X

Nefes almakta zorlanarak çalışmak ne zaman normalleşti?

Günlük işlerinizi yerine getirebiliyorsunuz ama değil mi, yani çalışabiliyorsunuz?” diye sordu psikiyatr.

Evet ama nefes alamıyorum.” dedim. “Göğsümde bir ağırlık var, koca bir taş oturmuş gibi. Her yeni gelen bir mail, yeni bir iş sanki nefesimi kesiyor. Sabahları yataktan kalkmak istemiyorum. Bilgisayarın başına kaygıyla oturuyorum. En azından 2-3 gün rapor alıp uzaklaşmak iyi gelebilir diye düşündüm.”

“Pek emin değilim, 2-3 gün ne kazandıracak ki.. Bir de, evden mi çalışıyorsunuz”?

“Evet, genelde”.

“Bence raporluk bir durumunuz yok, siz biraz daha fazla ofise gidip, sosyalleşmeye çalışın. İş yerinde ilişkilerinizi güçlendirin. Zamanla daha iyi olursunuz.”

Psikiyatrların bile zihinsel sağlık sorunlarını küçümsediği bir ülkede, çalışma arkadaşlarımızın bunu anlamasını bekleyebilir miyiz? Nefes almakta zorlanarak çalışmak ne zaman normalleşti? Kısa bir rapor alabilmek için bile hastanelik olacak kadar hasta mı olmam gerekiyor?

Tükenmişlik sendromu ilk defa Meryem Uzerli ile gündemimize girmişti. O dönemde çok eleştirilmişti, eminim ki çok az kişi empati yaparak “bu kadın sette ne yaşadı da ayrılma kararı aldı” diye düşünmüştür.

Ben de bugün tükenmişlik sendromu ve anksiyete yaşıyorum desem, ofisin %90’nın “Ay ben de öyleyim…” ya da “Seninki de bir şey mi, bir de bende bu var.” diyeceğine eminim. Hafife alacaklar, normalleştirecekler. Üst yönetim ile konuşsam “Fazla strese gelemiyor, watch out!” diye bir etiket koyacaklar. Birebir yöneticilerim; “Bize dur deseydin, bu senin sorumluluğundu, bunu sen yönetemedin.” diyecek. Son zamanlarda anlıyorum ki, aradığım desteği bu toksik ortamlarda bulmam mümkün değil. Kendime ancak, kendim destek olabilirim.

Uzunca bir dönem ekipteki eksik kişilerin yokluğunu ben telafi etmeye çalıştım. Bu süreçte “Hayır, yapamam.” demeyi mecburi(!) olarak çok güzel öğrendim ama bazen onun bile yeterli olmadığını gördüm. Müdürüme ne zaman önceliklendirme için gitsem, “bak tamam o işi şöyle ele alalım” diye kandırılarak, daha da dolu bir listeyle yanından ayrıldım. Şirketlerde hep bir well-being konuşuluyor, çalışan memnuniyeti anketleri yapılıyor, mümkün olduğunca mesai yapmayalım deniyor ama “kesin” yapılması gereken işleri yapabilmek için günde en az 10-12 saat çalışmamız gerekiyor. Bu iki yüzlülük değil mi? Çalışanların nefes seanslarına ya da senede bir ayarlanan lüks otel konaklamalarına değil, daha dengeli bir çalışma hayatına ihtiyaçları var.

Yine iş kaynaklı bir anksiyete sorunu yaşayıp rapor almayı başarabildiğim bir dönemde, ofis dışında görünmeme ve hasta olduğum bilinmesine rağmen “canım geçmiş olsun, şöyle bir konumuz vardı” diye mesajlar aldım. Çünkü neden, kendileri de sesleri çıkmayacak ya da kafalarını kaldıramayacak kadar hasta olduklarında dahi çalışıyorlar. Şirketler bizim değerimizi bilmediği gibi, biz de kendi değerimizi bilmiyoruz.

Ekibimde “gerçekten” yaşadığımı bilenler, beni soran kişilere grip oldu demişler. Ne üzücü. Yaftalanmamak ve empati yeteneği olmayan insanlarla uğraşmamak için, ben de çoğu zaman bilinçli olarak üstünü örtüyorum. Umarım bir gün bunları özgürce konuşabiliriz.

Bu sistem Türkiye’de zor değişir ama benim de kendi payıma öğrendiklerim var. Anladım ki, tünelin sonundaki ışığı görebilmem için “içimdeki kahramanı” ortaya çıkarmam gerekiyor. Peki ne yapabilir bu kahraman?

