X

O deveyi ille de güttüren memleket: Londra –2

Dünya kendi ekseni etrafında aylak aylak, güneşin etrafında ise işveli bir biçimde durmaksızın dönüyor yani zaman ve ömrümüz geçiyordu. Londra’ya gelip gurbetçinin tillahı olduğumdan bu yana 6 ay geçmişti ve utanarak itiraf ediyorum ki bir İstanbullu İstanbul’a ne kadar yabancıysa bendeniz Londra’ya o kadar yabancıydım. O sebeple ilk bölümde söz verdiğim turist bıdı bıdılarını ileri bölümlere saklama kararı aldım.

Londra’da hayat

“Ee, peki ne anlatacaksın? Niye seni ve bir o kadar sevimsiz betimlemelerini okumaya devam edeyim ki?” şeklinde mantık yüklü soruların kulak zarımı titretiyor canım okur! Haklısın! Köküne, sapına, toprak ananın göbek kordonuna kadar haklısın! Zira başta da değindiğim üzere yerkürenin güneşle cilveleştiği her saniye, göğsümüzdeki teraziden kaçmış metronomun her tik toku son notasından çalmaya yaklaşıyor. Veyahut Kenan Doğulu tarzı özetlemek gerekirse, “Tutamıyorum zamanı…”

Lakin kazara bundan önceki vaktini benim fi tarihindeki herhangi bir yazıma harcamışsan bilirsin ki mekanlardan ziyade insanları anlatmayı yeğ tutar, hayatta kalma ya da en kötü ihtimalle karizmayı çizmeden tökezleme rehberi sunarım.

İşte bu bölümde de madde madde gözlemlerimi paylaşmak ve bu vesileyle buranın ne kadar “Interesting indeed = Çok acayip harbiden” bir memleket olduğunu anla isterim. Özellikle buraya yerleşmeyi planlayanlar veya yerleşmek üzere olanların bir kenara not etmelerini naçizane tavsiye ederim.

Aksanda kaybolmak

Bunu başıma gelen bir olayla özetlemek isterim. Burada ‘NI Number = Sosyal Sigorta Numarası’ denen bir şey var. Bir form dolduruyor ve vize fotokopisi, damga falan fişman ekleyip gönderiyorsun. 4-6 hafta arasında cevap alman gerekiyor. Eğer bir sıkıntı varsa veya başvurunun durumunu öğrenmek istersen çağrı merkezini araman gerekiyor ve işte macera tam da burada başlıyor. O çok güvendiğin, milyon dolarların pazarlığını yaptığın, eğitim gördüğün ve küçük dilinden önce numaralayıp ‘ikinci dil’ dediğin İngilizcen var ya… Yerle yeksan oluyor.

Beni Glasgow’daki çağrı merkezine bağladılar ve o meşhur İskoç aksanıyla tanıştım. Çağrı merkezindeki hanımefendi ısrarla doğum tarihimi sormasına rağmen 4 defa ‘İstanbul’ demişliğim var benim. Bir de kızcağız anlamıyor diye atarlanıp heceledim, “Bak yavrum; İystenbul. Çok basit: İ-S-T-A-N-B-U-L!” Utançların en büyüğü… “Yüzü avuç içi ile örtüp fıtı fıtı kaçar”

İngiltere’de aksandan ötürü iletişim zor olabilir

Bir banka hesabı açmak ne kadar zor olabilir ki?

Öncelikle banka hesabı açmak için randevu alman gerekiyor ama merak etme çünkü zaten bankaların yarısı sana randevu bile vermeyecek. Sebebi ise basit bir kısır döngünün içine kısılıp kalmak. Kara mizah dışında başka hiçbir şey seni gevrek gevrek güldürmüyorsa bu durum baya komik aslında ama hikayenin başrolü olunca ne kadar keyif alırsın bilemem. Neyse, döngü şöyle: Banka hesabı açabilmen için gerekli evraklardan biri “Proof of address = Adres kaydı/kanıtı“. Ancak bankaların çoğu şu üç dökümanı kanıt olarak kabul ediyor:

