İnsanlığın uzaya dair merakı neredeyse tarih kadar eski. Hal böyle olunca, son yılların en çok izlenen belgesellerinden Cosmos’un edindiği popülarite akla yatıyor. Elbette bunda insanlığın merakı ve doğru bilgiye açlığı kadar, belgeseli hazırlayan ve sunan (hatta bu konuda bir de kitap çıkarmış olan) ünlü astrofizikçi Neil deGrasse Tyson’ın izleyiciye geçen tutkusu, karizması ve -bunu eklemek zorundayız- tatlışlığının da payı büyük.
Yanak sıkma kısmını bir tarafa bırakırsak, Tyson’un kariyerinde biraz daha geri gidelim… Carl Sagan’ın öğrencisi olan Tyson’ın bir de daha önce, yine mini seri şeklinde yayınlanan The Inexplicable Universe: Unsolved Mysteries (Açıklanamayan Evren: Çözülmemiş Gizemler) adlı bir çalışması bulunuyor. Belgesel altı bölümden oluşuyor: Tarihin Gizemleri, Ürkütücü Evren, Açıklanamayan Hayat, Açıklanamayan Fizik, Açıklanamayan Uzay, Açıklanamayan Kozmoloji.
Bu kadar açıklanamayanın ortasında, Tyson’ın bize açıklayabildiklerinden beş konuyu sizler için listelemek istedim. İşte bu belgeselden öğrendiklerimden birkaçı:
İnsanlık Neptün’ü görmeden önce de varlığından haberdardı
Gök Mekaniği bilimi, Neptün bir teleskopun ucunda gözlemlenmeden önce, onun varlığını ortaya çıkarmıştı! Aslında hepsi Uranüs sayesinde oldu. 1781 yılında William Herschel Uranüs’ü keşfettiğinde, bilim insanları Newton’ın yerçekimi yasasının bu denli uzak bir gezegen üzerinde etkili olup olmadığını merak ettiler. Gezegenin Güneş etrafındaki yörüngesini yıllar boyunca izleyen astrofizikçiler, onun yerçekimi yasasının kurallarına uymadığını fark ettiler. Bu, ya yerçekimi yasasının orada uygulanamadığını ya da başka bir gökcisminin çekiminden etkilendiğini düşündürdü.
On parmağında on marifet olan Fransız matematikçi Urbain Le Verrier, başka bir gezegenin var olduğunu ortaya çıkardı ve astronom arkadaşı Johann Gottfried Galle’e bu gezegenin yerini bulmada yardımcı oldu. Yani gezegen henüz görülemeden, nerede olduğu (ufak bir yanılma payıyla) biliniyordu! İşte bu gezegen Neptün’dü.
Olmayan gezegen Vulcan
Neptün bulunduktan sonra, Merkür’ün yörüngesiyle ilgili benzer bir sorunun farkına varıldı. Yine Le Verrier, bu kez de Merkür ve Güneş arasında bir asteroidin yörüngeyi etkilediği fikrini ortaya attı. Bir astronom bu gizli gökcismini gördüğünü iddia edince, Le Verrier hevesle fikri benimsedi ve hatta bu gizemli gezegene bir isim bile verdi: Vulcan. Zaman içinde teknoloji ilerleyip daha iyi teleskoplar ortaya çıkınca, Vulcan diye bir gezegenin aslında var olmadığı görülmüş oldu. Zira Einstein’ın izafiyet teorisi ortaya çıkmıştı ve Merkür yörüngesindeki sapmanın, Güneş’e yakınlığından kaynaklandığı anlaşılmıştı. Güneş kadar devasa bir gökcismi karşısında Newton’ın yasalarının kırılabilir olduğu da böylece gösterilmiş oldu.
Kopernik’in ölüm döşeğine kadar sakladığı sır
Güneş Sistemi’mizin bugün kabul gördüğü şekliyle, Güneş merkezde ve gezegenler etrafında döner şekilde konumlanan heliosentrik modelini ortaya atan gökbilimci Kopernik idi. Fakat bunu, ölüm döşeğine kadar açıklamaması oldukça enteresan.
Kopernik’in amatör bir bilim insanı olduğu dönem olan 16. yüzyılda, özellikle Hristiyan öğretilerine ters düşen fikir ve buluşlar hoş karşılanmıyor, bu buluşların sahipleri ağır cezalara çarptırılabiliyordu. Kopernik’in hayatını bu uğurda harcamaması idealizme ters düşebilir fakat anlaşılır bir durum.
Hepimiz Marslı olabiliriz
Mars milyarlarca yıl önce aynı Dünya gibi, yüzeyinde sayısız mikroorganizmanın yaşadığı bir gezegen olabilirdi. Mars’la çarpışan bazı meteorların meydana getirdiği kaya parçalarından bir kısmının Dünya’ya kadar ulaşabildiği ortaya çıkarıldı. Şayet bu kayalardan bazılarında, o zaman var olmuş olabilecek mikroorganizmalar varsa, bunlar Dünya’daki hayatın temellerini atmış olabilirler, diyor Neil deGrasse Tyson. Bunun doğru olup olmadığını anlamanın tek yolu, Mars’ta yaşam bulunabilirse, canlıdan bir örnek alıp DNA karşılaştırması yapmak elbette, yani birazcık zahmetli.
Hala evrenin yüzde 96’sından bihaberiz
Neredeyse tarih kadar eski olduğundan bahsettiğimiz çalışmalara karşın, evrenin sadece yüzde 4’lük bir kısmını anlayabildiğimizi söylüyor Tyson. Bilim insanları, evrenin yaklaşık yüzde 70’inin karanlık enerjiden oluştuğunu öne sürüyor. Bu mistik enerji formu, evrenin genişleyip durmasının da başlıca sebebi. Kalan kısmın yüzde 26’sı ise karanlık maddeye ait. Karanlık maddenin işlevi, gezegenlerin dönüş hızlarının onları bir yerlere fırlatıp durmaması için onları birbirine bağlamak. Ne yazık ki karanlık enerji ve karanlık madde ile ilgili bildiklerimiz henüz bunlarla sınırlı.
Karanlık madde hala bir muamma olabilir ama yukarıdaki beş madde oldukça gerçek ve heyecan verici!
İlginizi çekebilir: Fizikçilere göre paralel evrenler gerçek ve dünyamızla etkileşim de kurabiliyorlar
Kaynaklar:
Mental Floss
The Great Courses Plus