“Ne yersek oyuz”: Peki bu tam olarak ne demek?
“Ne yersek oyuz”u kim bilir ne kadar çok duymuşsundur. Belki bu cümleye hak verdiğin için elinden gelen özeni gösteriyorsundur, belki de hayatta yeteri kadar yapman gereken şey olduğunu düşünüp bir başka sorumluluğu tercih etmiyorsundur. Bugün sana şunu yemelisin, şunları hayatından çıkarmalısın demeyeceğim; sadece biraz kendi geçtiğim yoldan bahsedeceğim.
Bundan yaklaşık 5 sene önce sabah 6:30’da bindiğim servisten henüz tam uyanık hissedemezken iniyor, masama oturup bilgisayarımı açıyordum. Sabah maillerime aceleyle koyulmuş bir kahve ya da çay eşlik ediyordu. Toplantılar, takip edilen işler derken öğle tatilinde catering şirketlerinin çok seçenek az özen felsefesiyle hazırladıkları yemeklerden en lezzetlilerini seçmeye çalışıp karnımı doyuruyordum.
Eğer o gün mesaiye uzayan işlerim varsa vakit kaybetmemek adına ofiste bir şeyler yiyor, eğer erken çıktıysam sosyalleşmek için arkadaşlarımla buluşup dışarıda bir şeyler atıştırıyordum. Ve sonra her gün benzer döngüler birbirini takip ediyordu. Gerçekten ne yediğimin, ne ile beslendiğimin pek farkında değildim. Bu konu hakkında çok da inatçı ve dirençliydim tabi ki, çünkü o kadar haklı gerekçelerim vardı ki! Zamanımın darlığı, market alışverişi yapacak vaktimin olmaması, hızlı ritmim ve daha bir sürü şey.
Sonra hayat bana farklı yollardan yürüme şansını tanıdı. Tabi ki her konuda olduğu gibi beslenme tarzım da bir günde değişmedi. Önce neyi yediğim değil, nasıl yediğim ve o yemeğin nasıl hazırlandığı dikkatimi çekmeye başladı. Ben o an yemek yediğimin farkında mıyım, 30. lokmada da yemeğin tadını alabiliyor muyum, bana siparişimi sevecenlikle mi getiriyorlar, o yemeği pişiren kendini nasıl hissediyor gibi detaylar ilgimi çekmeye başladı. Benim tecrübelerime göre dikkat bir kez yükseldiğinde değişim kaçınılmaz oluyor, bu hassasiyetle daha çok evde yemek yapmaya, onları dışarıda yanımda taşımaya, aldığım şeylerin içeriklerini ve süreçlerini okumaya başladım. İçime ne siniyorsa onları yedim, hala da aynı bakış açısıyla beslenmeye devam ediyorum.
Günümüzde o kadar çok etiket var ki beslenme tercihleriyle alakalı, bazen ben de kafa karışıklığı yaşayabiliyorum. O yüzden yeme biçimlerimizi glutensiz, şekersiz, ketojenik, vegan veya vejetaryen diye ayırmadan önce yediklerimizin farkında olmayı daha değerli buluyorum ben.
Nasıl ki dışarıda ekstra proteinli herhangi bir çorba soğuk algınlığımızı iyileştirmeye yetmezken, annemizin yaptığı bir çorbada şifayı bulabiliyorsak; aynı bakış açısını yediğimiz içtiğimiz her şeye aktarabileceğimize inanıyorum. Aklımda “Ne yersek oyuz”dan daha meşhur bir cümle varsa, o da; “tek ihtiyacımız olan şey sevgi!” Bir düşünsene, acaba sevgiyle ekilmiş, hasat edilmiş veya üretilmiş en azından sevecenlikle hazırlanmış gıdalarla beslensek hayata bakışımız etkilenebilir mi?
En basit haliyle, yediğimiz her şeyi yakıtımız olarak düşünebiliriz. Damak tadımız ve zevklerimiz değişse bile hepimiz yaşam enerjilerimizi yediklerimizle destekliyoruz. Biyoloji derslerinde gördüğümüz tüm hücresel aktiviteler ve kimyasal tepkimeler beslenme şeklimizle değişebiliyor.
Hücreler, sinirler, kaslar, kemikler derken yediklerimizle zihnimizi ve kalbimizi de besliyoruz. Seçtiğimiz gıdaların odaklanma yeteneğimiz, zihinsel aktivitemiz, ruh halimiz ve stres seviyemiz üzerindeki etkilerini inceleyen birçok araştırma hala devam ediyor. Bilim bu ilişkiyi kanıtlayadursun eğer söylediklerimin bir kısmı bile aklına yattıysa, bugün bedenini, zihnini ve ruhunu nelerle besliyorsun diye bakmaya ne dersin?
İlginizi çekebilir: 2019’da kendinizi sevin: Şefkatinize sizin de ihtiyacınız var