– Ehliyetinin üzerinde İngiltere’de ikamet ettiğin yer yazacak: Zaten ülkeye yeni geldiğin için İngiltere ehliyetin olmayacak. Geçici ehliyete başvurmak için de pasaportunu bilmem kaç hafta göndermen gerekiyor; dıdısının dıdısı… Cık, olmaz bu.
– Pasaportunda/vizende adres yazacak: Pasaportunu açıp bakarsan güzide ülkemin pasaporta adres koyma uygulaması olmadığını göreceksin. Kaldı ki olsa bile, canım anavatanımdaki adresin orada olacağı için yine bir şey ifade etmiyor olacak.
– Başka bankanın mektubunda yazacak: Zaten banka hesabı açmaya çalışan bir garip gurbetçi olarak neden senden başka bir bankanın mektubunu istiyorlar? Çok saçma değil mi? Evet, öyle. Ama durum bu.

Yukarıdaki maddelerde geçmemesinden de anlayacağın üzere kira kontratı, adres kanıtı olarak kabul edilmiyor. ‘Ben faturayla yaptım’ diyenler var ama ben fatura ile de ret yedim. Hem de hayatımda ilan-ı aşk ettiğim tek kadından yediğimden daha sert ve seri…

Şimdi hangi bankalar bunlar? Barclays ve Halifax’ten randevu bile alamayacaksın. Fakirin ekmeği umut deyip deneyebilirsin tabi canım okur, önüne yatacak değilim. Ama harcadığın ATP’ye, kuruyan ağzına, ağzında boşuna kabaran her bir papillaya yazık…

HSBC sana randevu verecek. Seninle yarım saat “interview = mülakat” yapacak ve sana bacanağının anasının kızlık soyadının 3. ve 7. harfine kadar her şeyi soracak. Sürekli gülümsedikleri ve Türkiye’de geçirdikleri tatilden ne kadar keyif aldıklarından dem vuracakları için sen, her şeyin yolunda olduğunu zannedeceksin. Sonra sana 48 saat içerisinde geri dönüş yapılacağı söylenecek ve bir daha aranmayacaksın. O an; şehvetin tavan yaptığı bir gecenin sonunda adama numarasını verip bir daha aramasını uman kız ile ışık hızında empati kuracaksın.

Çözüm: Lloyds Bank. Evet gurbetçi adayı canım okur! Çözümü sana bu banka sunacak. Sponsorundan/işvereninden getireceğin, “Bu zat-ı şahane burada yaşamaktadır,” yazılı bir mektup sayesinde 10 dakika içerisinde o banka hesabını nihayet açacaksın.
Başka türlüsünü yaşamış canım okurlara dipnot: Biliyorum aranızda HSBC’li, Halifax’li filan var. Ama bu adres kanıtı sıkıntısının son 7-8 aydır ortaya çıktığı söyleniyor. Ben buraya ayak bastığımdan beri aksini yaşayan birini duymadım. İstisnalar tabi ki başımın tacı…

Bir ev kiralamak ne kadar zor olabilir ki?

İlk 6 ay boyunca “Shared flat” denilen cümle alem beraber yaşadığın koca bir evin mütevazi bir odasında yaşadım. Çok güzel bir şey. Hemen yabancı milletlerden arkadaşların oluyor. Hiddetle tavsiye ederim. Ama sonra canım vatanımdan bir arkadaşım da buraya gelince, “Eve çıkalım hacı.” dedik ve ev bakmaya başladık. Burada öyle, “Bu evi beğendim. Tutuyorum!” deyince olmuyor. Teklif veriyorsun. Daha aşağı fiyat çekebilirsin. Ama bizim durumumuzda – hiçbir kredi geçmişi olmayan iki göçmen – bu biraz cüretkar bir davranışmış; anladık. Teklif verdiğimiz 6 evden birer birer ret aldık. “O zaman normalden fazla teklif edelim” dedik. Yine reddedildik.

Sonunda evlerden birine başka biri teklif veremesin diye 250£ peşinen bayıldık. Teklifimizi yaptık. “Background check” denilen “Hırlı mı hırsız mı bunlar” testini alnımızın akıyla geçtikten sonra nihayet teklifimiz kabul edildi ve bir evimiz oldu.

