X

Öfkenin sizden almasına izin vermeyin: Öfkeyi yenmek

“Hz. İsa’ya sorarlar: ‘En korktuğunuz şey nedir?’ 
‘Allah’ın gazabıdır,’ der.
‘Peki bundan nasıl korunuruz?’ deyince, ‘Kendi öfkenizi yenerek’ diye cevap verir.’
Mevlana Celaleddin Rumi, Mesnevi

İçimizde fırtınalar koptuğu anlar vardır. Sesimizin nasıl çıktığına bizler bile hayret ederiz. Sanki bir yanardağ gibi patlarız, etrafımızda ne varsa kasıp kavururuz. Hırs olur içimizde, bir karşılık alma arzusu kabarır. Haklıyızdır, nasıl olur da haksızlığa uğramışızdır, belki terk edilmişizdir, belki bir şeyleri kaybetmişizdir, belki ihaneti görmüşüzdür… Hani derler ya “Kendimizi kaybederiz” adeta… O anda, o öfke anlarında bizler gideriz de yerimize “bir başka ben” geliverir.

Öyle ki dünyayı görmez, ne yaptığını görmez, dağıttığını kırdığını görmez… İncittiğini görmez, sonunda kendi kendine üzüleceğini görmez… O an sadece kabaran öfkenin kontrolü vardır, darmadağın etmek vardır, taş taş üstünde bırakmamak vardır. Yeterince haykırmak vardır, vurmak, kırmak, dökmek, hıncını almak, gücünü göstermek vardır. Öfke bir kez kalbi esir almıştır.

Bu sadece anlık öfke. Bir de dinmeyen, geçmeyen, kalpte bekleyen öfke vardır. Dikkat ettiyseniz bazı konular açıldığında sesimiz yükseliverir. Bazı istemediğimiz olaylar hatırlandığında gardımız çıkıverir. Bazı kişiler vardır sonra, ismi anıldığında öfkeyle hatırlayıveririz değil mi? O öfke işte öyle kapı arkasında saklanmış düşman gibi bekler içimizde, ne zaman ortamı olur, o zaman topunu, tüfeğini, süngüsünü alır da saldırıverir. İşte bu anlarda onu yatıştırmak da o kapının arkasına geri göndermek de o kadar kolay olmayacaktır.

Ben sizinle birlikte bu öfke zamanlarımıza bakalım istiyorum hep birlikte… Neden öfkemizi yenmemiz gerekir? Neden öfke bu kadar dağıtmak ister, neden yıllar geçer de biz o hıncı bir türlü alamayız, alamadıkça daha çok öfkeleniriz? Evet, olay yaşanır biter ve yıllar geçtiğinde bizim öfkemiz giderek daha ve daha çok artar, neden böyledir? O öfke neden durduğu yerde durmaz?

Şimdi biraz daha yakından bakalım istiyorum. Öfke ile kol kola giren en temel oyuncu egomuzdur. Yani “Bunu bana nasıl yapar? Ben bunu hak etmiyorum! Ben ona gösteririm! Ben ona bunun daha beterini yaparım!” gibi “ben” ile başlayan cümlelerin sahibi deli egomuz. Evet, eğer öfkemizi biraz olsun dindirmek istiyorsak, yaşananları “kişisel” olarak algılamaktan çıkartarak daha tarafsız bir bakış açısı takınmamız gerekir.

Örneğin bir insanın bizi dolandırması, kandırması veya sahtekarlık yapması “ben” için yapılmış bir eylem değildir, bu eylem o kişiden kaynaklı bir eylemdir. O kişinin kötü ahlakıyla ilintilidir ve kişinin alması gereken derslere konudur. Ben sadece bu akışta kişiye aracılık etmekteyim. Öfke ile yaklaştığımda ise “Bana nasıl yapar? Ben bunu ona ödetirim! Ben onun canına okurum! Ben onu cezalandırırım!” diye dolaşırız değil mi?

Sizce herhangi bir kişinin “cezasını” verebilmek bize mi kalmıştır? Sizce bir insana yönelttiğimiz bu öfke yerine, “Bu akışı kabul ediyorum ve bu kişinin ‘doğru’ yolu en kısa zamanda bulmasını diliyorum” dediğimizde ne olur? İçimizde büyüttüğümüz o kara ormanlar yerine yemyeşil ağaçlar, çiçekler çıkmaz mı? Sizce hataya daha büyük hatalar ile, daha büyük öfkeler ile yanıt vermek gerçekten bir erdem midir? Evet öç almak, hırsımızı almak o anı dindirse de, bir insanın yaptıklarının kontrolü bize mi kalmıştır? Bir insanın günahı da, vebali de, seçimleri de kendi hür iradesine aittir. Bize düşen ise öfkemize sahip olmak ve öfkemizin bizi alıp götürmesine izin vermemektir.

Bugün bu yazımda bana eşlik ediyorsanız içinizde dindiremediğiniz öfke denizlerine bakmanızı dilerim. O dalgalar her gün daha da şiddetlenerek kıyılarınıza vuruyor mu? O dalgalar daha şiddetli geldikçe sizleri alıp götürüyor mu? O dalgalar şiddetiyle sizi yerden yere savuruyor mu? Öfkenizde boğulmak da, onu bir köşeye bırakıp yolunuza devam etmek de sizin elinizde. Unutmayın bu evrende “ilahi” adalet dediğimiz bir güç var ve bu güç çok ama çok daha büyük bir akışın gözünden bakarak en güzeli her zaman bizlere getiriyor. Sadece bunu bilin ve buna inanın yeter!

İlginizi çekebilir: Hayat bizden ibaret: Yarını sözcüklerimizle çiziyoruz

Pınar Özeken (Ulus): 2007 yılında Boğaziçi Üniversitesi Moleküler Biyoloji ve Genetik bölümü ile Kimya bölümlerini bitirdi. Aynı üniversitede Biyomedikal Mühendisliği ve İspanya Pompeu Fabra üniversitesinde master derecelerini aldı. Özellikle 2011’den bu yana moda ile ilgili çalışmalara ağırlık verdi ve hala moda üzerine yazı dizileri, farklı moda kaynaklarında yayınlanmaktadır. Yoga eğitmeni olma yolunda ilerleyen Pınar, bir Arjantin Tango aşığı. Gerçek tutkularından bir diğeri ise seyahat etmek."Dünya üzerinde ayak basılmadık toprak kalmasın" mottosu ile dünyayı dolaşmaya devam ediyor.
İlgili Makale