X

Ortaya çıkın ve paylaşın: Yeme bozukluğu yaşadığınızı saklamak zorunda değilsiniz

Hayatta hepimizin konuşmaktan ve başkalarına, hatta kendimize itiraf etmekten kaçındığı konular var. Aile yaşantımız, hastalıklarımız, travmalarımız, yaşadığımız maddi güçlükler, bedenimizi değiştirme ve onu aslında olmadığı bir şeye çevirme çabalarımızın yarattığı huzursuzluk halleri…

Kim olduğumuzu unutmuş, belki de hiç keşfedememiş oluşumuzun verdiği kaybolmuşluk hissi. Evet, böyle “hassas” konuları yüksek sesle dile getirmek hiç kolay değil. “Ama bu benim özel hayatım.” “Mahremiyet denen bir şey var.” “Kol kırılır yen içinde kalır.” Toplum içinde konuşmaktan çekindiğimizde bu cümlelere ne kadar sık başvurduğumuzu fark ettiniz mi? Yanlış demiyorum ama bazen kendimize bahaneler mi üretiyoruz diye düşünmeden de edemiyorum. Sanırım bir sınır var ve içinde bulunduğumuz hali ya da hislerimizi aşağılanmaktan, suçlanmaktan, zayıf ve aciz görülmekten dolayı gizlediğimiz her seferinde bahanelere sığınmış oluyoruz.

Bu sayfada yazmaya başlarken belli bir amacım vardı ve bunu daha ilk yazılarımdan birinde açık etmiştim: Anoreksiya nervozanın altında bir ses daha var: Duyun onu! Bu yazıda ciddi bir psikolojik rahatsızlık olan anoreksiya nervozayla mücadele ettiğimi söylemekten kaçınmadım. Bu önemli bir adımdı çünkü yapılan çalışmaların da gösterdiği gibi yeme bozuklukları yaşayan insanlar bunu paylaşmaktan utanıyorlar.

Yeme bozuklukları her zaman fiziksel semptomları üzerinden anlaşılamadığı için, hastalar, seneler boyunca anoreksiya nervoza ya da bulimiya nervoza veya tıkanırcasına yeme gibi rahatsızlıkların kıskacında güç bela yaşamaya çalışıyorlar. Ben de uzun zaman sakladım. Daha doğrusu senelerce kendimden sakladım, kabul etmedim. Hastalığımı kabullenmem ancak terapilere başladıktan bir sene sonra mümkün oldu ve bir kez kabullenince çekinmeden etrafımdakilere de anlatmaya başladım. Bunun nasıl bir hastalık olduğunu ve beynimin nasıl en büyük düşmanım olup çıktığını anlattım.

Utanç ya da ayıplanma korkusu yaşamadan hislerimi paylaşabilmemin en büyük nedenlerinden biri elbette her zaman arkamda olan ailem ve sevgilerinden kuşku duymadığım arkadaşlarımdı. Ama herkesin benim kadar şanslı olmadığını biliyorum ve yeme bozukluklarının daha birçok konu gibi gerek bizim toplumumuzda, gerek dünya genelinde bir tabu olarak kaldığının farkındayım.

Dünya genelinde 70 milyondan fazla insan yeme bozukluklarıyla mücadele ederken bu konuları olağanca açıklığıyla tartışamamak gerçekten dert edilmesi gereken bir mesele. Bunu normalleştiremedikçe, yani etrafımızdaki insanlarla paylaşamadıkça içimize çekiliyoruz. Sonrası ise kaygı, depresyon, bağların kopması. Yeme bozuklukları, gerçek ve tek dostumuz gibi hissetmeye başlıyor, gittikçe yalnızlaşıyor ve tehlikeli bir şekilde uçuruma doğru koşuyoruz.