Emlakçı gelip elimizi sıktı ve “Tebrik ederim. Teklifiniz kabul edildi,” dedi. Bu durumu hiç yadırgamadık. Mutlu bile olmuş olabiliriz.

Postacı kapıyı sinsice çalar

Elektronik postadan çok bildiğin, sıradan posta geliyor evine. Böyle Amerikan filmlerinde gördüğümüz kapıdaki mektup gözünden FIŞ-ŞIK diye bir bir yağıyor postalar…

Adamlar, internet bağlatacaksın diye eve modem postalıyorlar. Posta hizmeti bu noktada! Kargo değil, karıştırma rica ederim canım okur; bildiğin posta!

Her yer halıfleks

Her yerde ama her yerde halı var. Bir noktada insan, İngilizlerin evcil hayvan niyetine mayt beslediğini düşünüyor. Yahu apartman girişi de halıfleks olmaz ki!

Anlamadığın her şeye gülmek

Bu 1. madde ile de ilintili biraz. Kendilerine has espri tarzlarına alışana kadar karşındaki zatın ne dediğine dair hiçbir fikrin olmasa dahi sırf göbeğini titretiyor diye sen de gülümsüyorsun hemen. O esnada arkadaş, ecdadını ipe dizmenin ne kadar da datlı bir fentezi olacağından dem vurmuş olabilir. Ve sen – içinde bulunduğu yabancı toplum tarafından ivedilikle kabul edilme arzusuyla yanıp tutuşan duygu bukalemunu – ‘Kih kih’ sırıtarak zibidinin libidosuna mesir macunu çalıyorsun! Oldu demiyorum, çünkü anlamadım! Olmuş olabilir ve ben de gevşek gevşek kikirdemişimdir; bilemem.

Tek bir İngilizin olmadığı yerde İngilizce ile iletişim kurmak

Londra, çok fazla göçmenin yaşadığı bir yer… Benim kaldığım – yukarıda da bahsi geçen – ‘shared flat’ misal… Avusturyalı, Yeni Zelandalı, Güney Afrikalı, Yunan, Litvanyalı, Çinli ve bir de bendeniz Türk geçinip gidiyorduk. Bir fıkranın kaldırabileceğinden fazla beynelmilel bir çatı altındaydık. Yeni Zelandalı hariç hiçbirimizin ana dili İngilizce değildi. Fakat temeli Kızılay çadırından hallice dilbilgimizle İngilizce kelimeleri birbirimize savurup duruyorduk. Yalnızca göçmenlerin anlayacağı cümle yapılarına gülmek de pek tabi paha biçilemezdi.

Mr. & Mrs. Brown vs. İngiliz İngilizcesi

Bize öğretilen İngilizcenin külliyen tedavülden kalktığını burada öğrendim. Şöyle anlatayım [anlaşılsın diye abartacağım, ‘Teşbihte hata olmaz’ diye bağlayayım şimdiden]: Türkiş-İngilişe göre biz İngilizlere, “Nasılsın?” demek isterken aslında, “Havan nasıl?” diyoruz. Saçma geliyor ve bana inanmıyor, “YALAN!” diyorsun değil mi canım okur. “Ben de İngiltere’de yaşıyorum, atma. Yok öyle bir şey,” bile diyen vardır. Ama gelgelelim, hakikat bu. Adam sana cevap veriyor ve sen sürekli aynı soruya beklediğin cevabı alıyorsun diye kurduğun cümlenin kullanımda olduğunu düşünüyor olabilirsin. Ama değil canım okur, değil işte. Adamlar o kalıpları kullanmıyorlar. Aşağıda mini mini bir liste yaptım, arz ederim (sol taraf hiçbirimize yabancı gelmeyen ‘Mr. & Mrs. Brown’ İngilizcesidir):

Thank you = Cheers
How are you? = You alright?
You are welcome! = It’s alright/It’s cool/It’s OK
I paid 50 quid for this shirt mate! = Bu tişörte 50 papel bayıldım dostum! *Altyazı İngilizcesi. Böyle ‘Tanrı Aşkına’ gibi*
Where are you going? = Where are you off to?/Where you off?

