“Mühim olan yükseklere çıkıp hayata tepeden bakmak değildir. Mühim olan ne kadar yükselsen de her şeye eşit mesafeden bakabilmektir.”
Şems-i Tebrizi
Hayatta sahip olamadıklarımızın uzun bir listesi vardır ve ne yazık ki (!) bizler o sahip olamadıklarımızı ballandıra ballandıra anlatmayı severiz. İstediğim evi satın alamıyorum, istediğim evde yaşayamıyorum, istediğim yere gidemiyorum, istediğim yüzüğü satın alamıyorum, bu istediğim ayakkabı çok pahalı, istediğim çanta benimle dğil çünkü onu alabilmem imkansız, istediğim şehirde yaşayamıyorum çünkü bunu karşılayabilecek gücüm yok, istediğim seyahate çıkamıyorum çünkü zamanım yok…
Bir de diğer taraf vardır… Biz bu “sahip olamadıklarımızı” sıralar ve hemen ardına ise bunlara “sahip olanları” ekleriz. Yani bir güzel karşılaştırma yaparız. Ben bu istediğim saati satın alamıyorum ama X almış. Ben o istediğim evde yaşayamıyorum ama A yaşayabiliyor. Ben bu seyahate çıkamıyorum ama B’nin zamanı da parası da ve ihtiyacı olan her şeyi de var nasıl olsa! Ben bu yeni ayakkabıları C’den daha çok hak ediyorum aslında ama para onda, ben onun kadar kazanamıyorum ve o çok istediğim ayakkabılara sahip olamıyorum…
İşte bu karşılaştırma da geldikten sonra, ne hissettik? Bu son paragrafı okurken, boynumuz büküldü, güçsüz olduk, yapamayan olduk, hatta haksızlığa uğrayan olduk, kader yolumuzda “bahşedilmemiş” olan olduk, o diğerlerine göre “şanssız” olan olduk, değil mi?
Hayata nereden bakıyoruz?
Ben bugün sizlerle birlikte bu inançlarımızı sorgulayalım istiyorum. Hayatımızda gerçekten sadece sahip olamadıklarımıza bakarak karar vermemiz, kendimizi mutsuz hissetmemiz, belki öfkelenmemiz, belki haksızlık edildiğini düşünmemiz, ilahi adaleti sorgulamamız gerçekten doğru mu?
Yani sırf bir ayakkabıya sahip olamadığımız için bize verilmiş olan o sapasağlam muhteşem sağlıklı ayaklara şükretmeyi unutmamız mı gerekmektedir? Sırf o anda istediğimiz seyahate çıkabilecek mali gücümüz yok (ama o diğerlerine verilmiş olandır!) diye, bugün her istediğimizi, sağlıkla, kimseye muhtaç olmadan yapabilmek gücü bize verilmiş en güzel nimete, hediyeye, bu varlığa teşekkür etmeyi unutmamız; bunun yerine de sonsuz bir hüzün içinde olmamız mı gerekmektedir? Sırf A bizden daha fazla maaş alıyor diye, bu akışa düşman olmamız, adaletsiz bir dünya olduğu için isyan etmemiz veya A’yı kıskanmamız mı gerekmektedir? Oysa ki belki A’nın sahip olamadığı o muhteşem iç huzuru, bizim hayatımızda çoklukla bulunmaktadır ve bu, para ile satın alınamayacak kadar kutsal bir emanettir!
Sırf X yerde bir eve sahip olamadığımız için elimizdekilerin, belki farklı evlerin, arabaların sahip olduğumuz eşyaların, yani bize bugüne kadar verilmiş bolluğun ve bereketin az olduğunu mu düşünmemiz gerekir? Bunun yerine her zaman gereğinden fazlanın bize verildiğini ve bizim bunu paylaşmaya şimdiden gönüllü olduğumuzu düşünmeyi koyduğumuzda, sizce eksik kalır mıyız, az verilen olabilir miyiz, haksızlığa uğramış olan bizler miyiz veya eğer böyle düşünebiliyor olsak kendimizi bahtsız hisseder miyiz?
Bugün bu yazımda bana eşlik ediyorsanız hayatınızda odaklandığınız sahip olamadıklarınıza yeniden bakmanızı dilerim… Aslında güneş ışıkları size bu kadar yakınken kendi kendinizi kapkara bulutlara mı mahkum etmektesiniz? Sürekli olarak haksız olan, görülmeyen, verilmeyen, yoksun kalan, yoksul olan siz mi oluyorsunuz?
Ya gerçekte para veya sahip olunanlar aslında birer enerjiyse, ya o üzüldükleriniz aslında gerçek “değer” dediğimiz kavram açısından sadece “sıfır” değerde iseler? Ya gerçekte sahip olduklarımızı “gönülle” verebilmekle, alçak gönüllülükle, cömertlikle, cesaretle, paylaşmak güzelliği ile veya sevebilmek gücü ile ölçüyor olsaydık? O zaman da sahip olamadıklarınızı böyle üzüntüyle düşünüyor olur muydunuz? Eğer dünya böyle değer görseydi, sizce hangimiz daha “sahip olmuş”, daha “zengin” olurduk?
İlginizi çekebilir: Dünyayı değiştirmek sizin elinizde: Sevginin gücünün farkında mısınız?