Şu “utanç” kavramına bakalım biraz. Sizin için ne ifade ediyor bilmiyorum ama Daring Greatly adlı kitabın yazarı Brene Brown için utanç, “kusurlu olduğumuza ve bu yüzden ne sevilmeye ne de ait hissetmeye değdiğimize inanmamızın yarattığı katlanılmayacak kadar acı bir his ya da deneyim,” anlamına geliyor. “[Utanç] bağ kuramama duygusudur. Yaptığımız bir şey, ulaşamadığımız bir ideal ya da karşılayamadığımız beklentiler nedeniyle insanlarla bağlar kurmayı hak etmediğimiz düşüncesinin verdiği büyük korkudur.”

Yeme bozukluğu yaşayan insanların bunu diğer insanlarla paylaşmaktan korktuğunu fark etmem kolay olmadı çünkü ben de tam olarak bu korkuyu yaşadığımı uzunca bir süre fark edememiştim. Öncelikle kendime itiraf etmekten korkmuştum yıllarca, haliyle iyice kabuğuma çekilmiş, uzatılan elleri geri çevirmiş ve “ben böyle iyiyim” maskesi altında yaşamaya çalışmıştım. Ama o terapi odasında bir gün cümleler ağzımdan çıkıverdi. Benim ciddi bir yeme bozukluğum var. Bu halim, bu zayıflığım ve kaygılı zihnim ne iştahsızlıktan ne de sağlıklı ve yeterli beslenmeme rağmen kilo alamıyor oluşumdan. Ben kendimi aç bırakıyorum. Ve bunu neden yaptığımı bilmiyorum.

Anoreksiya nervozayla mücadele ettiğimi anladım. Bundan sonra da aslında garip yeme düzenimden, takıntılarımdan, asosyalliğimden, ilişki ve bağ kurmaktan kaçmamdan, sürekli güçlü görünme çabalarımdan kısacası bu hastalığın huyumu değiştirdiğini kabul etmekten, onun bedenimde, ruhumda ve zihnimde açtığı yaraları biraz da olsa açık etmekten deli gibi utandığımı anladım. Çünkü “başarılı, çalışkan ve iradeli Burcu” imajı yaralanacaktı. Etrafımdaki insanları hayal kırıklığına uğratmış olacak, tek başıma yapamadığımı ve başkalarının yardımına ihtiyaç duyduğumu göstermiş olacaktım. O zaman insanlar beni yargılamaz mıydı? Zayıf görmez miydi? Bu rahatsızlıktan iyileşmenin ilk aşaması yeterince beslenip kilo almak diyordu doktorlarım, ama yemek yememek sahip olduğum nefsin ve gücün bir imgesi değil miydi? Hayır. Alakası yok. Asıl kendimi açlığa mahkum ederek tüm benliğime işkence etmek bir başarısızlık. İyileşememek bir yenilgi. Ama yine de adım atmak çok zor.

Brown’a göre utanç en çok da görünüşümüzü ve bedenimizi fazlaca sorun ettiğimiz zamanlarda ortaya çıkıyor. Hiç şaşırtıcı değil. Utancın yukarıdaki tanımına yeniden bir bakın, beden imajı ile arasındaki bağlantıyı kaçırmak mümkün değil. İncecik bedenlerin idealleştirilmesi birçok insanı doğal beden şekillerinden dolayı kusurlu ve değersiz olduğunu düşünmeye zorluyor. Mükemmel beden imajı gerçek değil, mümkün de değil. Herkesin kendine özgü beden özellikleri ve şekilleriyle doğduğunu, bunu sonradan bozmaya, küçültmeye ve değiştirmeye çalışmanın sağlıksız olduğunu kabul etmemiz lazım. Yani, bu durumun yarattığı utanç duygusuyla yüzleşmek. Gerek yeme bozukluğu yaşayan insanların, gerek bedeniyle ilgili başka sorunları olan insanların utanmadan ve korkmadan buna karşı mücadele etmesi o kadar önemli ki, böylece hem kendi yaşamımızı hem de çocuklarımızın geleceğini etkileyen aldatıcı mesajların etkisinde kalmaktan kurtulabiliriz.

Bağlarımızı yitirmeyelim ve asıl olduğumuz kişiden ayrı düşmeyelim. Utançla nasıl mücadele edeceğiz? Bu histen, bu kısır döngüden nasıl kurtulacağız?