Bonus

İngiltere’de insanın sinirlerini en çok yerinden zıplatan sihirli kelimeyi seninle paylaşmak isterim ki gardını al canım okur. Hazır mısın? Sihirli kelime… SORRY. Eğer bu kelimeyi duyduysan anla ki o an hangi iş sebebiyle karşındaki elemanla muhatap oluyorsan ol, o iş olmayacak. ‘Sorry’ dediyse bitmiştir, hiç vakit kaybetme. Güzide vatanımdaki o baş döndüren ikna kabiliyetin var ya; burada toz tanesini bile yerinden oynatmayacak. Eğer bir talebin cevabı ‘Sorry’ ise hiç zorlama, kendini yorma, zamanını boşuna harcama. Burada ‘Sorry’ her aksaklığın cevabı: “Trenimiz yarım saat gecikecek ve bu yüzden çok önemli bir toplantıyı kaçıracaksınız. Bunun için size bir alternatif rota da öneremiyoruz; sorry,” “Parmağınızın koptuğunu görüyorum ama şu an doktorumuz çay molasında. Parmağınızı buzluğa koyduk, merak etmeyin. Yarım saat içerisinde sizinle ilgilenecek; sorry” “Saat 7’ye rezervasyonunuz olduğunu görüyorum ama şu anda bütün masalarım dolu. Beklemenizi rica etmek durumundayım; sorry…”

İşlerinizin aksaması ve yavaş ilerlemesi sizi sıkıntıya sokabilir

Sanırım bana ayrılan kelime kotasının sonuna geldik. Hatta aştık. Bana kalsa daha da anlatırım da bu satırlara kadar gelen bir avuç insandan birisin has okur! Öyle de kal isterim.

Bir sonraki bölümde başta bahsettiğim Londra’ya dair bütün o klişeleri anlatmaya gayret edeceğim.

Bir de gugılda bulduğum ve hiç de şaşırmadığım bir resmi giderayak şuraya bırakayım. Gördüğünüz üzere metroda yoldaşınızın kim olacağı hayal gücünüzle sınırlı… Ya da Stan Lee’nin hayal gücüyle…

Londra’da metro
Berk Sergün: Berk Sergun // Akademik kariyerindeki birincilikleri taçlandıran plaketlerini paraflayıp geçmiş, sergüzeştler geçirmeye karar verip seyyah olmuş bir kimseyim. Kariyer basamaklarını hızla tırmanırken ¨Bir dakika! Yazacağım ben arkadaş!¨ diyerek seyahatine baharat işine de tat katan bir hayat gezginiyim. İsterim ki ben gezeyim sen gör, ben karalayayım sen boya. Ayak bastığım topraklara yolun düşerse hayatta kal, en kötü ihtimalle fiyakalı tökezle. Çok yer gezdim, ziyadesiyle insan tanıdım. Bu oraların değil, onların hikâyesi… www.herseyiyanlisanlamisim.com

‘Evdeki herkes barista’: Bosch VeroBarista ile kahve deneyiminizi zirveye taşıyın

Kahve, şüphesiz ki pek çoğumuz için lezzetli bir içecekten çok daha fazlası; adeta bir tutku, bir ritüel… Sabahın ilk ışıklarında enerji veren, gün içindeki küçük molalarda kendimizi şımartmamızı sağlayan, bazense sohbetlerin tadını ikiye katlayan en keyifli eşlikçi. O yüzden günün farklı anlarını, farklı kahvelerle taçlandırmak gibisi yok; ne de olsa her anın kendine has bir kahvesi var. Güne enerjik bir başlangıç yapmak için yoğun aromalı bir americano ya da gün içinde en sevdiğimiz tatlının yanında yumuşak içimli bir cappuccino en iyi seçim olabilir.



