dummy

Ne pahasına dayanıklıyız: Duygularımızla iletişim kurmaktan kaçınmaya gerek yok

Şu anda bir denizin içinde yüzmektesiniz. Önce dalgalar sizi zevkle yönlendiriyor. Ama akım güçlendikçe zorlandığınızı hissetmeye başlıyorsunuz. Denizin gücünü ve kıyı ile olan mesafenizi fark ediyorsunuz. Kaygı başlıyor. Bedeniniz savaş-kaç tepkileri arasında gidip geliyor. Hayatta kalmak adına uyarlanabilir stratejiler oluşturmak için elinizden gelenin en iyisini yapmaya başladığınız o anlar geliyor ve çoğu zamanda stratejileriniz işe yarıyor. Hatta bir de bakıyorsunuz ki deniz içinde hayatta kalma beceriniz gittikçe güçlenmiş. Ama ne pahasına?

dummydummy

Yukarıdaki girizgahta anlatılan dayanıklılık/dirençlilik ya da esnekliğe “rezilyans” diyorlar. Yani rezilyansı hayatta kalmaktan doğan esneklik, zorluklar karşısında bize yardımcı olan araçları, destekleri ve stratejileri yansıtıcı bir şekilde tanıma yeteneği olarak düşünülebiliriz.

Rezilyans, sıkıntının olmaması değildir. Öfke, endişe, keder, hayal kırıklığı gibi duygular yaşamımızın içeriğini oluşturur. Her duygu bir amaca hizmet eder; öfke adaletsizliği belirlemeye yardımcı olur, kaygı koruyucu bir duygudur ve keder kaybettiklerimizin değerini vurgular. Bununla birlikte, rezilyans konusundaki mevcut söylem, genellikle bunları görmezden geliyor.

İnsanlar büyümenin zorluklardan yeşerdiğini söyler, ancak şunu sormak gerekir: Bu büyümenin ne kadarını seçtik? Ve bize ne kadar baskı yapılıyor?

Rezilyans ve esenlik birbiriyle kesişir. Bütünsel bir esenlik duygusu, fiziksel ve zihinsel sağlığımızı, duygusal durumumuzu, parçası olduğumuz sosyo-ekonomik, politik yapıları ve toplulukları kapsar. Bu yönlerden herhangi biri üzerindeki stres, rezilyans oluşturma ihtiyacını yaratabilir. Ancak rezilyansı tek seçenek olarak benimsediğimizde, kendimize daha fazla da zarar verebiliriz.

Nasıl mı?

Bireysel düzeyde

Şu anda popüler kültür toksik bir pozitivizm ve sürekli meşgul olma hali ile bizleri yönlendiriyor. Aslında bu yaklaşım ile dayatılan fikir, bir insanın değerinin koşullu olduğu ve başarısızlıktan korkulması gerektiği. “Aklına koyduğunu yapabilirsin”, “Zihnini kontrol edebilirsin” veya “Korkunun üstesinden gelebilirsin” gibi ifadeler, psikolojik sağlığımızla düzensiz bir ilişki kurmamıza neden oluyor. Aynı zamanda, bireylerin öz-değer konusundaki çelişkileri nedeniyle, sıkıntı karşısında dayanıklılık faktörlerini belirleme yeteneklerini temelde geriletiyor.

Bugün, rezilyans dediğimiz şey performatif bir durumdan ibaret. Kişisel gelişimciler, hayatlarındaki zorluklarla nasıl savaştıklarını ve “sıkı çalışma, yetenek ve tutku”nun bu mücadelelerin üstesinden gelmelerine yardımcı olan faktörler olduğunu anlatıp durmaktalar. Halihazırda tek onaylanmış duygu olduğu sanılan mutluluk, üzerinde çalışılması gereken ve kabul edilebilir bir amaçmış gibi dayatılıyor. Oysa insan vücudu gün boyunca, değişen derecelerde birçok duygu yaşıyor…

Bu sorunların çoğu, hâlâ bütünsel bir ruh sağlığı eğitimine sahip olmadığımız gerçeğinden kaynaklanıyor. Eğitim sistemimiz, duyguları tanımak, birlikte oturmak ve ifade etmek için gereken kaynakları içermiyor. İnsanlar genellikle duygularını iki şekilde ifade etmek için sosyalleşiyorlar: Ya mutlular ya da üzgün. Sonuç olarak, birçok insan için endişeden üzüntüye ve kedere kadar hissedilen birçok duygu kendini öfke olarak ortaya koyar ve bu durum hepimiz için gerçekten zarar verici.

Rezilyans hepimizden beklenen standart bir tepki haline geldiğinden, bunu başaramamak, bireyde bir şeylerin yanlış olduğu anlamına gelebiliyor. Bu da bireyleri cezalandırmak için yaygın olarak kullanılan bir duygu olan “utanç” duygusunu daha da artırıyor.

Toplumsal düzeyde

Rezilyansı yalnızca kendini toparlama ve güçlü olma yeteneğiyle özdeşleştirmek indirgeyicidir. Bu yaklaşımın bir sonucu olarak da marjinalleştirilmiş topluluklardan insanların, genellikle sıkıntıları için kendilerini suçladıkları bir sistemi mümkün kılmış oluyoruz. İnsanları “sorun ben değilim, sorun sistem” deme hakkından yoksun bırakmış oluyoruz. Suçu toplumu oluşturan bireylerden ziyade sistemlere ve güç yapılarına yükleme yeteneği, toplumsal rezilyansın ayrılmaz bir parçasıdır. Bunu yapabilen bir toplum; öfke ve keder gibi ortak yaşanılan duygular için güvenli bir yer bulabilir. Bunlar deneyimlendiğinde ve kabul edildiğinde, dayanışma ve dayanıklılığın itici gücü haline gelirler.