Konuşarak.

Konuşmamayı tercih ettiğimiz her an utanç da gittikçe büyür. Sağlığı hiçe sayan popüler diyetlere ya da yeme bozukluklarına karşı savaşırken çoğunlukla yalnızmışız gibi hissederiz. Onun gibi olsam, onun gibi güçlü ve biraz daha ince, işte o zaman herkes beni daha çok beğenir diye düşünürüz. “Temiz beslenme” adı altında yiyecekleri “iyi” “kötü” “yasak” olarak etiketleyen ve değerimizi neyi ne kadar yediğimizle belirlemeye çalışan bir zihniyete maruz kaldığımız günümüz dünyası, bizi böyle düşünmeye sevk ediyor. Ama emin olun, o daha güçlü ve ince diye özendiğimiz insanlar da kendilerini başkalarıyla kıyaslıyor ve utanç hissini onlar da yaşıyor. Bize kendimizi değersiz hissettiren suçlayıcı ve olumsuz hislerle baş etmenin en etkili yolu onları paylaşmaktır.

Toplumun dayattığı “mükemmel beden” standartları aslında gerçeği yansıtmayan, imkânsız bir imajdır ve ne yaparsak yapalım imkânsıza ulaşamayacağımız için çabalarımızı ve kendimizi yetersiz görmemiz kaçınılmaz olur. Ama bizi boğan hisleri bir kez açık ettiğimizde başkalarının da peşimizden geleceğini, paylaşarak ve çoğalarak güçleneceğimizi bilelim.

Brown’ın Daring Greatly kitabındaki şu sözleri “konuşabilmeye” ne denli ihtiyaç duyduğumuzu anlatıyor aslında: “…utanç gücünü konuşulamayan şeylerden alır. Bu yüzden de mükemmeliyetçi olanlarımızı sever çünkü bizi susturmak çok kolaydır. Utancın ne olduğu üzerine yeterince konuşabilir ve bu konuda bilinç kazanabilirsek, onu köklerinden koparabiliriz. Utanç etrafına kelimelerin yapışmasından nefret eder. Utancı dile getirirsek, onu sindiririz. Hikâyelerimizi anlattığımızda utancı yok ederiz.

Yeme bozuklukları olan insanlar da genellikle mükemmeliyetçi yapılarıyla bilinir. Mükemmeliyetçilik bu açıdan her ne kadar bir dezavantaj gibi gözükse de aslında zayıf noktamızın farkına varıp bunu konuşmak için ihtiyaç duyduğumuz cesarete dönüştürebiliriz. Mükemmeliyetçi yapım bana nasıl fayda getirir ve beni hangi durumlara karşı savunmasız bırakır? Savunmasız kaldığımda kişiliğimin bu yanını nasıl kullanmalıyım ki bana güç versin? Belki de en doğru sorular bunlar. Cevapları bulmak içinse samimi olup önce kendi hislerimizle yüzleşmek sonra da insanlara açılma cesaretini göstermek gerek.

Elbette en yoğun duygularımızı herkesle paylaşabilmek mümkün değil. Buna lüzum da yok. Kalbimizi, kim olduğumuzu iyi bilen ve ne olursa olsun bize sırtını dönmeyecek birkaç insana açılabilsek, güvenimizi kazanmış bu insanlarla paylaşabilsek bile utanç duygusuna üstün gelebiliriz. Ailemiz, terapistimiz, diyetisyenimiz, yakın arkadaşlarımız… Bu insanlarla konuştuğumuzda, hassasiyetimizi onlarla paylaştığımızda güvende hissederiz. Kısacası, bizi yargılamayacak ve sevgisini asla esirgemeyecek insanlar olmalı hayatımızda.