Peki ya bu seçimlerimizi evde barista ustalığıyla hazırlayabilir miyiz? Elbette. Bosch Tam Otomatik Kahve Makinesi VeroBarista ile günün her anına ve her damak tadına uygun lezzetli kahveler hazırlamak mümkün; çünkü VeroBarista ile evdeki herkes barista. Her fincanınızı ustalık eserine dönüştürmeye hazırsanız, işte VeroBarista ile yapabilecekleriniz:

Kahve çekirdeklerini dilediğiniz gibi öğütebilirsiniz

Barista ustalığında lezzetli kahveler hazırlayabilmenin ilk adımı, kahve çekirdeklerini doğru bir şekilde öğütmekten ve tazeliği korumaktan geçiyor. Güzel haber; VeroBarista tüm bunları sizin için yapıyor. CreamDrive, yüksek kaliteli seramik kahve öğütme ünitesi ve özel aroma koruyucu çekirdek haznesi ile günün her saati taze çekilmiş kahve çekirdekleriniz hazır.

Üstelik çekirdek öğütme inceliğini de dilediğiniz gibi ayarlayabilirsiniz. Arka arkaya iki öğütme ve ısıtma sayesinde ekstra güçlü kahvenizi tadı daha az acı olacak şekilde hazırlayabilirsiniz. AromaDouble Shot Fonksiyonu ile kahve aromasından ödün vermeden ekstra yoğun kahveler hazırlamak da mümkün. E bir barista daha ne ister, öyle değil mi?

Farklı anları, farklı kahve çeşitleriyle taçlandırabilirsiniz

Taze çekilmiş kahve çekirdeklerinin mis kokusunun yanı sıra kahve hazırlamanın en güzel yanlarından biri de hiç şüphesiz her damak zevkine uygun farklı seçenekler yapabilmek. Sert tatları sevenler, yumuşak içim tercih edenler ya da daha eğlenceli köpüklü bir şeyler arayanlar… VeroBarista’da herkes için bir şeyler var. Cappuccino, flat white, latte macchiato, sütlü kahve, OneTouch Function ile hepsini tek tuşla hazırlayabilirsiniz. Dahası, yoğun tatları seviyorsanız americanonuz da VeroBarista ile hazır.

Belirtmekte fayda var ki; bir barista ustalığında kahve hazırlayabilmek için özellikle sütlü kahvelerde doğru lezzeti yakalayabilmenin en önemli sırrı sütün sıcaklığını ve kıvamını doğru ayarlayabilmek. Neyse ki VeroBarista, ideal demleme sıcaklığı konusunda tam bir usta. Sütlü kahvelerde bile mükemmel sıcaklığı yakalıyor, süt köpüğü ve sıcak su hazırlama seçenekleri ile her kahve türünü lezzetten ödün vermeden hazırlıyor. Ayrıca sütlü kahveleriniz için de hortumlu süt adaptörü sayesinde esnek çözümler sunuyor. İster kutudan, ister şişeden, ister kendi termosundan süt alın, VeroBarista ile sonuç hep aynı; hep mükemmel.



Kişisel tercihlerinizi kaydedebilirsiniz

Geçek bir barista kahve hazırlarken mutlaka kişisel dokunuşlarıyla fark yaratır; VeroBarista da evdeki herkesin kendi ‘barista’ dokunuşunu ekleyebilmesi için kişiselleştirilmiş tercihlere göre 4 adede kadar favori kahve kaydedebilme özelliğine sahip. Böylece her yudumda tam da istediğiniz gibi bir lezzete kavuşabilirsiniz. Ayrıca evinizde baristalığı başkasına devretmeniz gereken anlarda da kahvenizin yine tam istediğiniz gibi hazırlanacağından da emin olabilirsiniz 🙂 Sıfır risk, bol lezzet…

En sevdiğiniz kahveyi, en sevdiğiniz fincanda içebilmeniz için de VeroBarista üstüne düşeni yapıyor ve yüksekliği ayarlanabilir kahve çıkışı sayesinde 15 cm yüksekliğe kadar ayarlanabiliyor. En uzun latte macchiato bardaklarınızı bile rahatlıkla kullanabilirsiniz.