İnsan doğası gereği anlaşılma ihtiyacında ama bu toksik ortamlarda bu arayışımdan vazgeçmeye başladım. Varsın kimse beni anlamasın, ben kendimi anlıyorum ya. Onlar bana sahip çıkmıyorsa, ben kendime sahip çıkarım. Onları değiştiremem ama bana verdikleri zararı minimuma indirebilirim. Yel değirmenleriyle savaşmama gerek yok .

Daha net sınırlar koyuyorum. Mesela rapor aldığım hafta çok yoğundu ve kritik işlerin finalize edilmesi gereken bir dönemdi. Ne oldu? Bensiz halloldu. Ya da bir şekilde ertelendi. Demek ki o kadar da “acil” değilmiş ve benim varlığım o kadar da “vazgeçilmez” değilmiş.

Buradan diğer maddeye geçiyorum; üzgünüm ama bizler şirketlerimiz için düşündüğümüz kadar da önemli değiliz. Şöyle düşünün, şirketleri kuran insanlar bile bir süre sonra ya başkalarına satıyor ya da yönetimi devrediyor. Şu an çalıştığınız şirkette 10 yıl önce muhtemelen bambaşka ekipler vardı, sonrasında bayrağı siz devraldınız. Geçici olarak bu bayrak sizin sorumluluğunuzda ama o size ait değil ve siz olmayınca yere düşmeyecek. Biraz tökezler sonra yeni gelen kişiler tarafından tekrar taşınmaya devam eder. Sistem büyük bir puzzle ve bizler onun sadece küçük birer parçalarıyız.

Tüm bunların farkında olmak güzel, ama bu farkındalığı devam ettirebilmek için kendimize sık sık sistemin dışına çıkabileceğimiz alanlar yaratmamız gerekiyor. 7/24 çalışırken bunları görebilmek çok zor. Hobilerime zaman ayırmak, kendimle çalışmak (terapi, eğitimler, yoga vb), akşam iş çıkışı yürüyüşleri ve ofisle tamamen bağımı kestiğim (maillerime bakmadığım) izinler almak bana iyi geliyor. Bu kısa uzaklaşmalar bile bana sadece “işim” olmadığımı, işimin yalnızca hayatımın bir parçası olduğunu hatırlıyor.

Dalai Lama “Başarılarını onlar uğruna neleri feda ettiğine bakarak değerlendir.” der. Genelde hep yüksek performans notları aldım ama aynı zamanda sindirim sistemim yoğun stres sebebiyle yıllar içinde altüst oldu. Artık sadece sonuca değil, sürece de odaklanmaya çalışıyorum. Üstelik başarı kriterlerimin hayat boyu değişebileceğini görüyorum. Son dönemlerde benim için başarı; İşimde kendimi tüketmeden var olabilmek ve kendime dengeli ve doyumlu bir hayat yaratabilmek.

Siz de:

  • Sık sık geriye çekilip, iş yerinde deneyimlediklerinize uzaktan bakın.
  • Başarı kriterlerinizi tekrar gözden geçirin.
  • Yaşadığınız tükenmişlik, anksiyete ya da diğer zihin sağlığı problemleri için kendinizi suçlamayın. Siz zayıf değilsiniz ve bu yaşadıklarınız sizin suçunuz değil.
  • Sizinle benzer sorunları yaşayan arkadaşlarınız yerine, size farklı bakış açıları sunabilecek, güvendiğiniz kişilerden fikir alın. Yaşadığınız zorlukları normalleştirmeyin.
  • Sürüden ayrılmayı göze alın ve bu yolda sizi çok az kişinin anlayacağını kabul edin.
  • Ve en önemlisi kendinize sahip çıkın.

İlginizi çekebilir: Hasta olduğunuz halde işe gittiniz mi: İşte varol(ama)ma sorunu (presenteeism) nedir?

Siri Kavita: 2018 yılında “kendi gerçeğimi” yaşamak üzere bir yolculuğa çıktım. Gerçi hayat boyu bu yolculuktaymışım da, bunu fark etmem 27 yılımı almış ve artık hızlanmanın zamanı gelmiş. En büyük destekçilerim Kundalini Yoga ve Gestalt öğretileriyle, kendimi değiştirmek için değil, tam tersi daha fazla “ben” olabilmek için yürümeye devam ediyorum. Hem kendimin hem de bu yoldaki diğer kahramanların yoluna ışık tutabilmek, yaralarımızı birlikte dönüştürebilmek için yazıyorum.