Kara Lydon, yeme bozuklukları ve utanç arasındaki ilişkiyi incelediği makalesinde yeme bozukluklarıyla mücadele eden insanların bunu öncelikle terapisti ve/veya diyetisyeniyle paylaşmasının iyi bir başlangıç olabileceğini belirtiyor. Elbette bu noktada diyetisyenimizin yeme bozuklukları konusunda uzman biri olması ve salt “kilo verdirmeyi” başarı saymaktansa karşısındaki insanın sağlıklı kilosuna ve vücut yapısına ulaşmasında ona yardımcı olmayı görev bilmesi önemli. Tedavi olmak için güvendiğimiz insanların duygularımızı ve ihtiyaçlarımızı fark etmesi gerekiyor.

O halde, saklanmaktan vazgeçerek başlayalım mı? Ördüğümüz duvarları bir bir yıksak? Yargılanmaktan korkmasak ve başkaları hakkımda ne der diye endişelenmesek de gerçek benliğimizin “görünmesine” izin versek?

Ancak bu şekilde bizimle aynı şeyleri yaşayan insanlarla bağlar kurabiliriz. Johann Hari, depresyonun nedenlerini incelediği müthiş kitabında kaygılarımızın ve endişelerimizin bağsız ve köksüz kalmaktan kaynaklandığının, bunun da depresyona neden olduğunun altını çiziyor. Yani, yalnız olmadığımızı ve yalnız hissetmenin her türlü olumsuzluğun temelinde yattığını unutmamamız gerek.

Gelin önce bize değerimizi unutturan ve üzerimizde ağır bir utanç duygusu yaratan durumları bir bir keşfedelim. Sonra da bunlarla mücadele ederken bize destek olacak insanlara açılalım. Üstelik bu bir süre sonra tek taraflı bir paylaşım olmaktan çıkacak, karşımızdaki insanlar da kendi hislerini anlatacaktır. Haydi, kapandığımız adadan çıkalım artık.

Kaynak:

Dr. Gershen Kaufman The Psychology of Shame: Theory and Treatment of Shame-based Syndromes adlı kitabında yeme bozukluklarını “utanç kaynaklı rahatsızlıklar” olarak tanımlamıştır. 
ABD merkezli bir sivil toplum örgütü olan ‘National Eating Disorder Association’ (Yeme Bozuklukları Ulusal Birliği) kaynaklarında paylaşılan bilgidir. Yeme bozuklarıyla ilgili diğer istatistikler için bu yazıya
bakabilirsiniz.
Brown’ın bu kitabı Cesur Yanınızı Kucaklayın adıyla Meriç Selvi tarafından Türkçeye çevrilmiştir (Martı Yayınları). Bu yazıdaki alıntılar Selvi’nin çevirisi değil, kitabın İngilizce orijinalinden benim yaptığım çevirilerdir.
Lydon’ın ‘How to Combat Shame’ adlı yazısına bu bağlantıdan ulaşabilirsiniz.
Hari’nin bu kitabı Kaybolan Bağlar: Depresyonun Gerçek Nedenleri ve Beklenmedik Çözümler adıyla Barış Engin Aksoy tarafından Türkçeye kazandırılmıştır. (Metis Yayınları)

İlginizi çekebilir: Bedenimizde rahat hissetmek ve bedenimizle bağımızı güçlendirmek için neler yapabiliriz?