Zamandan ve enerjiden tasarruf edebilirsiniz

Kahve hazırlarken lezzet kadar önemli bir şey daha varsa; o da şüphesiz ki zamandan ve enerjiden tasarruf edebilmek. VeroBarista, minimum ısınma süresiyle 45 saniye gibi çok kısa bir zamanda kahvenizi hazır hale getiriyor. Ayrıca her kahveden sonra autoMilkClean süt temizleme sistemi ile tam otomatik temizlik sunuyor ve kolayca çıkartılabilir damlama tepsisi, kahve posası kabı ve süt ağızlıkları bulaşık makinesinde yıkanabiliyor. Yani kahve keyfiniz bittiğinde sizi temizlikle hiç yormuyor. Ve son olarak ZeroEnergy Auto-off otomatik kapanma özelliği ile belirlenen saatten sonra enerji tasarrufu yapmak için kapanıyor, sizi düşündüğü kadar çevreyi de düşünüyor. Kim hem çok lezzetli kahveler yapan hem de akıllı özellikleriyle kahve hazırlamayı mükemmel bir deneyime dönüştüren böylesi bir yardımcıyı evinde istemez ki?

Siz de evinizin baristası olmaya hazırsanız, en lezzetli kahveleri kendi damak tadınıza göre ayarlamak ve her defasında mükemmel sonuçlar elde etmek için hemen tıklayabilir, VeroBarista ile tanışabilirsiniz.

*Bu yazı Bosch katkılarıyla hazırlanmıştır.





21 Günde Ustalaş: Hayatınızı dönüştürmenin kısa rehberi

Günümüz dünyasında insanlar hızlı ve etkili çözümler ararken, uzun vadeli değişikliklerin ne kadar süre gerektirdiği sorusu akıllarda yer ediyor. Araştırmalar, bir alışkanlık kazanmanın 21 günlük bir süreç olduğunu belirtiyor. Bu gerçek, “21 Günde Ustalaş” serisini şekillendiren temel düşünce. Omega Yayınları’nın yayımladığı ve Marie-Claire Carlyle, Leon Nacson ve David A. Phillips gibi alanında prestijli yazarların katkıda bulunduğu seri, hayatın farklı alanlarında bir dönüşüm yaşamak isteyen okurlara kısa ama derinlemesine bir yolculuk sunuyor. Peki, bu serinin her kitabı, okura nasıl dokunuyor? Gelin, seriye birlikte göz atalım.



Marie-Claire Carlyle-Para Mıknatısı: Zenginliğe Giden Yolda Bir Yol Haritası

Serinin ilk kitabı olan Para Mıknatısı, parayla olan ilişkimize yeni bir perspektif getiriyor. Carlyle, paranın sadece maddi bir unsur olmadığını, aynı zamanda kişisel değerimizin ve başkalarına sunduğumuz katkının bir yansıması olduğunu öne sürüyor. Kitap, okuyucuları “zengin” olmanın ötesine taşıyarak, yaşamlarında gerçekten neye değer verdiklerini sorgulamalarına yardımcı oluyor. Paranın bir enerji olduğu fikri üzerine kurulu bu kitap, hayata daha fazla refah çekmek isteyenler için önemli adımlar sunuyor. Okur, mevcut finansal alışkanlıklarını gözden geçirmeye ve “para mıknatısı” olma yolunda ilerlemeye davet ediliyor. Carlyle’ın dili basit ama etkileyici. Kitap, “Paranın Değeri” ve “Niyet Etmenin Gücü” gibi bölümlerle, paraya olan bakış açınızı tamamen değiştirebilir. Ancak bu kitap, sadece bir kişisel gelişim kitabı değil; alışkanlıkları kökten dönüştürmek isteyen herkes için bir rehber niteliğinde. Para ve refah konusunda mevcut düşünce kalıplarını yıkmak isteyen okurlar için güçlü bir başlangıç noktası sunuyor.

