Düşüncelerimiz tahminimizden daha güçlüdür ve bizler düşündüklerimizle, inandıklarımızla, birçok şeyin yönünü değiştirme ve belli bir enerji alanı yaratma becerisine sahibiz aslında. Dolayısıyla olumlu düşünerek daha iyi deneyimleri hayatımıza çekebiliriz. Ancak, “olumlu bir zihniyet” dediğimiz şeyi doğru anladığımızdan emin miyiz diye merak ediyorum.
Sürekli mutlu olmamız, her şeyin pembe gözükmesi gerektiğine, bir şeyler pembe değilse de, acil durumlarda kullanalım diye dağıtılmış pembe gözlüklerimizi takmamız gerektiğine inandırıldığımız bir düzende yaşıyoruz. Durum böyle olunca da, esasen çok güzel ve yararlı olan olumlu düşünmek, çok sağlıksız bir hal almaya başlıyor.
Olumlu bir zihniyet, 7/24 iyi hissetmek demek değildir. Bazı kişiler, maalesef, duygularını yok sayıyorlar ve bunu olumlu bir zihniyete sahip olmak zannediyorlar. İyi hissettirmeyen duyguları deneyimlemekten kaçınmak için, bu duyguları yok sayarak ya da baskılayarak bir yanılgı yaratıyor, bunu da “Ben hep pozitif düşünüyorum” söylemiyle normalleştirmeye çalışıyorlar. Bu durum normal olmadığı gibi, sağlıklı da değildir.
Bizi üzen, kıran, canımızı yakan bir olayla karşılaştığımızda, buna bir de “iyi tarafından bakmak” zor durumlarla baş edebilmemiz açısından önemli tabii, ancak bunu yapmanın tek yolu da sahicilikten geçiyor. Olan her ne ise, önce bizde yarattığı duygunun içinde kalmalıyız. Bu duyguyu tanımalı, tanımlamalı, yaşamasına izin vermeli ve bununla ilgili neye ihtiyacımız varsa onu yapmalıyız. Yas tutmamız gerekiyorsa tutmalı, içimize dönmemiz gerekiyorsa dönmeli, dinlenmeye ihtiyaç duyuyorsak dinlenmeliyiz.
Tabii ki, başımıza gelen olaylardan alacağımız dersler vardır, bize faydası olacak başka olayları tetiklemişlerdir belki de… Ancak bu demek değildir ki her zaman gülerek, neşeyle, -mış gibi bir hayat yaşamalıyız. Önce olana olması için izin vermeli, gerçekten yaralarımızı sardıktan sonra, yüzümüzde gülümsemeyle geriye bakabilmeliyiz. Çünkü yaşamasına izin vermeyerek yok saydığımız duyguların aslında yok olmamak gibi bir özellikleri vardır.
Bir süre sonra, zamanında izin verilmeyen duygular daha çok canımızı yakar, daha da önemlisi sağlığımıza ciddi anlamda zarar verebilir. Bu, bir yandan “gerçekten de” olumlu bir zihniyete sahip olmadığımızı da gösterir. Çünkü yüzeyin biraz altına indiğimizde kırgınlık, kızgınlık, acı gibi duyguların varlığını görebiliriz. Bu da bir baş etme yöntemi olarak “yokmuş gibi” yapmaktan başka bir şey değildir.
Bazen de, o anki duygunun adını koyarız ve kendimize yaşamak için izin veririz, ama kısıtlı bir süre için. Yani kendi kendimize bir beklenti yaratıp ona uymaya çalışırız. O kadar alıştık ki hızlı tüketime, duyguları da hızlı hızlı tüketip dönüştürmeyi bekliyoruz. “Tamam, üzüldüm, işte 40 dakikadır üzgünüm, haydi artık mutlu olayım.”
Keşke bazı şeyleri aşmak bu kadar kolay olabilseydi, ancak değil. Gerçek olmayan hiçbir şeyin de bize yararı yok. Duygularımıza bir bitiş noktası belirlemek yerine sürece odaklanalım. “Ben bu duyguyu nasıl dönüştürebilirim? Şu an neye ihtiyacım var?” diye kendimize sormak ve ihtiyacımız olan zamanı kendimize vermek, zaten bizi sürecin sonunda istediğimiz olumlu noktaya ulaştıracaktır. Hem bu nokta bize ait olacaktır, hem de gerçek olacaktır.
Böyle sürekli mutlu olmayı beklemek ya da kendimizi duygulara kapatmak, kendimize yaptığımız bir haksızlıkmış gibi geliyor bana. Duygular gelip geçicidir, doğru ama varlıklarını kabul etmeli ve onları deneyimlemeliyiz.
Kimi zaman, bu haksızlığı başkalarına da yapabiliyoruz. Biri bize bir derdini, sıkıntısını anlatınca, belki yükünü hafifletmek adına “Bir de şuradan baksak” diye olumlu bir açıyı göstermek yararlı olabilir, ancak burada da karşımızdakinin ihtiyacını anlamak esas olmalıdır. Bazen sadece karşımızdakini dinlemek ve onu anladığımızı dile getirmek yeterlidir. Çünkü anlaşıldığımızı hissetmek hepimizin en öncelikli ihtiyaçlarından biridir.
“Boşver, takma, aman sen de buna mı sıkıldın” gibi geçiştirici sözleri iyi niyetle söyleseniz bile, karşınızdakine yarar sağlamadığınız gibi, zarar bile verebilirsiniz. Sırf siz “Artık üzülme” dediniz diye, kimseden herhangi bir duygusunu 10 dakika içerisinde dönüştürmesini bekleyemezsiniz. Ya da sahip olduğunuz sınırlı bilgiyle bir başkasının ne hissedip ne hissetmemesi gerektiğine karar veremezsiniz. Birine gerçekten yardımcı olmak istiyorsanız, “Benim yapabileceğim bir şey var mı?” diye sorun. Emin olun, bazen yapabileceğiniz en iyi şey, samimi bir şekilde bu soruyu sormak olacaktır.
Duygularımız gelip geçicidir, onlara tutunmamalıyız, ancak onları yok saymamalıyız da. Duyguları yok saymak yerine, onlarla ne yapacağımızı bulmak bizi güçlü kılar. İhtiyacımız varsa yardım istemek, destek almak da sürecin çok doğal bir parçasıdır. Bunları yaparken, bir yandan da olumlu düşünmek, hayatımızdaki zorluklarla baş edebilmemizi sağlayacaktır. Her şeyin her an tozpembe olmasına gerek yok. Pembe gözlükler yerine, farkındalıkla kendimize ve çevremize bakmayı başarırsak, işte o zaman olumlu bir zihniyete sahip olmaktan söz edebiliriz.
İlginizi çekebilir: Duyularımızı ve duygularımızı harekete geçirme zamanı: Dişil enerjimizi beslemeye ihtiyacımız var