“Kendisi ile uyum içinde yaşayan kimse, evrenle de uyum içinde yaşar.”
Marcus Aurelius
İnsanoğlu bu dünya düzleminde yüzyıllardır var olma yarışı içinde… Özellikle Sanayi Devrimi ile hızlanan bireyselleşme, ben olma, kapitalizmin de güçlenmesi ile birlikte her şeyin daha fazlasına sahip olma arzusu benliğimizin bir parçası haline gelmiş durumda. İş hayatımızda, günlük problemlerimizle başa çıkma yeteneğimiz her geçen gün test edilirken, kortizol (stres) hormonu seviyemiz de gittikçe artıyor. Birdenbire kendimizi ani öfke patlamalarının içinde buluyoruz, sıkışıyoruz.
Öfke, aslında kendimize yönelttiğimiz büyük bir zehir. Bu hisle kendimizi, sınırlarımızı, bize zarar verme ihtimali olan insanlardan koruduğumuzu zannederiz. Oysa ki öfke, kendi içimizde tanımadığımız, saygı duymadığımız, bastırılmış kişiliğimizin bir yansımasından ibaret. İlk yazılarımda da bahsetmiştim: Herkes bizim aynamızdır. İçimizde ne varsa, dışarıda da o vardır. Makroda ne varsa, mikroda da o vardır. Bu da demektir ki, hiçbir şey bizim yaydığımız frekansın dışında gelişemez. Suç yok, suçlu yok, kurban yok… Peki o halde neden öfke duyuyoruz?
- Başkalarına duyduğumuz öfke kendimize duyduğumuz öz-nefretin bir yansıması olabiliyor. Seminerlerimizde bu inançla sıklıkla karşılaşıyoruz. Çoğu insan hem kendini seviyor, hem de kendine bir o kadar öfke duyuyor.
- Şiddetli olarak bir şeye karşı çıkıyorsanız, orada kendi gölgeniz vardır. Kendinizde yok saydığınız, görmek istemediğiniz, kabullenmediğiniz, sahip çıkmadığınız bir yanınızı aslında reddediyorsunuz demektir. Öğrencilerime her zaman söylerim; eğer birine/bir şeye karşı öfke duyuyorsanız, bu konu ile ilgili kendi üzerinizde çalışma zamanınız gelmiştir. Dışarıda hiçbir şey yok.
- Yalandan nefret ettiğini söyleyen kişi, kendi yalanlarından nefret ediyor olabilir. Namus bekçisi olan kişi, kendi cinsel arzularından nefret ediyor olabilir.
- Atalarınızın belirli bir durum, ırk ya da dine karşı olan öfkesini bile genleriniz yoluyla miras almış olabilirsiniz. Hatta gelin bu konuyu biraz daha ileriye taşıyalım. Bakın “İçimizdeki Şaman” kitabının yazarı sevgili Nil Gün ne diyor?
“Hitler, Yahudileri yok ederken, kendi babasının bir Yahudi’nin gayrı meşru çocuğu olduğu, kendi damarlarında Yahudi kanı taşıdığı gerçeğini yok etmeye çalışıyordu. Hitler çocukluğunda ona karşı çok kötü davranan ve şiddet uygulayan babasından nefret ediyordu.” O halde lütfen düşünün; sizin başkalarına öfke duyarkenki gizli motivasyonlarınız neler? - Peki ya sağlığımız? Öfke hissi bedenimizde de tutulacak alanlar bulur kendine. Eğer geçmişinize/hayatınızdaki insanlara dair çok fazla öfke ve nefretiniz varsa, bu hisler en çok safra kesemizde ve karaciğerimizde birikir, damarlarımızı bile genişleterek yüksek tansiyon, safra kesesi taşı, karaciğer yağlanması gibi hastalıklar yaratır. Öfke, baş ve boyun ağrısına, baş dönmesine bile dönüşebilir.
O halde gelin önce kendi en karanlık yanlarımızla, bilinçaltımızla yüzleşelim. Çünkü ancak o zaman gerçek gücünüzü keşfedip yola çıkabilecek cesaretiniz olacak. Seçerseniz Thetahealing tekniği bu alanda en hızlı ve en etkili yöntemlerden bir tanesi. Sizler de Thetahealing yöntemiyle ilgili ayrıntılı bilgiye ve eğitimlerin içeriğine www.esindemir.com sitesinden ulaşabilir; her türlü sorunuz için benimle Instagram hesabımdanwww.esindemir.com sitesinden ulaşabilir; ve info@esindemir.com mail adresim üzerinden iletişime geçebilirsiniz.
Sevgiyle kalın…
Kaynaklar
İçimizdeki Şaman (Nil Gün)
İlginizi çekebilir: Frekansınız yüksek dağlarda mı, alçak ovalarda mı: Frekansınızı nasıl yükseltebilirsiniz?