Leon Nacson-Rüyalar: Bilinçaltınızı Keşfetmek İçin Bir Araç

Serinin ikinci kitabı olan Rüyalar, sadece uyku sırasında yaşadığımız olayların ötesinde, bilinçaltımızın derinlerine bir yolculuk yapmamıza yardımcı oluyor. Nacson, rüyaların anlamını çözebilmek için onları hatırlamanın önemini vurgularken, okuyuculara kendi rüya günlüğünü tutmanın faydalarından bahsediyor. Modern yaşamın karmaşasında, rüyalarla ilgili sembollerin ve temaların nasıl çözüleceğine dair pratik bilgiler sunuyor. Kitap, rüya yorumlamada bireysel deneyime önem vererek okuyucunun kendi rüyalarının dilini öğrenmesini sağlıyor. Rüyaların sembolizmi üzerine yoğunlaşan bölümler, okurun bilinçaltına dair ipuçlarını yakalamasını kolaylaştırıyor. “Düşmek, Uçmak ve Kovalanmak” gibi herkesin yaşamış olabileceği rüya temalarına açıklık getirirken, kişinin ruhsal yolculuğunda bir rehber olma niteliği taşıyor. Nacson, rüyaların günlük hayatımızdaki yansımalarına dikkat çekiyor; bu da kitabı okura bilinçaltıyla ilgili derin bir keşif fırsatı sunan önemli bir araç haline getiriyor.

David A. Phillips-Numeroloji: Sayıların Gizemli Dünyası

Üçüncü kitap Numeroloji ise, yaşamın derin sırlarını anlamak için sayıların gücüne odaklanıyor. Phillips, Pisagor’un öğretilerine dayanan bu kadim bilim dalını modern hayata uyarlayarak, insanların kendilerini ve çevrelerindekileri daha iyi anlamalarına yardımcı olmayı hedefliyor. Numeroloji, sadece kişilik analizi değil; aynı zamanda kariyer seçimleri, ilişkiler ve ruhsal gelişim açısından da rehberlik sunuyor. Phillips, kitabında sayılara dair teorik bilgilere ek olarak, gerçek dünyadan ünlü örnekler sunarak konuyu daha somut bir hale getiriyor. “Ruh Sayıları” ve “Adların Gücü” gibi bölümler, okurların kişisel yaşamlarına dair önemli çıkarımlar yapmasına olanak tanıyor. Numerolojiye ilgi duymayanlar bile, bu kitap sayesinde yaşamlarını yeni bir gözle değerlendirmeye başlayabilir.

21 Günlük Yolculuk: Alışkanlıklar ve Dönüşüm

Bu seri, alışkanlıkların nasıl şekillendiğine ve yaşamda yeniye yer açmanın neden önemli olduğuna dair kapsamlı bir rehber niteliğinde. Her kitap, 21 gün boyunca okuru derin bir içsel yolculuğa çıkarıyor ve bir yandan kısa süreli bir rehber gibi görünse de her birinin arkasında büyük bir felsefi altyapı bulunuyor. Para Mıknatısı, finansal refahın anahtarlarını sunarken; Rüyalar bilinçaltımızı çözmemize yardım ediyor ve Numeroloji kişisel potansiyelimizi anlamamıza kapı aralıyor. Bu serinin en büyük gücü, herkesin hayatında bir noktada değişiklik yapma ihtiyacını hissetmesi ve 21 gün boyunca süren bu küçük ama etkili adımların, büyük dönüşümlere yol açma potansiyelinde yatıyor. Her kitap, farklı bir tema etrafında dönse de ortak payda: Bireyin kendi gücünün farkına varmasını sağlamak ve bunu bir alışkanlığa dönüştürmek.



Sonuç olarak, “21 Günde Ustalaş” serisi, hayatta bir adım öne geçmek ve yeni bir başlangıç yapmak isteyenler için ilham verici bir çalışma. Her kitabın derinliği, okurun kendine dair yeni keşifler yapmasına olanak tanıyor. Seriyi okurken hem kişisel gelişiminize katkıda bulunacak hem de alışkanlıklarınızı yeniden gözden geçireceksiniz. Hayatta yeni bir sayfa açmak için siz de bu 21 günlük yolculuğa çıkmaya hazır mısınız?

Bu yazı Deniz Poyraz tarafından kaleme alınmıştır.

İlginizi çekebilir: Yaratıcılık bir hayal mi? Yaratıcı olmak mümkün mü? İyi ama nasıl?





İlgili Makale