Öfkeyle kalkan zararla oturur.
Keskin sirke küpüne zarar.
Öfkede akıl olmaz.
Öfke gelir göz kararır, öfke gider yüz kızarır.
Ne çok atasözümüz var öfkeyi anlatan. Alt mesaj, “Aman dikkat et, kaçın, zarar verir, aklını alır, utandırır, pişman olursun.” Peki, gerçekten kaçmalı mıyız öfkeden, bizi öfkelendirebileceklerden?
Öfke ne güçlü bir his!
İliklerine kadar hissettirir geldiğinde…
Dumanlar çıkar burun deliklerinden.
Ateş toplarına dönüşür gözler.
Ağızdan yakan, kavuran alevler fışkırır.
Eller ve ayaklar sivri ve keskin pençelerdir artık.
Önüne çıkanı yakar yıkar.
Gözünde nasıl bir varlık oluştu bilmiyorum… Benimki güçlü, dikenli, kıpkırmızı ve hatta yer yer kapkara, kocaman bir canavar. Alâeddin’in lambasından çıkan cin gibi dev ama korkunç. Hiç sempatik değil. Ve dileklerimi oluşturmaktansa yok ediyor!
Ya sen öfkeni düşündüğünde ne geliyor aklına? Nasıl bir şeyler oluşuyor zihninde?
Herkesin öfkesi başka renk, başka doku.
Tanıman gerek öfkeni, ağzında bıraktığı tadı bilmen,
Gelmekte olduğunu fark edebilmen gerek.
Çünkü dost olman gerek öfkenle.
Ah Allahım… Ne dostluğu!
“Kaçıp kurtulmam lazım bu his beni yiyip, bitirip bir canavara dönüşmeden” ya da “Ne yapalım, ben böyleyim, saman alevi gibi öfkelenirim ve sonra dinerim” diyenlerdensen seni öfkenle tanışmaya davet ediyorum.
Öfke bana beni anlatır
İş hayatım, okul hayatım, sosyal hayatım, kendimle ilişkim, bir de dünyada olup bitenler beni sürükleyip oradan oraya savurabilir.
Ekonominin gidişatı, istismar haberleri, market kasasında sıra beklerken aceleni hiçe sayan kasiyer, trafikte sinyal vermeden önünüze kıran minibüs şöförü, iş yerinde günaydın demeye zorlanan ekip arkadaşın, ne yapsan eleştirecek bir şey bulan annen/baban, tam oturup dinlenecekken yapılacaklar listesiyle başında beliren eşin, arkadaşını değil ama seni her seferinde uyaran öğretmenin, mesajlarına yanıt vermeyen sevgilin, sana haber vermeden buluşan arkadaşların, kirli çoraplarını koltuğa sıkıştıran çocukların, eve girmek üzere kapıyı açarken kırılan kilit, koca pizzayı gluten, laktoz takmadan mideye indiren sen…
Bir nefeste aklıma gelen senaryolar, ki eminim daha ‘renkli’leri de vardır, bir anda öfke bulutunun içine sokuyor bizi; üstüne düşünmeye devam ettikçe derinlere ulaşıyor ve o ‘sevmediğimiz’ canavarı ortaya çıkarıyor…
Halbuki ne olurdu her şey istediğim gibi gitse?
Bu kadar zor mu günaydın demek ya da bana haber vermek ya da kurallara uyarak araba kullanmak?
Zor değil elbet!
Resme baktığımız yerde sıkıntı var. Merkeze kendini koymak ve herkesin bize karşı davrandığını varsaymak sıkıntı! Şu koca dünyada zannettiğimiz kadar da önemli değiliz! Ve bunu sık sık unutuyoruz. Her olan bitene kendimizi merkeze koyarak baktığımızda yaralı tarafımız sahneyi ele geçiriyor ve o ana uygun bir senaryo yazıyor; ya kurban oluyoruz ya değersiz. Bizim senaryomuz gerçekmiş gibi etkiliyor bizi, ruh halimizi, bedenimizi. Belki çok klasik gelecek ama herkes kendi dünyasında, kendi mücadelesini veriyor ve çoğu zaman senin farkında bile değil! Bunu kabul etmek ve sık sık hatırlatmak gerekiyor kendine.
Her his geçer… Geçmediği olmadı!
Öfke de diğer hislerimiz gibi bedende karşılığı olan bir his. Ve izin versek şiddeti de kendisi de azalarak gider; her şey gibi. Ama çoğu zaman biz o hissi düşüncelerimizle besliyoruz. Haklı olduğumuzu tekrar tekrar kendimize anlatarak öfkeyi canlı tutuyoruz. Öfkelenmeyeceğim dediğimizde bile öfke canlı.
Tanıdığın öfkeli birini düşün şimdi. O kişi öfkeli mi yoksa belli durumlarda öfkeleniyor mu? Öfkeli etiketi tehlikeli çünkü genelleme yapıyor ve sanki kişi sürekli öfke hissediyormuş algısı yaratıyor. Durum ile kişiyi ayırmak gerektiğini unutmayalım.
Öfke maskedir.
Dedim ya öfke bize bizi anlatır çünkü güçlü bir maskedir aynı zamanda. Zayıflıklarımızı, kırılganlığımızı, hüznümüzü, hayal kırıklıklarımızı maskeler. Görünmez sanırız o kırılgan tarafımız, dünyaya öfkemizi püskürttüğümüzde.
Her ne zaman öfkeleniyorsan sor kendine:
Bana ne oluyor?
Neden korkuyorum?
Gerçekten ne hissediyorum?
Altta yatan ne var?
Ona temas edebilirsem, onu kabul edebilirim. Ve sonra diner öfkem, sakinleşirim.
Öfke, Ateşi Söndürmek için Bilgelik adlı kitabında Thich Nhat Hanh öfke hissettiğimizde her seferinde kendimize dönmemiz gerektiğini söylüyor: “Evini biri ateşe verdiğinde ilk işin ateşi söndürmek olur, o kişiye haddini bildirmek için peşinden koşmak değil” diyor.
Peki nasıl söner bu yangın?
Bilinçli nefes pratikleri her zaman işe yarar. Nefesin hareketini takip etmek, bedeninde gerginlik hissettiğin yerlere farkındalığını getirerek oralara nefes yollamak gevşemeyi destekleyecektir.
O kadar olumsuz atasözüne ek olarak karşıma çıkan tek olumlu atasözü “Öfke baldan tatlıdır” ile bitiriyorum. Baldan tatlı olabilir doğru bir araç olarak kullanırsam, bir bebek gibi onu kucaklarsam, dinlersem, yargılamazsam, gelmekte olduğunda onu bastırmaz, susturmaz ve neye ihtiyacı olduğuna bakabilirsem…
İlginizi çekebilir: Sizi sabote eden iç seslerinizle tanışmak ister misiniz?