Bir türlü geçmek bilmeyen zaman artık su gibi akıp gitmeye başladığında ve hepimiz okul sıralarında oturduğumuz o korunaklı ‘fanus’tan çıkıp gerçek hayata atıldığımızda, okulda öğrendiklerimizin birçoğundan geriye sadece tek bir şey kalır; kendi tecrübelerimiz. Hayat en uzun okul, zaman en iyi öğretmenken hayata dair okulda öğretilmeyen ancak insanın yaşam yolculuğundaki tecrübeleriyle yıllar içinde ‘hayat okulu‘nda öğrendiği, hayata dair bakış açısını şekillendiren ve içgörü kazanmasını sağlayan onlarca değerli öğreti bulunuyor.
Yılların ve tecrübelerin getirdiği olgunlukla geriye dönüp bakan insanların “Şu anda aynı durumda olsam şunu yapmazdım, ya da yapardım.” ya da “Gençlik yıllarıma geri dönebilme şansım olsaydı şunu farklı yapardım.” gibi cümleler kurduklarını mutlaka duymuşsunuzdur. Hayatınızdaki stresi biraz olsun azaltmak, daha pozitif bir açıdan hayata bakmanıza yardımcı olmak ve mutluluğunuzu artırmak adına okulda öğretilmeyen önemli hayat derslerinden en önemli 10 altın kuralı rafine ederek sizler için bir araya getirdik.
İlk olarak değer ver, sonra değer gör.
Alma-verme dengesi, ilişkilerden iş yaşamına kadar hayatın pek çok alanında, yaşamın erken yıllarından yetişkinliğin son evrelerine kadar hayatımızın ortasında olan bir kavram. Özellikle ilişkilerimizde karşılık bekleyerek hareket etmemiz son derece normal. Ancak ilk adımı kimin atması gerektiği her zaman kafamızı kurcalayan, önemli problemlerden biri. Bizim bir şeyler yapmamız için, birisinin bize bir şey vermesi veya bir şey yapması gerektiği fikri çoğu insanda var olan, en yaygın inanışlardan biri. Buradaki sorun, insanların büyük bir çoğunluğunun bu şekilde düşünmesi ve bu mantığa göre, iki tarafın da birbirine mümkün olandan çok daha az şey sunması.
Para, sevgi, şefkat, fırsat… Konusu her ne olursa olsun ‘aldığınız değeri’ artırmak istiyorsanız, sizin de daha fazla ‘değer vermeniz’ gerekecektir. Çoğu insanın aksine, ilk adımı siz attığınızda ve herhangi bir karşılık beklemeden ilk veren olmayı özümsemeye başladığınızda verdiğinizden çok daha fazlasının size geri geldiğini göreceksiniz.
Hata ve başarısızlığı fırsat olarak değerlendir.
Yaşamın erken yıllarında, sürekli yeni şeyler deneyip o şeyi öğrenene kadar binlerce kez başarısız oluruz. Yürümeye başlamadan önce onlarca kez düşsek de yine de ayağa kalkmaya, defalarca kez üstümüze yemek döktüğümüz halde kaşığı düzgün şekilde kullanana kadar denemeye, öğrenene kadar pes etmemeye ‘programlıyızdır’. Ancak insanlar yaşlandıkça öğrenir, hata yapmamaya ve daha az yeni şey denemeye başlar.
Yaşamda öğrenilecek şeyler sınırsız olduğu halde hatasızlıkla ve başarısızlıkla yüzleşmekten korkar ve konfor alanının dışına çıkmayı reddederek elindekiyle hayatını sürdürmeye çalışır. Hata ve başarısızlıkların dünyanın sonu olmadığını fark edince ise, bir süre sonra bu hataları çok fazla önemsememeye başlar. İnsan yaş aldıkça, hataları ve başarısızlıkları önemli hayat dersleri almak için, karşılarına çıkan fırsatlar olarak görmeye başlar. Başarı olarak adlandırdığımız şey de aslında hatalara ve başarısızlıklara rağmen vazgeçmemekten ibarettir.
İlginizi çekebilir: Psikolojinizi etkileyen üç şema: Başarısızlık, boyun eğicilik, dayanıksızlık
Kendini boş yere hırpalama.