Burcu Uluçay: Sözcüklerle, cümlelerle dahası dille uğraşmayı hep sevdim. Bunun üniversitede mütercim tercümanlık okumamda önemli bir payı oldu. 2012’de Marmara Üniversitesi’nden mezun olduğumda bir sene kadar çeşitli alanlarda çevirmenlik yaptım. “Şirket-bazlı” çevirmenliğin pek bana göre olmadığını anlayınca daha “naif” bir yönü olan yayıncılık dünyasına yöneldim. Fakat The University of Westminster’da Cultural and Critical Studies (Kültürel Çalışmalar) yüksek lisans programını burslu okuma şansı kapımı çalınca –pırrr– Londra’ya uçtum. 2014’te elimde afili diplomamla yurda döndüm. Ama yalnız değildim: Ben ve anoreksiya nervoza birlikte gelmiştik! Londra’ya gitmeden de ufak ufak “yoldayım” dese de pek aldırış etmediğim bu yeme bozukluğu artık sağlığım başta olmak üzere tüm hayatımı etkiliyordu ve kendisini yenmek için halen mücadele veriyorum. Bir taraftan asıl mesleğimi yani çevirmenlik ve editörlük çalışmalarımı sürdürsem de altı aydan uzun bir zamandır tam zamanlı işim buymuş gibi anoreksiya nervozadan iyileşmeye çalışıyorum. Yeme bozukluklarının nedenlerini, tedavi yollarını, iyileşen hastaların öykülerini ve güncel araştırmaları didik didik edip okumaya başladığımda tüm isteğim kendimi bu azaptan kurtarmaktı. Fakat zamanla yeme bozuklukları hakkında Türkçe yazılmış kaynakların İngilizcedekilere göre yetersiz kaldığını gördüm. Üzücü değil mi sizce de? Hele de yeme bozuklukları dünyanın hemen her yerinde bütün yaş grupları için gittikçe tehlikeli bir hal alırken. Tabii bir de yeme bozukluğu yaşayan kişilerin ailelerini, yakınlarını, arkadaşlarını düşünmek lazım. Sevdiklerine yardımcı olmak için daha güvenilir ve güncel içeriklere ulaşsalar ne güzel olur! Böylece önce kendi ailem ve yakınlarım için okuduklarıma dayanarak çeviriler ve derlemeler yapmaya başladım. TEDTalks’ta yeme bozuklukları, kaygı bozukluğu, yoga ve meditasyon gibi konularda ilham verici konuşmalar olduğunu biliyordum çünkü hemen hepsini izlemiş/dinlemiştim. Aralarında Türkçe altyazı çevirisi olmayanlar vardı. TEDTalks’un gönüllü çevirmenler projesine dâhil olup çeviriler yaptım. Sonra blog açma fikri geldi. Blogumda hem yabancı kaynaklardan edindiğim bilgileri hem de kendi deneyimlerimden yola çıkarak yazdığım içerikleri paylaşmaya başladım. Yazdıkça yazdıkça anladım ki paylaşmak ihtiyacım varmış. İtiraf etmek. Yeme bozukluklarının ciddi bir zihinsel rahatsızlık olduğunu, dahası bunu bizim “seçmediğimizi” bilin demek. Böyle böyle Uplifers’la yollarımız keşişti. Yeme bozuklukları hakkında yerleşmiş yanlış düşünceleri değiştirmek için buradaki birlikteliğimizden aldığımız güç önemli bir adım olsun. Yeme bozukluklarının zihnimize işkence eden kötücül sesine birlikte “dur” diyebileceğimize inanıyorum! Bana buradan ulaşabilirsiniz: burcu.ulucay@yahoo.com Bloguma göz atmak isterseniz: https://sahteseslereelveda.wordpress.com/

‘Evdeki herkes barista’: Bosch VeroBarista ile kahve deneyiminizi zirveye taşıyın

Kahve, şüphesiz ki pek çoğumuz için lezzetli bir içecekten çok daha fazlası; adeta bir tutku, bir ritüel… Sabahın ilk ışıklarında enerji veren, gün içindeki küçük molalarda kendimizi şımartmamızı sağlayan, bazense sohbetlerin tadını ikiye katlayan en keyifli eşlikçi. O yüzden günün farklı anlarını, farklı kahvelerle taçlandırmak gibisi yok; ne de olsa her anın kendine has bir kahvesi var. Güne enerjik bir başlangıç yapmak için yoğun aromalı bir americano ya da gün içinde en sevdiğimiz tatlının yanında yumuşak içimli bir cappuccino en iyi seçim olabilir.