‘Evdeki herkes barista’: Bosch VeroBarista ile kahve deneyiminizi zirveye taşıyın

Kahve, şüphesiz ki pek çoğumuz için lezzetli bir içecekten çok daha fazlası; adeta bir tutku, bir ritüel… Sabahın ilk ışıklarında enerji veren, gün içindeki küçük molalarda kendimizi şımartmamızı sağlayan, bazense sohbetlerin tadını ikiye katlayan en keyifli eşlikçi. O yüzden günün farklı anlarını, farklı kahvelerle taçlandırmak gibisi yok; ne de olsa her anın kendine has bir kahvesi var. Güne enerjik bir başlangıç yapmak için yoğun aromalı bir americano ya da gün içinde en sevdiğimiz tatlının yanında yumuşak içimli bir cappuccino en iyi seçim olabilir.



Peki ya bu seçimlerimizi evde barista ustalığıyla hazırlayabilir miyiz? Elbette. Bosch Tam Otomatik Kahve Makinesi VeroBarista ile günün her anına ve her damak tadına uygun lezzetli kahveler hazırlamak mümkün; çünkü VeroBarista ile evdeki herkes barista. Her fincanınızı ustalık eserine dönüştürmeye hazırsanız, işte VeroBarista ile yapabilecekleriniz:

Kahve çekirdeklerini dilediğiniz gibi öğütebilirsiniz

Barista ustalığında lezzetli kahveler hazırlayabilmenin ilk adımı, kahve çekirdeklerini doğru bir şekilde öğütmekten ve tazeliği korumaktan geçiyor. Güzel haber; VeroBarista tüm bunları sizin için yapıyor. CreamDrive, yüksek kaliteli seramik kahve öğütme ünitesi ve özel aroma koruyucu çekirdek haznesi ile günün her saati taze çekilmiş kahve çekirdekleriniz hazır.

Üstelik çekirdek öğütme inceliğini de dilediğiniz gibi ayarlayabilirsiniz. Arka arkaya iki öğütme ve ısıtma sayesinde ekstra güçlü kahvenizi tadı daha az acı olacak şekilde hazırlayabilirsiniz. AromaDouble Shot Fonksiyonu ile kahve aromasından ödün vermeden ekstra yoğun kahveler hazırlamak da mümkün. E bir barista daha ne ister, öyle değil mi?

Farklı anları, farklı kahve çeşitleriyle taçlandırabilirsiniz

Taze çekilmiş kahve çekirdeklerinin mis kokusunun yanı sıra kahve hazırlamanın en güzel yanlarından biri de hiç şüphesiz her damak zevkine uygun farklı seçenekler yapabilmek. Sert tatları sevenler, yumuşak içim tercih edenler ya da daha eğlenceli köpüklü bir şeyler arayanlar… VeroBarista’da herkes için bir şeyler var. Cappuccino, flat white, latte macchiato, sütlü kahve, OneTouch Function ile hepsini tek tuşla hazırlayabilirsiniz. Dahası, yoğun tatları seviyorsanız americanonuz da VeroBarista ile hazır.

Belirtmekte fayda var ki; bir barista ustalığında kahve hazırlayabilmek için özellikle sütlü kahvelerde doğru lezzeti yakalayabilmenin en önemli sırrı sütün sıcaklığını ve kıvamını doğru ayarlayabilmek. Neyse ki VeroBarista, ideal demleme sıcaklığı konusunda tam bir usta. Sütlü kahvelerde bile mükemmel sıcaklığı yakalıyor, süt köpüğü ve sıcak su hazırlama seçenekleri ile her kahve türünü lezzetten ödün vermeden hazırlıyor. Ayrıca sütlü kahveleriniz için de hortumlu süt adaptörü sayesinde esnek çözümler sunuyor. İster kutudan, ister şişeden, ister kendi termosundan süt alın, VeroBarista ile sonuç hep aynı; hep mükemmel.



