Omuzlarınızda koca bir yük mü var: Toplumun baskılarını sırtlanmayı bırakıp özgürleşmek
İnsan doğduğu andan itibaren toplumla iç içe olan bir varlıktır. Bizden beklenen doğup büyüdüğümüz topluma ayak uydurmamızdır. Hayatımızı şekillendiren ve baskılayan içinde yaşadığımız çevredir. Öyle ki bize neyi, nasıl yapmamız gerektiğini söyler. Toplum yazılı olmayan kurallara sahiptir ve biz toplumun koyduğu bu kurallardan hiçbir şekilde kaçamayız. Tamamıyla bu normlara teslim oluruz ve bizi yönlendirmelerine izin veririz. Toplum içerisindeki bireysel/grupsal farklılıklar ve uyuşmazlıklar toplum tarafından kolayca kabul edilebilir bir şey değildir. Bunun sebebi insanları tek kalıba sokan, onlar için en iyisinin ne olduğunu belirleyen ve bir şekilde onları etkisi altına almış olan bu toplumsal baskılardır.
Hayatımızı çevreleyen çeşitli baskılar vardır. Bunun ilki ailemizin üzerimizde kurduğu baskıdır. Ebeveynlerin çocuklarının fikirlerini önemsemedikleri ve “Her şeyi ben bilirim” kafasıyla yaptıkları baskıdır. Ailede “el âlem ne der?” zihniyeti ön plandadır. Öğrenme merakıyla arkeoloji okumak isteyen bir bireyi ailesi engeller ve bilmem kimin oğlu/kızı tıp okuyor diyerek sanki herkes doktor olmak zorundaymış gibi davranırlar.
Daha küçük yaşta “Bu çocuk okur” veya “Bu çocuk okumaz, bir baltaya sap olmaz” laflarıyla yüzleşiriz. İlk doğduğumuz andan itibaren kadına ve erkeğe biçilen rollerle karşılaşırız. Kız çocukları bebeklerle oynarken çocuk doğurmayı, evcilik oyunlarında evlenmeyi içselleştirir. Aynı şekilde erkek çocukları silah veya tabancalarla oynarken savaşmayı-askere gitmeyi, “kız kardeşini koruman gerekir” olgusuyla namus bekçiliğini içselleştirir. Henüz bebekken kız çocuklarına pembe kıyafetler giydirilirken, erkek çocuklarına mavi kıyafetler giydirilmesi, kız çocuğu doğduğunda sevinilmezken, erkek çocuğunun ailenin devamı olarak görülerek sevinilmesi gibi olgular, doğduğumuz andan itibaren kadın-erkek ayrımına nasıl maruz kaldığımızı gösterir.
Aileler koruma içgüdüsüyle çocukları için en doğru ve de en güzel yolu çizdiklerine inanırlar. Bu baskılara başkaldırdığımızda en çok karşılaştığımız “Her şey senin iyiliğin için, anne-baba olduğunda anlarsın” lafıdır. Aile baskısına maruz kalan çocuğun kendi fikri yoktur ve kendi başına karar vermekten korkar. Bu nedenle çocuk kendi kimliğini ve yetilerini kullanamaz ve ailesinin yönettiği pozisyonda ilerler. Bu bağlamda yetenekleri hiçe sayılan çocuk ailesinin yansıması haline gelir.
Bu baskılara maruz kalan kişi bir meslek kazanmak amacından ziyade, aile baskısından kurtulmak ve özgürlüğe kavuşmak arzusuyla üniversiteye gider. Üniversiteyi kendi kararı veya aile dayatmaları sonucu kazanan kişi “Sen ne okuyordun, oradan mezun olunca ne olacaksın?” baskılarına maruz kalır. Okul henüz bitmeden akrabalar, aile dostları, konu komşu çoktan senin için iş aramaya, birilerini araya sokmaya başlamışlardır.
Sonrasında devam eden evlilik baskılarıdır. Her şeyin belirli bir yaşı ve sırası vardır. Özellikle kadınsan yaşın gelmiştir ve artık evlenmelisindir. Evlenmeyi hiç düşünmeyen kişi kendini bir anda bu durumun içinde bulur. Evlendikten sonra ise çocuk beklenir. Eğer hala daha çocuğun yoksa mutlaka evliliğinle ilgili bir sorunun vardır. Belirlenen bu sıraya uymamak ve bu kavramların dışında kalmak dışlanmayı ve yargılamayı getirir. Bu baskıların sonucunda yanlış meslek tercihi, toplumdan farklı olan kişinin dışlanması ve genç yaşta yapılan evlilikler ortaya çıkar. Başkalarının dayatmaları sonucu istediğimiz hayatı yaşayamaz hale geliriz.
İlginç olanı şudur ki her ne kadar bu baskılara isyan edip kabullenmesek bile, hayatımızı çevreleyen bu baskılar ister istemez bizi çemberine alır ve kendi yolumuzu çizemez hale geliriz. Neden kendi hayatımızı yaşarken başkalarını düşünmek zorundayız? Birbirinden alakasız insanlar için mi yaşıyoruz? Neden kendi kararlarımızı kendimiz almak yerine, toplum kalıbına uymaya çalışıyoruz?
Kendimiz olmayı unutuyoruz ve bu baskılara kapılıp gidiyoruz. Toplumun amacı, toplumdaki tüm farklılıklara rağmen bütünlüğü korumak ve devamı sağlamak olmalıdır. Bütün bu baskılardan sıyrılmalı, bir şekilde bu baskılara karşı koyabilen bireyler olmalıyız. Hayatımızı sarmalayan baskıların olmadığı, hoşgörülü bir toplum olma dileğiyle…
İlginizi çekebilir: Zamanınızı kaybetmeyin: Hayatın hep “bir daha bunu yapmayacağım”lar ile geçmesi