Yetişkin bireyler neden birkaç başarısızlık ve hata sonrası pes eder hiç düşünmüş müydünüz? Bunun bir sebebi; insanların kendi çok fazla hırpalamasından, başarıya gerekenden çok daha fazla anlam atfetmesinden ve en sonunda çoğunu kendi zihninde yarattığı tüm bu duygusal yükle baş etmekte zorlanmasından kaynaklanır. Ancak bu sürdürdüğünüz en yersiz alışkanlıklardan biri olacaktır çünkü size daha fazla acıdan başka bir şey getirmeyecek ve vakit kaybından başka bir işe de yaramayacaktır. Yaptığınız hatalar karşısında kendi üzerinize gitmektense, enerjinizi hatalarınızı nasıl telafi edip çözebileceğinize verirseniz, her şeyin sandığınızdan daha kolay yoluna girdiğini göreceksiniz.
Şükran ve minnet duygunu geliştir.
Birisine ya da bir şeylere karşı minnet duymak olumsuz ruh halini pozitif duygulara çevirmek için bilinen en harika tutumlardan biri. Aynı zamanda davranışlarınızı ve odağınızı doğru şeylere yönlendirmek için de harika bir araç. Minnet duyarak sadece kendinizi değil aynı zamanda diğer insanları da mutlu edebilir, nihayetinde sağlıklı ve besleyici ilişkileri olan bir bireye dönüşebilirsiniz.
İlginizi çekebilir: Neden şükran duymalısınız: Psikolojide şükran duygusunun yeri
Kendini başkalarıyla asla kıyaslama.
Egonuz size sürekli kıyas yapmanız gerektiğini söyler ve iyi hissetmek için kendince mantıklı nedenler bulmaya çalışır. Egonuz sürekli olarak mutluluk için bir neden bulma arayışındayken, sizden daha fazla şeye sahip insanlarla kendinizi kıyaslamamak oldukça zor bir hal alabilir. Örneğin, yeni bir araba aldığınız için kendinizi oldukça mutlu hissettiğinizde egonuz, sizden daha iyi arabası olan birinin sizden daha mutlu olduğu çıkarımını yaparak kendinizi mutsuz hissetmenize neden olabilir. Kendi hayatınızı ve sahip olduklarınızı başkalarınınkiyle karşılaştırmaya devam ettiğiniz sürece, nasıl hissedeceğinizin kontrolünü de çevrelerinizdekilere vermiş olursunuz.
Kendini başkalarıyla karşılaştırmaktan daha iyi bir yol, kendinizi kendinizle kıyaslamaktır. Ne kadar ilerlediğinize ve neler kazandığınıza bakın. Bunu yapmak o kadar eğlenceli olmayabilir ama uzun vadede size çok daha fazla iç huzur, sükunet, mutluluk, güç ve özgüven getirecektir.
İlginizi çekebilir: Kendinizi başkalarıyla kıyaslamaktan vazgeçmenizi sağlayacak en etkili 3 mantra
Gerçekleşmesinden korktuğun şeylerin % 80-90’ı asla gerçekleşmeyecek.
İnsan zihni hayatta kalabilmek için devamlı olarak tehlikeye karşı tetikte olmaya programlıdır. Bu da, %1’lik bir ihtimalle bile olsa tehlike içeren bir durumun pozitif değil negatif yanlarına daha fazla odaklanmamıza ve gereksiz yere korku duymamıza neden olabilir. Yapılan araştırmalar, günlük yaşamda korktuğumuz şeylerin büyük bir çoğunluğunun sadece zihnimizin ürünü olduğunu ve çoğunun gerçeğe dönüşme olasılığının yok denecek kadar az olduğunu gösteriyor. Şayet, korkularınız gerçeğe dönüşürse bile, çok yüksek bir ihtimalle umduğunuz kadar kötü ya da acı dolu olmayacaktır. Endişelenmek, genellikle zaman kaybından ibaret olabilir. Evet, söylemek uygulamadan çok daha kolay ancak, kendinize sadece daha önceden korktuğunuz şeylerin kaçının gerçekleştiğini hatırlatmanız bile, zihninizdeki korku verici düşüncelerden hızlı şekilde uzaklaşmanıza yardımcı olacaktır.