Kişisel tercihlerinizi kaydedebilirsiniz

Geçek bir barista kahve hazırlarken mutlaka kişisel dokunuşlarıyla fark yaratır; VeroBarista da evdeki herkesin kendi ‘barista’ dokunuşunu ekleyebilmesi için kişiselleştirilmiş tercihlere göre 4 adede kadar favori kahve kaydedebilme özelliğine sahip. Böylece her yudumda tam da istediğiniz gibi bir lezzete kavuşabilirsiniz. Ayrıca evinizde baristalığı başkasına devretmeniz gereken anlarda da kahvenizin yine tam istediğiniz gibi hazırlanacağından da emin olabilirsiniz 🙂 Sıfır risk, bol lezzet…

En sevdiğiniz kahveyi, en sevdiğiniz fincanda içebilmeniz için de VeroBarista üstüne düşeni yapıyor ve yüksekliği ayarlanabilir kahve çıkışı sayesinde 15 cm yüksekliğe kadar ayarlanabiliyor. En uzun latte macchiato bardaklarınızı bile rahatlıkla kullanabilirsiniz.

Zamandan ve enerjiden tasarruf edebilirsiniz

Kahve hazırlarken lezzet kadar önemli bir şey daha varsa; o da şüphesiz ki zamandan ve enerjiden tasarruf edebilmek. VeroBarista, minimum ısınma süresiyle 45 saniye gibi çok kısa bir zamanda kahvenizi hazır hale getiriyor. Ayrıca her kahveden sonra autoMilkClean süt temizleme sistemi ile tam otomatik temizlik sunuyor ve kolayca çıkartılabilir damlama tepsisi, kahve posası kabı ve süt ağızlıkları bulaşık makinesinde yıkanabiliyor. Yani kahve keyfiniz bittiğinde sizi temizlikle hiç yormuyor. Ve son olarak ZeroEnergy Auto-off otomatik kapanma özelliği ile belirlenen saatten sonra enerji tasarrufu yapmak için kapanıyor, sizi düşündüğü kadar çevreyi de düşünüyor. Kim hem çok lezzetli kahveler yapan hem de akıllı özellikleriyle kahve hazırlamayı mükemmel bir deneyime dönüştüren böylesi bir yardımcıyı evinde istemez ki?

Siz de evinizin baristası olmaya hazırsanız, en lezzetli kahveleri kendi damak tadınıza göre ayarlamak ve her defasında mükemmel sonuçlar elde etmek için hemen tıklayabilir, VeroBarista ile tanışabilirsiniz.

*Bu yazı Bosch katkılarıyla hazırlanmıştır.





21 Günde Ustalaş: Hayatınızı dönüştürmenin kısa rehberi

Günümüz dünyasında insanlar hızlı ve etkili çözümler ararken, uzun vadeli değişikliklerin ne kadar süre gerektirdiği sorusu akıllarda yer ediyor. Araştırmalar, bir alışkanlık kazanmanın 21 günlük bir süreç olduğunu belirtiyor. Bu gerçek, “21 Günde Ustalaş” serisini şekillendiren temel düşünce. Omega Yayınları’nın yayımladığı ve Marie-Claire Carlyle, Leon Nacson ve David A. Phillips gibi alanında prestijli yazarların katkıda bulunduğu seri, hayatın farklı alanlarında bir dönüşüm yaşamak isteyen okurlara kısa ama derinlemesine bir yolculuk sunuyor. Peki, bu serinin her kitabı, okura nasıl dokunuyor? Gelin, seriye birlikte göz atalım.



Marie-Claire Carlyle-Para Mıknatısı: Zenginliğe Giden Yolda Bir Yol Haritası

Serinin ilk kitabı olan Para Mıknatısı, parayla olan ilişkimize yeni bir perspektif getiriyor. Carlyle, paranın sadece maddi bir unsur olmadığını, aynı zamanda kişisel değerimizin ve başkalarına sunduğumuz katkının bir yansıması olduğunu öne sürüyor. Kitap, okuyucuları “zengin” olmanın ötesine taşıyarak, yaşamlarında gerçekten neye değer verdiklerini sorgulamalarına yardımcı oluyor. Paranın bir enerji olduğu fikri üzerine kurulu bu kitap, hayata daha fazla refah çekmek isteyenler için önemli adımlar sunuyor. Okur, mevcut finansal alışkanlıklarını gözden geçirmeye ve “para mıknatısı” olma yolunda ilerlemeye davet ediliyor. Carlyle’ın dili basit ama etkileyici. Kitap, “Paranın Değeri” ve “Niyet Etmenin Gücü” gibi bölümlerle, paraya olan bakış açınızı tamamen değiştirebilir. Ancak bu kitap, sadece bir kişisel gelişim kitabı değil; alışkanlıkları kökten dönüştürmek isteyen herkes için bir rehber niteliğinde. Para ve refah konusunda mevcut düşünce kalıplarını yıkmak isteyen okurlar için güçlü bir başlangıç noktası sunuyor.

