alışkanlıklarını gözden geçirmeye ve “para mıknatısı” olma yolunda ilerlemeye davet ediliyor. Carlyle’ın dili basit ama etkileyici. Kitap, “Paranın Değeri” ve “Niyet Etmenin Gücü” gibi bölümlerle, paraya olan bakış açınızı tamamen değiştirebilir. Ancak bu kitap, sadece bir kişisel gelişim kitabı değil; alışkanlıkları kökten dönüştürmek isteyen herkes için bir rehber niteliğinde. Para ve refah konusunda mevcut düşünce kalıplarını yıkmak isteyen okurlar için güçlü bir başlangıç noktası sunuyor.

Leon Nacson-Rüyalar: Bilinçaltınızı Keşfetmek İçin Bir Araç

Serinin ikinci kitabı olan Rüyalar, sadece uyku sırasında yaşadığımız olayların ötesinde, bilinçaltımızın derinlerine bir yolculuk yapmamıza yardımcı oluyor. Nacson, rüyaların anlamını çözebilmek için onları hatırlamanın önemini vurgularken, okuyuculara kendi rüya günlüğünü tutmanın faydalarından bahsediyor. Modern yaşamın karmaşasında, rüyalarla ilgili sembollerin ve temaların nasıl çözüleceğine dair pratik bilgiler sunuyor. Kitap, rüya yorumlamada bireysel deneyime önem vererek okuyucunun kendi rüyalarının dilini öğrenmesini sağlıyor. Rüyaların sembolizmi üzerine yoğunlaşan bölümler, okurun bilinçaltına dair ipuçlarını yakalamasını kolaylaştırıyor. “Düşmek, Uçmak ve Kovalanmak” gibi herkesin yaşamış olabileceği rüya temalarına açıklık getirirken, kişinin ruhsal yolculuğunda bir rehber olma niteliği taşıyor. Nacson, rüyaların günlük hayatımızdaki yansımalarına dikkat çekiyor; bu da kitabı okura bilinçaltıyla ilgili derin bir keşif fırsatı sunan önemli bir araç haline getiriyor.

David A. Phillips-Numeroloji: Sayıların Gizemli Dünyası

Üçüncü kitap Numeroloji ise, yaşamın derin sırlarını anlamak için sayıların gücüne odaklanıyor. Phillips, Pisagor’un öğretilerine dayanan bu kadim bilim dalını modern hayata uyarlayarak, insanların kendilerini ve çevrelerindekileri daha iyi anlamalarına yardımcı olmayı hedefliyor. Numeroloji, sadece kişilik analizi değil; aynı zamanda kariyer seçimleri, ilişkiler ve ruhsal gelişim açısından da rehberlik sunuyor. Phillips, kitabında sayılara dair teorik bilgilere ek olarak, gerçek dünyadan ünlü örnekler sunarak konuyu daha somut bir hale getiriyor. “Ruh Sayıları” ve “Adların Gücü” gibi bölümler, okurların kişisel yaşamlarına dair önemli çıkarımlar yapmasına olanak tanıyor. Numerolojiye ilgi duymayanlar bile, bu kitap sayesinde yaşamlarını yeni bir gözle değerlendirmeye başlayabilir.

21 Günlük Yolculuk: Alışkanlıklar ve Dönüşüm

Bu seri, alışkanlıkların nasıl şekillendiğine ve yaşamda yeniye yer açmanın neden önemli olduğuna dair kapsamlı bir rehber niteliğinde. Her kitap, 21 gün boyunca okuru derin bir içsel yolculuğa çıkarıyor ve bir yandan kısa süreli bir rehber gibi görünse de her birinin arkasında büyük bir felsefi altyapı bulunuyor. Para Mıknatısı, finansal refahın anahtarlarını sunarken; Rüyalar bilinçaltımızı çözmemize yardım ediyor ve Numeroloji kişisel potansiyelimizi anlamamıza kapı aralıyor. Bu serinin en büyük gücü, herkesin hayatında bir noktada değişiklik yapma ihtiyacını hissetmesi ve 21 gün boyunca süren bu küçük ama etkili adımların, büyük dönüşümlere yol açma potansiyelinde yatıyor. Her kitap, farklı bir tema etrafında dönse de ortak payda: Bireyin kendi gücünün farkına varmasını sağlamak ve bunu bir alışkanlığa dönüştürmek.



Sonuç olarak, “21 Günde Ustalaş” serisi, hayatta bir adım öne geçmek ve yeni bir başlangıç yapmak isteyenler için ilham verici bir çalışma. Her kitabın derinliği, okurun kendine dair yeni keşifler yapmasına olanak tanıyor. Seriyi okurken hem kişisel gelişiminize katkıda bulunacak hem de alışkanlıklarınızı yeniden gözden geçireceksiniz. Hayatta yeni bir sayfa açmak için siz de bu 21 günlük yolculuğa çıkmaya hazır mısınız?

Bu yazı Deniz Poyraz tarafından kaleme alınmıştır.

İlginizi çekebilir: Yaratıcılık bir hayal mi? Yaratıcı olmak mümkün mü? İyi ama nasıl?





İlgili Makale