1980 yılında Irvin Yalom Şöyle söylemiş;
“Hayatın en tartışmasız gerçeklerinden biri, her şeyin solmakta olduğudur…
Solmaktan korkulur ve her şeye rağmen,
Solup gitmekle yüzleşerek yaşamak gerektiğidir.”
Yaşamla ilgili kesin olan şey, sona ereceğidir. İnsan ne kadar yaşayacağını bilemez. Buna rağmen ölümün farkındalığıyla yaşamak insan için ızdırapla dolu bir farkındalık sürecidir ta ki son nefesine kadar… Bu ızdırabın tetikleyicisi de insanın en çok tahammül edemediği “belirsizlik” halidir. Ölümün farkında olmak, insanı diğer canlılardan ayıran en önemli özelliklerin başında gelir.
Bu farkındalık bizi aslında içten içe yaşamda tutan bir tetikleyicidir. Düşünsenize ölüm diye bir gerçek var ve ne zaman geleceği konusunda hiçbir kadim öğreti öngörülebilir ve tahmin edilebilir olduğunu söylemiyor… Tam da burada devreye giren korkuyu eyleme dönüştüren bir simya var aslında. İnsan ancak ölümlü olduğunu fark ederse projelerini tamamlamak için sonsuz zamanı olmadığını hatırlıyor. Bunu bilinç seviyesinde tutan her birey için anın önemi pek bir kıymetli. Hatta parayla bie satın almaya çalışıyoruz fakat bir yere kadar bunu başarabiliyoruz. Türlü inziva kampları, eğitimler, atölyeler, alınan sertifikalar derken… Geçici olarak bizi kendi gerçek gündemimizin derinine inmekten alıkoyan bir dolu yetkinlik edinmişiz…
Gerçekte olanı, olduğu gibi kaçmayı tercih eden biz insanoğlu, varoluşunu anlamlandırmak için hep gerçeği görmezden gelir. Doğumunu hatırlamadığı için ölüm de hep en uzak gelir kendine. Genellikle orta yaşlara kadar ölüm iç güdüsü çok ekstrem bir durumda kapıyı çalmadıkça hatırımıza dahi gelmez… Zaman geçtikçe, yaşamda keşkelerin ağırlığı, içimizde nedensiz huzursuzluk halleriyle oradan oraya savrulmanın verdiği yorgunlukla kendimizi bir anda durmuş bir halde, geçmiş ile geleceğin ortasında buluveririz.
Tam o noktada hayata şunu sormak gelir içimizden: Benim bu hayattaki varlığımın, yaşıyor olmamın bir amacı olmalı.. Yüzleşmeye hazır olduğunuz bir anda kendinize cesaretle eğilip bu soruyu sorduğunuzda hemen cevap gelmeyebilir. Bunun da bir anlamı var… Bu sessizlik halini gözlemlerken gösterdiğiniz sabır da bu yolculukta başka bir öğreti aslında. Yıllar sonra sorduğun bir soruya hemen cevap bulma isteği… Sabırsızlık… Geç kalmışlık hissi… Derin huzursuzluk… Suçluluk hissi… Pişmanlık… Böyle uzayıp giden bir listenin peşinde dolanmak insanın varoluşunun sancısını dindirmek yerine, acısını daha da kırbaçlar. Bir yerden kendime doğru yol almaya başlayayım derken bu denli suçlama hali bizi kendimizi olduğumuz gibi kabul etmekten de sevmekten de alıkoyar.
Bu yolda önemli olan fark ettiğimiz gerçeklikle yüzleşmek ve ortaya çıkan haliyle olanı olduğu gibi çabasızca kabul etmek. Doğduğunu hatırlamayan insanoğlu ölüm gerçeğini olduğu gibi kabul ettiği gün yaşamın her anının içindeki mucizeyi de yaşamayı kendine hak görür. Çünkü bilir ki hiçbir olay, hiçbir karşılaşma tesadüf değildir. Ve o an içinde yaşadığı her ne varsa eşsizdir… Bunu da günün sonunda korkudan gerçeğe dönüştüren sihirli gerçek, ölümdür aslında…
İnsan; doğar, büyür, ölür. Sadece bir an içinde değil. Her nefeste.
İlginizi çekebilir: Yeni bir yaşam stili edinmeye var mısınız: Kendiliğindenlik