İlginizi çekebilir: Korku sizi ele geçirdiğinde hatırlamanız gereken 6 ipucu
Hayatı gereğinden fazla ciddiye alma.
Hayatın olağan akışı içindeki dertlere ve sorunlara kendimizi kaptırmamız son derece kolay. Ancak daha önceki maddede de belirttiğimiz gibi, korkularınızın çok az bir kısmının gerçekleşme olasılığı var. Gerçekleşse bile, şu anda size çok ciddi bir sorunmuş gibi görünen olayların çoğunu, bundan 3 yıl sonra hatırlamayacaksınız ya da hatırladığınızda büyük bir olasılıkla güleceksiniz.
Kendinizi, düşüncelerinizi ya da duygularınızı haddinden fazla ciddiye almak, genellikle çektiğiniz acıyı artırıp, problemi büyütmekten başka bir işe yaramayacaktır. Öyleyse biraz daha rahatlamaya ve enerjinizi olumlu şeylere yöneltmeye çalışın. Rahatlama hissi büyüyüp sizi sardıkça hayatta çok daha konforlu, mutlu ve rahat ilerlediğinizi göreceksiniz.
80/20 Kuralı (Pareto İlkesi): Bilinçli seçimler, az çabayla çok verim elde etmeni sağlayabilir.
Hayatla ilgili kazanılan tecrübelerin getirdiği en nihai noktada hepimiz, kısıtlı olan zamanın en değerli kaynağımız olduğu konusunda hemfikiriz. Dünya üstünde kısıtlı olan vaktimizin ne kadarını yaşam amacımız ve beklentilerimiz doğrultusunda ne kadar verimli kullandığımız, yaşamdan aldığımız tatmin ve mutluluk konusunda belki de en belirleyici olan faktörlerin başında geliyor. İhtiyaçlarımızı karşılayabilmek için çalışmak ve üretmek zorunda olduğumuz kaçınılmaz bir gerçek. Bu da bize, zamanımızı hem temel ihtiyaçlarımızı karşılamak hem de hayattan zevk alabilmek için ‘dengeli’ kullanmamız gerektiğini gösteriyor.
Pareto Prensibi olarak da bilinen 80/20 kuralı aslında ilk olarak bir ekonomi kavramı olarak keşfedilmiş. İtalyan iktisatçı Vilfredo Pareto’nun, İtalya’daki servetin %80’inin nüfusun %20’sine ait olduğunu gözlemlemesiyle fark edilen ve hayatın pek çok alanında geçerli olduğu bilimsel araştırmalarla da desteklenen bu ilke temelde, alacağınız değerin (sonuçların) yüzde 80’inin, faaliyetlerinizin (nedenlerin) yüzde 20’sinden kaynaklandığını söylüyor. Peki bu ne anlama geliyor? Sonuçların %80’inin, girdilerin sadece %20’sinin etkisiyle oluştuğunu söyleyen bu prensibi baz alarak, elimizdeki herhangi bir işin ya da sorumluluğun en önemli %20’lik kısmını çok iyi yaptığımızda, o işin ya da sorumluluğun %80’ini halletmiş oluyoruz. Pareto ilkesinin esas amacı, bilinçli tercihlerle sonuçların büyük bir kısmından sorumlu olan küçük oranlardaki nedenlere odaklanarak, çabalarınızı mümkün olduğunca verimli bir şekilde yoğunlaştırmanıza yardımcı olmak. Bu prensip sayesinde yaptığınız birçok şeyi sürekli olarak değerlendirerek gereksiz çabalarınızı bir kenara bırakabilir ve en önemli olan %20’lik kısmına odaklanarak zamanı çok daha verimli şekilde kullanabilirsiniz. Örneğin, karşılaştığınız sorunların yalnızca %20’lik kısmı önemliyken, önemsiz olanlar için zaman ve enerji harcamamak, hayatınızdaki insanların yalnızca %20’sinin mutluluğunuzun %80’inden sorumlu olduğunu bilmek ya da bir proje için gösterdiğiniz çabanın %20’sinin başarınızın %80’inde pay sahibi olduğunun farkında olmak sizin için gerçekten önemli olan şeylere odaklanmanıza, motivasyonunuzu ve enerjinizi olumsuz etkileyen her şeyden uzaklaşmanıza katkı sağlayabilir.