Peki ya bu seçimlerimizi evde barista ustalığıyla hazırlayabilir miyiz? Elbette. Bosch Tam Otomatik Kahve Makinesi VeroBarista ile günün her anına ve her damak tadına uygun lezzetli kahveler hazırlamak mümkün; çünkü VeroBarista ile evdeki herkes barista. Her fincanınızı ustalık eserine dönüştürmeye hazırsanız, işte VeroBarista ile yapabilecekleriniz:

Kahve çekirdeklerini dilediğiniz gibi öğütebilirsiniz

Barista ustalığında lezzetli kahveler hazırlayabilmenin ilk adımı, kahve çekirdeklerini doğru bir şekilde öğütmekten ve tazeliği korumaktan geçiyor. Güzel haber; VeroBarista tüm bunları sizin için yapıyor. CreamDrive, yüksek kaliteli seramik kahve öğütme ünitesi ve özel aroma koruyucu çekirdek haznesi ile günün her saati taze çekilmiş kahve çekirdekleriniz hazır.

Üstelik çekirdek öğütme inceliğini de dilediğiniz gibi ayarlayabilirsiniz. Arka arkaya iki öğütme ve ısıtma sayesinde ekstra güçlü kahvenizi tadı daha az acı olacak şekilde hazırlayabilirsiniz. AromaDouble Shot Fonksiyonu ile kahve aromasından ödün vermeden ekstra yoğun kahveler hazırlamak da mümkün. E bir barista daha ne ister, öyle değil mi?

Farklı anları, farklı kahve çeşitleriyle taçlandırabilirsiniz

Taze çekilmiş kahve çekirdeklerinin mis kokusunun yanı sıra kahve hazırlamanın en güzel yanlarından biri de hiç şüphesiz her damak zevkine uygun farklı seçenekler yapabilmek. Sert tatları sevenler, yumuşak içim tercih edenler ya da daha eğlenceli köpüklü bir şeyler arayanlar… VeroBarista’da herkes için bir şeyler var. Cappuccino, flat white, latte macchiato, sütlü kahve, OneTouch Function ile hepsini tek tuşla hazırlayabilirsiniz. Dahası, yoğun tatları seviyorsanız americanonuz da VeroBarista ile hazır.

Belirtmekte fayda var ki; bir barista ustalığında kahve hazırlayabilmek için özellikle sütlü kahvelerde doğru lezzeti yakalayabilmenin en önemli sırrı sütün sıcaklığını ve kıvamını doğru ayarlayabilmek. Neyse ki VeroBarista, ideal demleme sıcaklığı konusunda tam bir usta. Sütlü kahvelerde bile mükemmel sıcaklığı yakalıyor, süt köpüğü ve sıcak su hazırlama seçenekleri ile her kahve türünü lezzetten ödün vermeden hazırlıyor. Ayrıca sütlü kahveleriniz için de hortumlu süt adaptörü sayesinde esnek çözümler sunuyor. İster kutudan, ister şişeden, ister kendi termosundan süt alın, VeroBarista ile sonuç hep aynı; hep mükemmel.



Kişisel tercihlerinizi kaydedebilirsiniz

Geçek bir barista kahve hazırlarken mutlaka kişisel dokunuşlarıyla fark yaratır; VeroBarista da evdeki herkesin kendi ‘barista’ dokunuşunu ekleyebilmesi için kişiselleştirilmiş tercihlere göre 4 adede kadar favori kahve kaydedebilme özelliğine sahip. Böylece her yudumda tam da istediğiniz gibi bir lezzete kavuşabilirsiniz. Ayrıca evinizde baristalığı başkasına devretmeniz gereken anlarda da kahvenizin yine tam istediğiniz gibi hazırlanacağından da emin olabilirsiniz 🙂 Sıfır risk, bol lezzet…

En sevdiğiniz kahveyi, en sevdiğiniz fincanda içebilmeniz için de VeroBarista üstüne düşeni yapıyor ve yüksekliği ayarlanabilir kahve çıkışı sayesinde 15 cm yüksekliğe kadar ayarlanabiliyor. En uzun latte macchiato bardaklarınızı bile rahatlıkla kullanabilirsiniz.

