Ömrümüz sürdükçe değişen kimliklerimiz ile nasıl yaşanır?
Kimlik oluşumu doğduğumuz andan itibaren inşa edilen ve yıllar içerisinde defalarca değişebilen bir şey. Doğduğun evle başlıyor, bulunduğumuz ortamda bize karşı olan yaklaşımlarla şekilleniyor ve yıllar içinde farklı deneyimlerden defalarca etkileniyor. Çok büyük olaylar ardından bambaşka biri olduğu söylenen kişiler sizlerin çevrenizde de mutlaka olmuştur. İkiz çocuklarla yapılan bir deneyde özellikle aynı giysilerle yıllarca benzer şekilde büyüyen çocukların yıllar içindeki değişimi ve ayrışma isteği ve farklı şekilde yaklaşılmaya duyulan ihtiyacı, kimlik oluşurken gördüğüm en temel ayrışmalardan. Descartes’ın “Düşünüyorum öyleyse varım.” sözünün benlik olarak varlığı ifade eden en önemli sözlerden olduğunu düşünüyorum. Yani aslında sadece eyleme geçerek ya da bir varlığa sahip olarak değil bir beceriyi yerine getirme kapasitemiz de benliğin bir parçası. Benliği içe dönük-dışa dönük, özgüvenli gibi sıfatlar üzerinden tanımlamak yerine daha bütünsel bir yerden bakmak gerektiğini hatırlatıyor.
Ergenlik döneminde daha çok sorulan “ben ne yapabilirim bu sistem içerisinde” sorgusu da özellikle kimliğin arayışına girdiğimiz diğer bir dönem, farklılıkları denemek, bunun için arayışta olmak ve zaman zaman farklı içerikleri deneyimlemek de bu dönemin özellikleri arasında. Erik Erikson’un geliştirdiği psikososyal gelişim kuramında, ergenlik dönemi kimlik bunalımının yaşandığı ve bireyin kendi kimliğini tanımlama sürecinin zirveye ulaştığı bir dönem olarak tanımlıyor. Bu dönemde, bireyler kendi benliklerini keşfetme sürecine girerken aynı zamanda farklı rolleri deneyerek kimliklerini oluşturmaya çalışıyorlar.
Kimliğini yetişkinlik döneminde tekrar inşa etme ihtiyacını için ise Rollo May’in “Kendini Arayan İnsan” kitabında yer alan şu örneğin çok anlamlı olduğunu düşünüyorum: İşinde çok başarılı, entelektüel ama bulunduğu ortamda rahat hissedemeyen, kimseyi sevemeyen, sürekli zihnindeki düşüncelerden odaklı şekilde müzik dinleyemeyen, okuduğunu anlamayan (ki bu günümüzün de maalesef çok odaklı olmaktan hiç odaklı olmanın yarattığı sorun) bir kişi düşünelim. Aslında çok sevgi dolu bir ailede büyümesi, her konuda en başarılı görülen kişinin kendisi olması, hiç eleştiri almaması, ona faydalı olmak yerine engel olmaya başlıyor ve bunu özellikle yetişkinlikte tekrar kimlik oluşturma ihtiyacıyla görüyoruz.
Geçtiğimiz hafta Basel’den trenle klasik Colmar rotasını yaparken, tarih ve kültür arasındaki etkileşimin de kimliğe etkisi beni düşündürdü. Almanya ve Fransa arasında yer alan bu bölge, tarihi olayların ve kültürel farklılıkların bir karışımı gibi. Hem İsviçreli hem de Fransız kişilerin bindiği trende, Fransa ve Almanya arasında karışmış kimlikleri barındıran giyiminden tarzına direkt-dolaylı konuşmalarından hayat önceliklerine kadar farklılıkları konuşmalarına bile yansıyor, diğer yandan geçmiş dönemde Alsace Bölgesi içerisinde Alman hakimiyeti yaşandığı için ortaklaşan yanlar da mevcut. Kimlik oluşumunda geçmiş deneyimler ve çevre eş zamanlı etkili ve bu kültürel farklılık da buna hafızalarda kalıcı bir örnek.
Sonuç olarak, ömrümüz boyunca değişen kimliklerimizle yaşamak, sürekli bir adapte olma ve yenilenme süreci kaçınılmaz. Her yeni deneyim, her yeni ilişki ve her yeni sorumluluk, kimlik algımızı zenginleştiriyor ve geliştiriyor. Bu nedenle, değişen kimliklerimizle barış içinde yaşamak ve sürekli olarak kendimizi keşfetmek, hayatımızı daha anlamlı kılmak için fırsat. Değişen kimliklerimizle mutlu ve barış içinde olmak üzere 🙂
İlginizi çekebilir: Deneyim, etki ve sezgi ile hayatlara dokunmak