Bazen kendinizi berbat hissedersiniz, bir türlü yerini tespit edemediğiniz bir ağrı ve acı duyarsınız ancak fiziksel olarak vücudunuzda yanlış giden hiçbir şey yoktur. Böyle durumlarda doktorunuz size bir psikiyatra görünmenizi tavsiye eder. İşte psikiyatrların en sevmediği hasta türü…
Psikiyatra gidersiniz, geçmeyen ağrılarınızdan ve hiçbir fiziksel belirti bulunamamasından bahsedersiniz. O sırada psikiyatrın söyleyemediği ancak aklından geçen tek şey “Peki ben ne yapmalıyım” sorusudur. Görünüşe göre hiçbir fiziksel hastalığınız olmadığı gibi herhangi bir psikiyatrik hastalık, depresyon, psikoz veya anksiyete bulgusuna da rastlanmaz. Psikiyatr için
bu muayene, zaman kaybından başka bir şey değildir.
Yıllarca göz ardı edilen bu “semptomsuz lezyonlar” konusu, son dönemde tıp çevrelerinde tartışılmaya başlandı. Hastalarıyla daha iyi iletişim kuran doktorların bu tür durumlarla baş edebileceğini düşünerek “iletişim” programları açan tıp fakültelerinin sayısı her geçen gün artıyor. Ancak tahmin edeceğiniz üzere birçok tıp öğrencisi bu iletişim konularından pek hoşlanmıyor ve
bunu mesleklerini yapmalarına engel dikkat dağıtıcı bir unsur olarak görüyor.
Oysa bu tür hastalar, sağlık sisteminde ciddi bir yoğunluk oluşturuyor. Öyle ki tıbbi pratiklerin neredeyse yarısını, organik olarak herhangi bir sorunu olmayan ancak olduğunu sanan kişiler oluşturuyor. Bu kişilerin yarattığı yoğunluğun yanında yüksek sağlık harcamaları da cabası. Herhangi bir bulgu saptanamadığında, tüm testler yeniden yapılıyor ve sağlık harcamalarının faturası kabardıkça kabarıyor.
Aslında doktorlar semptomu olmayan lezyonlar konusuna pek de yabancı değil. Bu durum, neredeyse tıp tarihi kadar eski. Hatta bazı tıp dallarında, bu durumu tanımlamak için farklı terimler bile geliştirilmiş durumda. Örneğin kulak-burun-boğaz dalında baş dönmesi ve sersemlik hissi büyük bir problemdir. Vücut dengesini sağlayan kulak içindeki vertibüler sisteminde hiçbir sorunu olmadığı halde baş dönmesi ve sersemlik hissi yaşayan hastalar için “avestibüler” tanımı bulundu.
Psikiyatride ise açıklanamayan somatik semptomlar gösteren kadınları önce “histerik” ardından
da “psikosomatik” diye tanımlanmaya başlandı. Nörologlar ise bu tür hastaları “fonksiyonel” diye tanımlıyor; yani organik olmayan sorunlar yaşayan hastalar anlamına geliyor.
Peki o zaman asıl sorun ne? Doktorların kendi mutsuzlukları yüzünden organik teşhislerle sınıflandırılamayacak bu doktorlarla mücadele etmek istememesi mi? Aslında bu kadar basit değil. Tıp bilimi bu meseleye yüzyıllardır aşina. Aslında doktorların bu hastalarla ilgili bir sorunu yok. Asıl gerçek, doktorlar bu hastaları bir başka meslektaşına sevk ettiğinde ortaya çıkıyor: Bu tür hastaların tek tedavi yöntemi zaman! Onları muayene etmenin tek yolu, onlarla zaman geçirmek. Bunun dışında ne ilaç, ne fizik tedavi ne de bir başka yöntem onlarda işe yarıyor. Bu tür hastalarla zaman geçirmek, onların hikayelerini anlatmalarına fırsat tanımak ve tıbbi bilgileriyle doktorların onlara kulak verdiğini göstermek yeterli.
Ancak bir doktorun en azından 45 dakikasını bu şekilde bir hastaya ayırması, sadece bir zaman
sorunu değil aynı zamanda sağlık sistemi için son derece pahalı bir uygulama. Bunun sebebi de
aynı süre içinde organik semptomlar gösteren hastaların tedavi edilebilecek olması. İşte
günümüz tıp dünyasının en büyük sorunlarından biri de bu.
Kaynak:
Psychology Today
İlginizi çekebilecek diğer yazılar:
Hastalık hastalığı nedir ve nasıl tedavi edilir?
Hayatın sınavı hastalıklar kişiyi ve ilişkileri nasıl etkiler?
Psikolojik bozukluklar: Dünyanın en şaşırtıcı ve nadir görülen 7 psikolojik rahatsızlığı