Zamandan ve enerjiden tasarruf edebilirsiniz

Kahve hazırlarken lezzet kadar önemli bir şey daha varsa; o da şüphesiz ki zamandan ve enerjiden tasarruf edebilmek. VeroBarista, minimum ısınma süresiyle 45 saniye gibi çok kısa bir zamanda kahvenizi hazır hale getiriyor. Ayrıca her kahveden sonra autoMilkClean süt temizleme sistemi ile tam otomatik temizlik sunuyor ve kolayca çıkartılabilir damlama tepsisi, kahve posası kabı ve süt ağızlıkları bulaşık makinesinde yıkanabiliyor. Yani kahve keyfiniz bittiğinde sizi temizlikle hiç yormuyor. Ve son olarak ZeroEnergy Auto-off otomatik kapanma özelliği ile belirlenen saatten sonra enerji tasarrufu yapmak için kapanıyor, sizi düşündüğü kadar çevreyi de düşünüyor. Kim hem çok lezzetli kahveler yapan hem de akıllı özellikleriyle kahve hazırlamayı mükemmel bir deneyime dönüştüren böylesi bir yardımcıyı evinde istemez ki?

Siz de evinizin baristası olmaya hazırsanız, en lezzetli kahveleri kendi damak tadınıza göre ayarlamak ve her defasında mükemmel sonuçlar elde etmek için hemen tıklayabilir, VeroBarista ile tanışabilirsiniz.

*Bu yazı Bosch katkılarıyla hazırlanmıştır.





21 Günde Ustalaş: Hayatınızı dönüştürmenin kısa rehberi

Günümüz dünyasında insanlar hızlı ve etkili çözümler ararken, uzun vadeli değişikliklerin ne kadar süre gerektirdiği sorusu akıllarda yer ediyor. Araştırmalar, bir alışkanlık kazanmanın 21 günlük bir süreç olduğunu belirtiyor. Bu gerçek, “21 Günde Ustalaş” serisini şekillendiren temel düşünce. Omega Yayınları’nın yayımladığı ve Marie-Claire Carlyle, Leon Nacson ve David A. Phillips gibi alanında prestijli yazarların katkıda bulunduğu seri, hayatın farklı alanlarında bir dönüşüm yaşamak isteyen okurlara kısa ama derinlemesine bir yolculuk sunuyor. Peki, bu serinin her kitabı, okura nasıl dokunuyor? Gelin, seriye birlikte göz atalım.



Marie-Claire Carlyle-Para Mıknatısı: Zenginliğe Giden Yolda Bir Yol Haritası

Serinin ilk kitabı olan Para Mıknatısı, parayla olan ilişkimize yeni bir perspektif getiriyor. Carlyle, paranın sadece maddi bir unsur olmadığını, aynı zamanda kişisel değerimizin ve başkalarına sunduğumuz katkının bir yansıması olduğunu öne sürüyor. Kitap, okuyucuları “zengin” olmanın ötesine taşıyarak, yaşamlarında gerçekten neye değer verdiklerini sorgulamalarına yardımcı oluyor. Paranın bir enerji olduğu fikri üzerine kurulu bu kitap, hayata daha fazla refah çekmek isteyenler için önemli adımlar sunuyor. Okur, mevcut finansal alışkanlıklarını gözden geçirmeye ve “para mıknatısı” olma yolunda ilerlemeye davet ediliyor. Carlyle’ın dili basit ama etkileyici. Kitap, “Paranın Değeri” ve “Niyet Etmenin Gücü” gibi bölümlerle, paraya olan bakış açınızı tamamen değiştirebilir. Ancak bu kitap, sadece bir kişisel gelişim kitabı değil; alışkanlıkları kökten dönüştürmek isteyen herkes için bir rehber niteliğinde. Para ve refah konusunda mevcut düşünce kalıplarını yıkmak isteyen okurlar için güçlü bir başlangıç noktası sunuyor.