Leon Nacson-Rüyalar: Bilinçaltınızı Keşfetmek İçin Bir Araç

Serinin ikinci kitabı olan Rüyalar, sadece uyku sırasında yaşadığımız olayların ötesinde, bilinçaltımızın derinlerine bir yolculuk yapmamıza yardımcı oluyor. Nacson, rüyaların anlamını çözebilmek için onları hatırlamanın önemini vurgularken, okuyuculara kendi rüya günlüğünü tutmanın faydalarından bahsediyor. Modern yaşamın karmaşasında, rüyalarla ilgili sembollerin ve temaların nasıl çözüleceğine dair pratik bilgiler sunuyor. Kitap, rüya yorumlamada bireysel deneyime önem vererek okuyucunun kendi rüyalarının dilini öğrenmesini sağlıyor. Rüyaların sembolizmi üzerine yoğunlaşan bölümler, okurun bilinçaltına dair ipuçlarını yakalamasını kolaylaştırıyor. “Düşmek, Uçmak ve Kovalanmak” gibi herkesin yaşamış olabileceği rüya temalarına açıklık getirirken, kişinin ruhsal yolculuğunda bir rehber olma niteliği taşıyor. Nacson, rüyaların günlük hayatımızdaki yansımalarına dikkat çekiyor; bu da kitabı okura bilinçaltıyla ilgili derin bir keşif fırsatı sunan önemli bir araç haline getiriyor.

David A. Phillips-Numeroloji: Sayıların Gizemli Dünyası

Üçüncü kitap Numeroloji ise, yaşamın derin sırlarını anlamak için sayıların gücüne odaklanıyor. Phillips, Pisagor’un öğretilerine dayanan bu kadim bilim dalını modern hayata uyarlayarak, insanların kendilerini ve çevrelerindekileri daha iyi anlamalarına yardımcı olmayı hedefliyor. Numeroloji, sadece kişilik analizi değil; aynı zamanda kariyer seçimleri, ilişkiler ve ruhsal gelişim açısından da rehberlik sunuyor. Phillips, kitabında sayılara dair teorik bilgilere ek olarak, gerçek dünyadan ünlü örnekler sunarak konuyu daha somut bir hale getiriyor. “Ruh Sayıları” ve “Adların Gücü” gibi bölümler, okurların kişisel yaşamlarına dair önemli çıkarımlar yapmasına olanak tanıyor. Numerolojiye ilgi duymayanlar bile, bu kitap sayesinde yaşamlarını yeni bir gözle değerlendirmeye başlayabilir.

21 Günlük Yolculuk: Alışkanlıklar ve Dönüşüm

Bu seri, alışkanlıkların nasıl şekillendiğine ve yaşamda yeniye yer açmanın neden önemli olduğuna dair kapsamlı bir rehber niteliğinde. Her kitap, 21 gün boyunca okuru derin bir içsel yolculuğa çıkarıyor ve bir yandan kısa süreli bir rehber gibi görünse de her birinin arkasında büyük bir felsefi altyapı bulunuyor. Para Mıknatısı, finansal refahın anahtarlarını sunarken; Rüyalar bilinçaltımızı çözmemize yardım ediyor ve Numeroloji kişisel potansiyelimizi anlamamıza kapı aralıyor. Bu serinin en büyük gücü, herkesin hayatında bir noktada değişiklik yapma ihtiyacını hissetmesi ve 21 gün boyunca süren bu küçük ama etkili adımların, büyük dönüşümlere yol açma potansiyelinde yatıyor. Her kitap, farklı bir tema etrafında dönse de ortak payda: Bireyin kendi gücünün farkına varmasını sağlamak ve bunu bir alışkanlığa dönüştürmek.



Sonuç olarak, “21 Günde Ustalaş” serisi, hayatta bir adım öne geçmek ve yeni bir başlangıç yapmak isteyenler için ilham verici bir çalışma. Her kitabın derinliği, okurun kendine dair yeni keşifler yapmasına olanak tanıyor. Seriyi okurken hem kişisel gelişiminize katkıda bulunacak hem de alışkanlıklarınızı yeniden gözden geçireceksiniz. Hayatta yeni bir sayfa açmak için siz de bu 21 günlük yolculuğa çıkmaya hazır mısınız?

Bu yazı Deniz Poyraz tarafından kaleme alınmıştır.

İlginizi çekebilir: Yaratıcılık bir hayal mi? Yaratıcı olmak mümkün mü? İyi ama nasıl?





İlgili Makale