Asla geleceğini düşünmediğim bir yaşı devirmek üzereyken buluyorum kendimi… Evet; 30! “Aman ne var onda, daha 40’lar 50’ler var” diyebilirsiniz, kesinlikle… Ama yıllarca gözümde, kalbimde büyüttüğüm bir yaşı, bitiriyorken çok da 40’ları 50’leri düşünemiyorum, ne yalan söyleyeyim. Öyle “çok büyük” lafları olan biri değilimdir ama 30’lara söylenmiş çok sözüm vardı, geçmişte elbette… Büyük konuşmuşum diyorum şimdi.
İnsan en çok istediği ile sınanırmış hayatta, bence de öyle. 30’umda olmak istediğim yerde miyim, pek emin değilim ama fiziksel olarak olmasa da zihinsel olarak daha yakın olduğumu söyleyebilirim bugün. “Nedir derdin bu 30’larla yaz yaz bitmedi” diyenler olur illaki; bir derdim yok ama yine de ısınamadım kendisine, adından herhalde ya da beklentilerimden… 20’lerin coşkusu, heyecanı yok gibi ama sevdiğim bir yanını da söyleyeyim; umursamazlık. 20’lerimde kendimde görmek istediğim ama erişemediğim düşünce yapısını 30’da buldum gibi -sanki-. İnsanlardan, kendimden ve diğer her şeyden beklentimi düşürdüm bu yıl, tabii evrenden de. Daha rahat bir kafaymış, hoşlanmadım diyemem. 20’leri ısıtıp ısıtıp koymanın da bir anlamı yok elbette, bunun da farkındayım (Geçmişe takılı yaşamanın kimseye faydası yok.) Farkına vardığım bir diğer şey ise “tamamlan(ma)mışlık” hissi.
Her şeyi “to do list”leriyle yaşayan, eşimin deyimiyle “hayatı deneyimlemeyi bir görev gibi gören” biriyim; bu yüzden de bir şeylerin “tamamlanmış” olmasına fazlaca takığım. Takıktım daha doğrusu. Her şey kuralına göre olmalı, “doğrusu” neyse ona göre yaşamalı, “itaat etmeli”, e iyi de kime göre, neye göre?
Hayatın ne bir kullanım kılavuzu var ne de bir to do listi. Hepsi, zihnimizin bize küçük bir oyunu gibi ama öyle bir oyun ki; oynadım, bitti olmuyor, sürüyor, süründürüyor. Ama şunu da unutturuyor; oyun da senin, kurallar da. Ne gerek var öyle sıkı sıkı tutunmaya bir şeylere? Hele ki iyi gelmiyorsa… Neyi tamamlayacaksın?
Bir yerde okumuştum tam söylemini hatırlamıyorum ama ana fikrini paylaşayım; “Asıl yapmak istediklerini yapamayan insanlar başka şeylerle uğraşır, asıl tamamlamak istediklerini tamamla(ya)madıkça başka şeyler üretip onları tamamlamayı görev bilir.” Aynı ben. Bir şeyler var kafamda, kalbimde, biliyorum ama yapmaya ya enerjim ya sabrım ya zamanım ya da imkanım yok, bilemiyorum; onları yapmadıkça da başka şeylere “sarıyorum”. Evet, başka şeyleri tamamlamaya çalışıyorum; kendime çıkardığım yeni yeni işleri mesela…
Yeni taşındığımız evin eksiklerini devamlı listelemek gibi mesela ya da benim doğrudan öznesi olmadığım ama ucundan kıyısından faydam dokunacak işlere katkı sağlamaya çalışmak gibi. Hepsini yaparken biliyorum ki önceliğim değil; önceliğim başka şeyler, o ertelediğim şeyler… Ama onları “tamamlamak” yerine başka işleri halletmek, başka görevlere tik atmak istiyorum. E tabii “Zeigarnik Etkisi” bırakmıyor peşimi; yani yarım kalan her şey zihnimde dönmeye devam ediyor.
Sonra da soruyorum kendime; “Neyi yaptığında ‘tamamlanmış’ hissedeceksin?” Cevabını artık biliyorum galiba… Neyi yaparsam yapayım hissedemeyeceğim. Çünkü, “tamamlanmışlık” diye bir şey olamaz bu dünya düzeninde. Her gün, her an, her şey değişiyorken, bu mümkün mü? Değil elbette. Bunu sesli söylemek bile yetiyor çoğu zaman. Tamamlanmış hissedemezsin; istediğin kadar to do list çıkar kendine, istediğin kadar yeni yeni görevler koy, istediğin kadarına tik at, hissedemeyeceksin. Çünkü hayatın formatı bu değil. Bir kere oldu-bitti diye bir şey yok; her şey dinamik, her şey akışkan. Yapsan da yetişemezsin bu hıza. Boşuna hırpalama kendini. Kabul et.
Mezun olduğunda, istediğin işe girdiğinde, hayalindeki arabaya kavuştuğunda, o elbiseyi aldığında ya da o tatile çıktığında bitmeyecek yani hiçbir şey (hepsi istek, hepsi ihtiyaç biliyorum, olmalılar da, ona bir lafım yok) ama bitmeyeceğini, hiçbirinin o “tamamlanmışlık” hissini vermeyeceğini bilmek de bir şey.
Ben artık biliyorum. Kendime her zaman kolayca kabul ettirebiliyor muyum, pek sayılmaz ama yine de biliyorum. Bir gün kolayca kabul de ederim belki 35, belki 40’ta…
İlginizi çekebilir: Ders, gerçekten de biz öğrenene kadar devam eder mi?