Parkinson Kanunu: ‘İş, içinde bulunduğu zamanı doldurur.’
Yaptığınınız şeyleri çoğu zaman düşündüğünüzden çok daha hızlı yapabileceğinizi biliyor muydunuz? Parkinson kanunu, bir görevin zamana bağlı olarak genişlediğini ve görünüşteki karmaşıklığın sizin o göreve atadığınız zamana bağlı olduğunu söylüyor. Parkinson Kanunu’na göre tamamlamamız gereken herhangi bir iş, bitirilmesi için kendisine ayrılan sürenin hepsini kapsayacak şekilde uzuyor ve belirlenen süreye yayılıyor. Örneğin, eğer o an başladığınızda çok daha kısa sürede tamamlanabilecek herhangi bir sorumluluğu bir haftaya yayarak bitirmeyi planlıyorsanız, o zaman bu sorumluluk, size daha da büyümüş gibi görünüyor ve tamamlamak için gerekenden daha fazla zaman harcıyorsunuz.
Parkinson Kanunu’nu elinizdeki işleri mümkün olan en kısa sürede tamamlamaya çalışarak hayatınıza dahil edebilirsiniz. Sorunu çözmek için kendinize tüm gün yerine sadece bir saat ya da tüm hafta yerine sadece bir gün vermek, ancak yetiştiremediğinizde de paniğe kapılmadan en kısa sürede çözüme ulaştırmaya çalışmak hayatınızdaki problemlerin önemli ölçüde azalmasına yardımcı olacaktır. Elinizde tamamlanmayı bekleyen bir iş varken, kendinize verilen süreden daha az bir süreyi sınır olarak belirlediğinizde zamanınızı çok daha verimli kullandığınızı fark edeceksiniz.
İlginizi çekebilir: Çözüm odaklı terapi: Büyük değişimlere giden yol küçük değişimlerden geçer
Uyum varsayımı: Herkesle iyi anlaşabilirsin.
Sosyal varlıklar olduğumuz için yeni insanlarla tanışmak çoğumuz için son derece eğlenceli bir aktiviteyken bazı zamanlarda fazlasıyla gerginliğe neden olabiliyor. Hepimiz iyi bir ilk izlenim yaratmak istiyor ve kendimizi ilerlemeyen, garip bir konuşmanın ortasında bulmaktan kaçınıyoruz. Ancak uyum varsayımı kuralıyla hareket ederek yeni insanlarla tanışmayı gergin bir konu olmaktan çıkarabilmemiz mümkün.
Uyum varsayımı kuralı en temelinde yeni bir insanla buluşmaya değil de, yakın bir arkadaşınızla buluşurmuş gibi düşünerek buluşmaya gitmenizi; yani hem düşüncelerinizi hem de davranışlarınızı bu zihniyetle şekillendirmenizi özüne alıyor. Bu sayede, zihninizde sizi geren sinirsel etkileşimler yerine, arkadaşça bir tutumla sizi rahatlatan etkileşimlerin kendiliğinden ortaya çıkmasına zemin hazırlamış olacaksınız.
İlginizi çekebilir: Kendi dışımıza odaklanarak ilişkilerimizi nasıl geliştirebiliriz?
Hiçbirimize okulda öğretilmeyen ancak insanın binlerce yıllık varoluşunun ürünü olan kolektif bilinçle şekillenmiş bu altın kuralları yaşamdaki ilerleyişiniz için birer mihenk taşı olarak gördüğünüzde, yaşam tatmininizin yükseldiğini ve nihai amacınız doğrultusunda çok daha sağlam adımlarla ilerlediğinizi göreceksiniz. Bazı şeyleri teoride ne kadar iyi biliyor olursak olalım uygulamanın bilmek kadar kolay olmadığının ve bazı derslerin sadece tecrübeyle kazanılabileceğinin farkındayız; ancak başlamak için hiçbir zaman geç değil.