‘Ne yapabilirim’ çaresizliğinden çıkıp hayatlarımızın dümenini ele alma vakti
Tanrım lütfen yardım et derken, biri yardım etsin diye haykırır yalvarırken, yine biz bize yardım ettik. Kendi özgür irademizle, kendi kendimizin sorumluluğunu alarak, irademizi kendi elimize alarak…
Kimden yardım istedik, kimleri ne için suçladık?
İrademizi teslim ettiğimiz devleti mi? Güvenliğimizi teslim ettiğimiz müteahhitleri mi?
Verdiğimiz yanlış kararları mı? Erteleye erteleye tanrıya bıraktığımız seslerimizi mi?
Bu dünya düzeninde yaşayan tanrı mı, biz miyiz? Kendi kendimizin sorumluluğunu başkalarına bırakan da biz değil miyiz? Başımıza kendimizden başka bir üst akıl koyan da biziz.
Canımız yanıyor, en çok da “keşke”lerimize…
Ne yapabilirim derken çaresizlik içinde, kurbandan çıkıp ele almak lazım hayatlarımızın dümenini.
Küçükten başlamak…
Etrafımızdaki müteahhitleri temizlemekten, etrafımızdaki yağmacıları temizlemekten, etrafımızdaki değersizleştirenleri temizlemekten…
Bu güne kadar, kalbimizin, aklımızın filtrelerini temizlemek için her şeyi yaptık. Gizli ajandalarımızı, tekrar eden kalıplarımızı, güdüsel davranışlarımızı tek tek masaya yatırdık. Egomuzu tasmaladık, nefsimizi tanıdık…
Bunları temiz bir gönüle sahip olmak, ayrıştırabilmek için yaptık. Süzgecimiz tertemiz olsun, aralıklarından çakıl, çer çöp girmesin diye yaptık. Şimdi zamanıdır.
Bana dokunmadı diye affettiğim, görmezden geldiğim ahlaksızlıkları, görüp de sustuğum suistimalleri, “aslında kalbi iyi” diyerek hoş gördüğüm yalancılıkları kendi dünyamda barındırmayacağım.
İşlerini erteleyenleri, yaptığı işe saygı duymayan üstünkörü yapanları, verdiğine aldığına değer vermeyenleri kuruyor olduğum cennetin kapısından içeri sokmayacağım. Zebani benim. Kapı bekçisi benim!
Bir kefeye ‘tüy’ü bir kefeye ‘kalb’i koyan kantarcı benim.
Güzel işlerimi, çirkin zihinlere “hayatta kalma korkum” yüzünden hibe etmeyeceğim.
Hizmet ettiğim yeri bileceğim.
Yoksa, akla kara birbirinden ayrılmayacak.
Ak ile kara el ele her şeyi gri ve arafta bırakacak.
Ayrıştıralım. Çaba gösteren ile göstermeyeni, biat ettiği uğruna kelle kesen ile esnemek için elinden geleni yapanı, kendine rağmen adım atan ile parlamak için diğerlerini sömüreni…
Böylece ayıklarız dünyayı, önce kendi kapımızın önünü süpürelim, sonra dünyanın…
Devletten bir şey bekleyemezsin, çünkü sen de kendi işini onlar gibi yapıyorsun, ucundan tutarak, nefsine kurban olarak, korkuna esir olarak. Sen ne isen devlet o.
Sen yalancıysan kendine, o da kendine yalancı.
Sen erteliyorsan kendini, o da erteler kendini.
Sen bırakırsan sorumluluğunu başkalarına, o da bırakır tanrıya…
Bırakmayacağım. Kimsenin vicdanına, kimsenin aklına, kimsenin düzenine.
Ayağa kalk arkadaşım, ayağa kalk.
Bu öfke değil, cezalandırma değil, ayrımcılık değil. Safını belli etme hali.
Işıkta mısın, karanlıkta mı?
Ve bunu, yaşamında nerede gösteriyorsun?
Bunun için eylemin ne?
Durup içinden konuşuyor, her şeyi Allah’a havale ediyor isen, sen de sessizce izleyensin…
Kullanılmamış hak, savaştığınındır.
Tanrının temsilcisidir varlık bu düzlemde, elçiliğini kimlere devrediyorsun?
Gücünü kimlere veriyorsun?
Önce kendi içimizden, riyayı, özensizliği, tembelliği, sorumsuzluğu, yalanı, yağmayı, korkaklığı ayıklayalım, sonra çevremizden.
Tanrıyı davet ettiğin dünya, ışıl ışıl olsun, bilmeyenlere öğrenme fırsatı ve feyzi olsun.
Tanrının eli, elinden geleni yapanın kalbindedir.
İlginizi çekebilir: Aşk: Teslimiyetin, sakinliğin, duruluğun ve telaşsızlığın adı