Leon Nacson-Rüyalar: Bilinçaltınızı Keşfetmek İçin Bir Araç

Serinin ikinci kitabı olan Rüyalar, sadece uyku sırasında yaşadığımız olayların ötesinde, bilinçaltımızın derinlerine bir yolculuk yapmamıza yardımcı oluyor. Nacson, rüyaların anlamını çözebilmek için onları hatırlamanın önemini vurgularken, okuyuculara kendi rüya günlüğünü tutmanın faydalarından bahsediyor. Modern yaşamın karmaşasında, rüyalarla ilgili sembollerin ve temaların nasıl çözüleceğine dair pratik bilgiler sunuyor. Kitap, rüya yorumlamada bireysel deneyime önem vererek okuyucunun kendi rüyalarının dilini öğrenmesini sağlıyor. Rüyaların sembolizmi üzerine yoğunlaşan bölümler, okurun bilinçaltına dair ipuçlarını yakalamasını kolaylaştırıyor. “Düşmek, Uçmak ve Kovalanmak” gibi herkesin yaşamış olabileceği rüya temalarına açıklık getirirken, kişinin ruhsal yolculuğunda bir rehber olma niteliği taşıyor. Nacson, rüyaların günlük hayatımızdaki yansımalarına dikkat çekiyor; bu da kitabı okura bilinçaltıyla ilgili derin bir keşif fırsatı sunan önemli bir araç haline getiriyor.

David A. Phillips-Numeroloji: Sayıların Gizemli Dünyası

Üçüncü kitap Numeroloji ise, yaşamın derin sırlarını anlamak için sayıların gücüne odaklanıyor. Phillips, Pisagor’un öğretilerine dayanan bu kadim bilim dalını modern hayata uyarlayarak, insanların kendilerini ve çevrelerindekileri daha iyi anlamalarına yardımcı olmayı hedefliyor. Numeroloji, sadece kişilik analizi değil; aynı zamanda kariyer seçimleri, ilişkiler ve ruhsal gelişim açısından da rehberlik sunuyor. Phillips, kitabında sayılara dair teorik bilgilere ek olarak, gerçek dünyadan ünlü örnekler sunarak konuyu daha somut bir hale getiriyor. “Ruh Sayıları” ve “Adların Gücü” gibi bölümler, okurların kişisel yaşamlarına dair önemli çıkarımlar yapmasına olanak tanıyor. Numerolojiye ilgi duymayanlar bile, bu kitap sayesinde yaşamlarını yeni bir gözle değerlendirmeye başlayabilir.

21 Günlük Yolculuk: Alışkanlıklar ve Dönüşüm

Bu seri, alışkanlıkların nasıl şekillendiğine ve yaşamda yeniye yer açmanın neden önemli olduğuna dair kapsamlı bir rehber niteliğinde. Her kitap, 21 gün boyunca okuru derin bir içsel yolculuğa çıkarıyor ve bir yandan kısa süreli bir rehber gibi görünse de her birinin arkasında büyük bir felsefi altyapı bulunuyor. Para Mıknatısı, finansal refahın anahtarlarını sunarken; Rüyalar bilinçaltımızı çözmemize yardım ediyor ve Numeroloji kişisel potansiyelimizi anlamamıza kapı aralıyor. Bu serinin en büyük gücü, herkesin hayatında bir noktada değişiklik yapma ihtiyacını hissetmesi ve 21 gün boyunca süren bu küçük ama etkili adımların, büyük dönüşümlere yol açma potansiyelinde yatıyor. Her kitap, farklı bir tema etrafında dönse de ortak payda: Bireyin kendi gücünün farkına varmasını sağlamak ve bunu bir alışkanlığa dönüştürmek.



Sonuç olarak, “21 Günde Ustalaş” serisi, hayatta bir adım öne geçmek ve yeni bir başlangıç yapmak isteyenler için ilham verici bir çalışma. Her kitabın derinliği, okurun kendine dair yeni keşifler yapmasına olanak tanıyor. Seriyi okurken hem kişisel gelişiminize katkıda bulunacak hem de alışkanlıklarınızı yeniden gözden geçireceksiniz. Hayatta yeni bir sayfa açmak için siz de bu 21 günlük yolculuğa çıkmaya hazır mısınız?

Bu yazı Deniz Poyraz tarafından kaleme alınmıştır.

İlginizi çekebilir: Yaratıcılık bir hayal mi? Yaratıcı olmak mümkün mü? İyi ama nasıl?





İlgili Makale