Olmasını istediğiniz ama gerçekleşmeyen olayların sorumlusu kendiniz olabilir misiniz?
Bu beyin gerçekten çok acayip bir şey. Neye inanırsa hayat öyle ilerliyor deniyor ya, bugün bizzat şaşırarak yaşadım bunu.
Spor salonlarına girmeyi hiç sevmiyorum. Dışarıda, açık alanda yürüyüş yapmayı seven bir insanım. Bir dönemim vardı; hayat tarzımı sağlıklı beslenme ve yürüyüş üzerine kurduğum. Sabah Belgrad Ormanı’nda yürüyüp sonra arkadaşlarım sahilde yürüyüş için aradıklarında mutlu mutlu, rahatlıkla devam ettiğim. “Vay be ne günlerdi” diyorum şu an ama sadece 2 sene uzaklıkta ve çok şükür sağlık açısından da yapamayacağım bir noktaya gitmedim. Fakat biraz kilo aldım ve ağırlaştım.
Daha zor geliyor artık hareket anlamında çoğu şey. Mesela bugün için arkadaşlarımla Belgrad Ormanı’nda yürüyüş için sözleşmiştik. Ve dün beynimin içindeki konuşmaları fark ettim: “Eyvah o kadar yolu nasıl yürüyeceğim? Yokuşlarda ne yaparım? Başladın mı yorulduğun zaman yürüyüşü istediğin gibi bitirecek bir parkur da değil.” Korkmuştum! Evet, evet tam anlamıyla bu! Ben o yürüyüşten korkmuştum. Bin bir bahane bulmak istedim arkadaşlarıma da. “Gamze sen resmen şu an aslan görmüş gibi kaçmaya çalışıyorsun. Halledersin. Hep yürüdüğün yol, sakin ol” diye telkin etmeye çalıştım kendimi. Ama bir şekilde bedenim bu korkuyla beraber giderek daha da ağırlaşıyordu sanki. Evde odadan odaya geçerken bile nefes alıp verişlerim tuhaflaşmıştı.
Beyin neye inanırsa onu ispat etmeye odaklı çalışıyor ya hani. Resmen bana: “Gamze yürüyemezsin bu ağırlıkla. Yolun ortasında kalırsın, hiç bulaşma” diye konuşuyordu benimle. Yürüyemeyeceğimi, başaramayacağımı ispat etmeye odaklanmıştı. Çünkü ben yapamayacağıma baştan emindim. Başka da bir yol bırakmamıştım. Sonrasında da inandım ya da inanmayı tercih ettim daha kolayıma geldiği için. Dün gece erkenden yatağa girmeme rağmen gözümü kırpmadım, uyuyamadım sabaha kadar. Uykum kaçtı. Kendimi arkadaşlarıma karşı kötü hissetmeyeceğim bahanemle buluşmuştum işte: “Kızlar ben uyuyamıyorum, sabah uyanamayabilirim. Uyanırsam mutlaka geleceğim, kusura bakmayın.” Tabii ki uyanamadım. Mis gibi havada en zevk aldığım şey olan yürüyüşten kaçtım ve şu an hem şaşkınlık içinde hem de durumdan etkilenerek bu satırları yazıyorum.
Gerçekten inanç ne kadar kuvvetli bir şeydi! Senelerdir sürekli yaptığım yürüyüşe karşı bu ağırlıkla yürüyemeyeceğime emin bir şekilde inandığım için, yürüyememem için bir sürü endişeleneceğim veri bulup yürüyemedim gerçekten. Orada hep rahatlıkla, zevkle yürüyen bendim. Ne değişti? Yol mu? Sağlığım mı? Hiçbir şey. Değişen benim inancım ve bakış açımdı sadece. Ama ne kadar da kuvvetliydi. Her şeyi yenmeyi başarmıştı. Şu an Belgrad Ormanı’nda yürümek benim için kaplanlarla beraber yürümekle aynı şey gibi gözüküyor neredeyse! Ve bunu yaratan sadece benim. Bu durumu sadece kendi kafamda yarattım.
Vay be… Ne kadar inanılmazız aslında. Ne kadar kuvvetliyiz, ne kadar büyük yaratıcılarız.
Yürüyemeyeceğim dedim ve bu durumu yarattım. Bunu her şeyde yapabileceğimizi siz de fark ettiniz mi? “Olmuyor!” diye sinirlendiğimiz birçok durumu farkında olmadan yine kendimiz yaratıyorsak? Ya aslında olacaksa ve biz tamamen olmayacağımıza emin olduğumuz için, kendimize inanmadığımız için olmuyorsa? Ki çoğu ama çoğu şey böyle ilerliyor hayatımızda.
Ya da konfor alanından çıkmak istemiyoruz, rahat geliyor çünkü orası. Geçen gün bir arkadaşım anlattı. Hayatının bir döneminde pek memnun olmadığı bir patronu varmış ve herkes kaçıyormuş adamdan, iş değiştiriyorlarmış. Arkadaşım da bunu gayet yapabilecek potansiyelde bir kız olmasına rağmen “Gamze çıkamıyordum işten. Bir tek ben kalmıştım. Çok istiyordum ama bana denk gelmiyordu. Çıldıracaktım ve böyle senelerce devam ettim” diye anlattı. Sonra oturup düşünmüş bu işte bir terslik var diye. Kendi kendisine yaptığı analizler sonucu fark etmiş ki dili ne kadar gitmek istediğini söylese de aslında işin yeri, maaşı vb. gibi konulardan dolayı rahatı oldukça yerindeymiş. “Meğer ben aslında rahatmışım durumdan içten içe ama farkında değilmişim” dedi. Fark ettiği anda da bir şeyler çözülmüş. Hiç bir şey yapmadan önüne harika bir iş teklifi gelmiş. Hayatlarımızda aslında olmasını isteyip olmayan durumlara iyi bakmalıyız; “Olmuyor, olmuyor” diye kızıp söylenmek yerine. Derinlerden bambaşka şeyler de çıkıyor genelde. Bu hepimiz ve her durum için geçerli.
Yani işin özü:
- Kalpten neye inandığımızı çok iyi anlamamız lazım. Beyinlerimiz emir kulumuz gibi. Biz neye inanırsak, o onu yerine getiriyor sadece. Bir yandan da kendimize inanmak, sonsuz ve sınırsız gücümüze inanmak, özümüze güvenmek bu kadar mı zor? Neden çevremizdeki sevdiklerimize inanırken, destek verirken aynısını kalpten kendimize yapamıyoruz?
- İstediğimiz durumu gerçekten isteyip istemediğimizi fark etmemiz lazım. Örneğin: Ben kendi evime çıkmak istiyorsam ve bir türlü bazı sebeplerce çıkamıyorsam ve o sebeplere sinirlenip elimi kolumu bağladığını düşünüyorsam? Ama aslında çok derinlerde ailemle yaşamaktan memnunsam, rahatıma geliyorsa ve aslında gitmek de pek istemiyorsam?
Bu hayatta ne yaşıyorsak kendimiz yaratıyoruz. İyi ya da kötü görünen her ne varsa kendi eserimiz! Elinize kağıt ve boya kalemleri aldığınızı düşünün. Hayat önünüzdeki boyayacağınız kağıtsa; inanç, güven, tutku, sabır gibi kavramlar da boyalarınız. Siz kendiniz için ne çizmek istersiniz? Kağıdınızın nasıl görünmesinden memnun olursunuz? E haydi o zaman kolay gelsin hepimize.
İlginizi çekebilir: Kaybolduğunuz dönemi aşıp hayatı tekrardan yaşamaya başlayın