Neden kendimin en iyisi olabilecekken başkasının ikincisi olayım?
Bence günün sonunda modern şehir hayatının insanları olarak hepimiz uyum sağlamaya çalışırken yorgun düşüyoruz.
Bu hayatta uyum sağlamaya çalışmak yerine gerçekten yaşamak gibi olasılığımız var!
Çünkü uyum sağlamak, çoğu zaman kendi gerçekliğimizi bırakmak demek oluyor.
Ve bu nedenle de birilerine benzemeye çalışırken, kendimizden uzaklaşıp duruyoruz! Sanıyoruz ki, Ayşe gibi yol alırsak, onun gibi olmayı başarırsak onun gördüğü takdiri göreceğiz!
Hayır, arkadaşlar! Başkalarının en iyi ikinci kopyası olabiliriz! Neden kendimin en iyisi olabilecekken başkasının ikincisi olayım?
Bir çırpıda yazdım ama hayatın koşturmacası içinde öyle olmuyor. Benim de okul hayatım kendimin başkalarıyla kıyaslanmasını dinleyerek geçti. Ayşe’nin kızına neden benzemediğime dair ne çok cümle duydum.
Hele konu iş hayatına girdiğimde hep başkaları gibi olmam gerektiğini duydum. Dürüst olmak gerekirse ailemi mutlu etmek için kendimi çok ittirip çektirdim, sevmediğim, ait hissetmediğim çok iş görüşmesine girdim. Ve hayat benim için ailemin, çevremin istediği gibi akmadı. Bunun tek bir nedeni olduğunu düşünmüyorum ama hayatımda birden fazla kez anlaşılamama riskini göze aldığım yollarda yürümeyi seçtim. Ah, evet! Bu yolun taşıman gereken bedeli, hep bir uzaylı gibi hissettirilme haliyle karşı karşıya gelmek oluyor.
Birilerine, bir yerlere, bir topluluğa ait olmaya çalışmanın ne kadar ağır bir his olduğunu bilir misiniz? Uyum sağlamaya çalışmanın ya da benzemenin ne kadar yorucu olduğunu bilir misiniz?
Olmaya çalışarak olamamanın nasıl bir his olduğunu bilir misiniz?
Birilerinden ilgi görebilmek için onların istediği kişi olmaya çalışmanın hissi nasıldır bilir misiniz?
Bence hepimiz hayat sahnemizde bu gibi sahneleri yaşadık. Ne dersiniz?
Zira hepimiz hayatımızda farklı etiketler altında aynı öğretiyi deneyimliyoruz.
Yoga sınıfına yeni gelen öğrencilerde bunu öyle çok görüyorum, anlatamam. Hep bir önündeki, yanındaki gibi olma çabası. Hayır, olan yeterli. Olabildiği kadar yeterli, hep de yeterli olacak!
Aidiyet, çabadan gelmez, benzemekten gelmez.
Sadece orada öylece kendin gibi var olabilme cesaretinden gelir.
Kendin olma cesareti, seni yaşamın tam içine karıştır. Ve sen ancak kendin gibi olabildiğinde başkalarının da kendi gibi olmalarına alan açarsın. Gerçek sevgi böyle akmaz mı? Biri tarafından böyle sevilmiyorsak gerçekten sevgiden mi bahsediyoruz?
Sen, kendine ait olmayı öğrendiğinde aslında tüm yaşama da ait olduğunu idrak ediyorsun! Ve bu aidiyet, bizim insan algımızın ötesinde… Bunu kavramaya çalışmak baş döndürücü oluyor.
Bir ağaca baktığında da, bir kuşa baktığında da kendinden bir parça görebilirsin. Hepsiyiz… İnsan, ancak her şeyde kendinden bir parça gördüğünde kimseyi kırmak istemez.
Aidiyet için koşturmana gerek yok.
Unutma, sonbaharda solan yaprak, solsa da toprağa karışsa da halen kendinden daha büyük olana ait olmaya devam edecek. Ait olması için yanındaki ağacın yaprağına benzemesine gerek yok…
Kendimiz gibi olup rüzgara karşı coşkuyla neden savrulamayalım ki?
İlginizi çekebilir: Her şeyin karıştığı bu dünyada birbirimize neden destekçi olmayalım?