Öleceğini bilen tek canlı insandır. Bu gerçek ile yüzleşebilir de; ondan kaçarak ya da onu bastırarak üzerini örtmeye çalışabilir de. Psikanalitik kurama göre, ölüm içgüdüsü bizlerdeki yıkıcı ve yok edici eğilimleri içerir. Her insan bilinç dışında ölümsüzlüğüne inanır. Sanki başına hiç gelmeyecekmiş gibi davranmak ister. Bu da insanın başlangıçta bu durum karşısında güçlü tepkiler vermesine yol açar. Ölen kişilerin yitirildiğini kabul etmek zorlaşır.
Varoluşçu analistler ise, ölümle yüzleşmenin, insanın hayata bakışına pozitif yönde ışık tutuğunu savunurlar. Çünkü bu farkındalığı kazanmak bizlere varolduğumuzu hatırlatır, içinde bulunduğumuz zamana ise gerçek anlamını kazandırır. Bu sayede sonsuz seçeneklere sahip olduğumuzu ve istersek bunları seçebilme potansiyelimizin olduğunu anlarız.
Aynı zamanda sevdiğimiz birinin ölümünü yaşadığımızda hissettiğimiz üzüntü ve boşluk duygusunun yanı sıra gözümüzün önünden akıp geçen birlikte yaşadığımız anların bizde bıraktığı izlerdir. Eğer yarım kalmış deneyimler, söylemek isteyip de söyleyemediğiniz cümleler, pişmanlık ve suçluluk duyduğumuz deneyimleriniz baskın ise ilk olarak bunların aklınıza gelme olasılığı daha yüksektir. Bu nedenle yaşadığımız her anda, karşımızdaki kişi ile bir ilişkiyi yaşarken “dile kolay da olsa” bu gerçekliği unutmamak daha dolu bir deneyim geçirmemize olanak verebilir.
Konu bu kadar derin ve anlamlı olunca, tüm bu hislere temas etmek ve dönüşebilmek bizi zorlarken, bunu çok daha küçük çocuklarımıza nasıl anlatacağımızı bu yazıda aktarmaya çalışacağım. Evet, onlar çocuklarımız ve bizlerin anlamakta zorlandığı bu süreç hakkında neyi ne kadar bilmeleri gerektiği, ne kadarını zihinlerinde anlamlandırabileceklerini tahmin etmemiz sancılı bir süreç olarak karşımıza çıkıyor. Özellikle sordukları sorularla bizleri köşeye sıkıştırabiliyorlar. “Ne desek de işin içinden çıkabilsek” şeklinde düşünmemize sebep oluyorlar.
Çocukların algıladığı ölüm kavramı gelişim özelliklerine göre farklılık göstermektedir. Özellikle okul öncesi dönemde soyut düşünce henüz gelişmediğinden ve ben merkezli olduklarından, çocukların ölümü; “Gitti ve bir daha geri gelmeyecek”, “Uykuya daldı ve uyanmayacak” şeklinde algılama eğiliminde olduğu görülmüştür. Bu iki eylemin ölüm ile bağdaştırılmaması oldukça önemlidir. Aksi takdirde çocuk kendini ölen kişi tarafından kasıtlı olarak terk edilmiş hissedebilir ya da uyumak istemeyebilir, çünkü uyanamamaktan korkacaktır. Ayrıca neden gittiği, gittiği yerde mutlu olup olmadığı, bizi görüp görmediği, çocuklar tarafından sık sorulan sorulardır. Çünkü bu yaş çocukları biyolojik olarak ölüm kavramını anlayamazlar ve ölümü yaşamı durduran değil de geçici bir durummuş gibi algılama eğilimindedirler.
7 yaşına kadar çocuklar ölümü; sadece hasta ve yaşlıların başına gelebilen, sağlıklı yaşayarak, kazalardan ve hastalıklardan korunarak kaçınılabilecek bir durum olarak algılarlar. Sanki ölümü farklılaşmış bir yaşam biçimi olarak görme eğilimindedirler. 5-6 yaş civarında yavaş yavaş ölen kişinin geri dönemeyeceği algısı oluşmaktadır. 8-9 yaş civarı çocuklar biyolojik olarak ölümü kavrayabilirler. (Nefes alamadığı, kalbinin durduğu, yemek yiyemediği…)
Çocuklara ölüm açıklanırken bu gelişim evreleri ışığı altında ve kendi inanışlarımız çerçevesinde, üzüntümüzü (ağladığımızı saklamadan) göstermekten çekinmeden bir açıklama yapmamız doğru olacaktır. Çocuk, ölümün üzücü bir olay olduğunu hissedecektir, bu nedenle üzgün olan anne ya da babanın bu duygusunu çocuğun görmesinden kaçmaması gerekir ki çocuk acıyı, yası yaşanabilir, geçici ve doğal bir süreç olarak algılayabilsin. Durumu saklamak ya da çocuğa yanlış bilgi vermek daha çok kaygı ve korku duymasına sebep olacaktır.
Cenaze töreni gibi uğurlamalara ergenlikten önce tanık olmaması daha doğru olacaktır. Aynı şekilde ağıt yakma ve haykırışların çok fazla olduğu ortamlardan uzak tutulması daha yerinde olmaktadır. (Çocuğun sizi ağlarken görmesi ya da onunla konuşurken gözlerinizin dolması değil burada anlatmak istediğim, daha dramatikleştirmeye dayalı bir olay.)
Şu şekilde bir açıklama ile çocuk bilgilendirilir: “O artık yaşama veda etti, aramızda, bizimle bu dünyada değil tatlım. Çok üzgünüm ama o öldü. Artık bir daha onu göremeyiz. Bu kimsenin suçu değil ya da onun istediği bir şey değil ama ne yazık ki bundan kaçamayız. Onu hepimiz özleyeceğiz. Tüm canlılar doğar, büyür ve ölülürler tatlım.” ( 6 yaş sonrası için son cümle.) Belli bir hastalığı varsa sebep çok kaygı uyandırmadan açıklanmalıdır.
Konu ile ilgili kitaplardan destek alınabilir. Çocuğun gelişim evresine göre hazırlanan bu kitaplar çocuğa yas süreciylede ilgili model olmaktadır. Bu gerçek ama kısa açıklama sonrası çocuğun soruları cevaplanır ve sorduğu soru alanları daha kapsamlı açıklanabilir. Yine “Melek oldu”, “Cennete gitmek için öldü”, “Bulutların üstünde bizi izliyor” gibi açıklamalardan kaçınmak gerekir. Bu zor sürecin üstesinden birlikte gelinebilecek bir durum olduğu unutulmamalıdır. Kaybedilen kişi çok yakınsa ya da çocuğun hayatında değişikliklere sebebiyet veriyorsa, çocuk için zorlayıcı olabileceğinden terapi desteği alınması uygun olmaktadır.
Sorularınız için; aslisongun@gmail.com dan bana yazabilirsiniz.
İlginizi çekebilir: Çocuklarda duygusal gelişimin desteklenmesi için 8 etkili öneri