Rezilyansı, merhametten gelen dinamik bir tanımla yeniden şekillendirmek gereken dönemlerdeyiz. İçeriğine kırılganlığı ve mutlak ifadelerle düşünmekten uzaklaşmayı eklemeye ihtiyacımız var. Örneğin:

  • Zor durumdaki insanlara “yapmaları ve yapmamaları” gerekenleri sıralamak yerine onların duygularıyla baş başa kalmalarına, erişebildikleri kaynakları değerlendirmelerine ve bir sonraki adımlarının ne olması gerektiğine karar verirken onları nasıl toplumsal olarak destekleyebileceğimize dikkat edebiliriz.
  • Aktif dinleme pratiği yapmaya başlayabilir ve bireylerin ve toplulukların kendi anlatılarının uzmanı oldukları gerçeğini normalleştirebiliriz.
  • Acıya ve sıkıntıya “düzeltilmesi” gereken bir şey olarak bakmak yerine, onu olduğu gibi kabul edebilir ve çözümü ancak o şekilde bulmaya çalışabiliriz.
  • Hepsinden önemlisi, rezilyansı tanımlarken, onun mükemmel bir versiyonunun olmadığını hatırlayabiliriz. Acı ve şifa bazen öznel olsa bile toplumsal olarak şifalanma, rezilyans oluşturma sürecinin önemli bir parçasıdır. Sürecin doğrusal bir formülü olduğunu sanmak gerçekçi değildir. Süreç çoğu zaman tümsekli ve çamurludur…

Bir de rezilyansı sürekli güçlendirme fikrine değinmek yerinde olacaktır. Tıpkı çok fazla kas kütlesine sahip olmanın olumsuz bir sağlık durumu yaratabileceği gibi, çok fazla rezilyans da kötü bir şey olabilir mi? Büyük ölçekte yapılan bilimsel araştırmalar, aşırıya kaçıldığında uyarlanabilir yeterliliklerin bile uyumsuz hale geldiğini öne sürüyor. Aşırı kullanılan güçlü yönler zayıf yönlere dönüşebiliyor.

Örneğin, aşırı dayanıklılık/dirençlilik/esneklik, insanları ulaşılamaz hedefler konusunda ısrarcı olmaya yönlendirebiliyor. Yüksekleri hedefleyen veya büyük hayaller kuran kişileri kutlamaya meyilli olsak da, kişinin hedeflerini daha ulaşılabilir seviyelere ayarlaması genellikle daha etkilidir, bu da bazı şeylerden vazgeçmek anlamına gelir. Gerçekten de, bilimsel incelemeler, çoğu insanın, “sahte umut sendromu” olarak adlandırılan bir fenomen olan gerçekçi olmayan hedeflerde ısrar ederek çok büyük miktarda zaman kaybettiğini gösteriyor. Geçmişteki davranışlar, hedeflere ulaşılmasının olası olmadığını açıkça gösterse bile, aşırı güven ve temelsiz bir iyimserlik, insanların enerjisini anlamsız görevlerde boşa harcamasına yol açabiliyor.

Aynı şekilde, çok fazla rezilyans, insanları zorluklara karşı haddinden fazla kabul edici yapabiliyor. Örneğin, kötü yönetilen bir toplumda bireyler yaşananlara gerekenden daha uzun süre katlanmak durumunda kalabiliyor. İnsanlar iç karartıcı durumlarına boyun eğmiş görünebiliyor. Belki de daha az dayanıklı olunsa, yaşam koşullarını iyileştirme olasılıkları daha yüksek olabilir.

Ayrıca, umutsuz koşullar karşısında bazılarımız dayanıklılık adına duygusuz, korkusuz ve aşırı soğukkanlı hale gelebiliyoruz. Psikolojik zarara karşı korunmak için, egolarımızı yapay olarak şişiren oldukça agresif bir başa çıkma mekanizması kullanabiliyoruz.

Dirençli bir insan genellikle iyi biriymiş gibi algılansa da aslında onun gizli bir karanlık yanı var: Katı ve yanıltıcı bir şekilde esnek ve davranışsal zayıflıkları düzeltmede veya en azından iyileştirmede zorunlu olabilecek bilgilere de kapalı. Kısacası, rezilyans dediğimiz şey salt kişisel gelişim bakış açısıyla yönlendirildiğinde, bu konuda edinilen başarının ağır bir bedeli var, o da “GERÇEKLERİ İNKAR ETMEK.”

Kaynaklar:

Divya Kandukuri- The Politics of Mental Health and Well Being
Ruchita Chandrashekar- The Problem with Resilience as We Know İt
Derek Lusk- The Dark Side of Resilience

İlginizi çekebilir: Toplumsal ceza mekanizmaları: Utançtan iptal kültürüne

Şerife Günaydın Karaköse: Yazar Şerife Günaydın Karaköse, 1980 Adana doğumlu. Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi ve Çağ Üniversitesi Özel Kamu Hukuku Yüksek Lİsansı'nı bitirmekle hukuk dünyasına girdi ve avukatlık mesleğine de halen devam ediyor. "Three", "The Shadow House","Happiest Hour","Uzaya Kaçan Küpe" ve "Keyfi Yanılsamalar" isimli kitapları hem Amazon hem de Barnes and Noble da online olarak yayımlandı. Yazarın denemelerini aktardığı www.allbyourselves.blogspot.com adlı bir blogu mevcut; aynı zamanda @mind_index Instagram profilinde de sanattan bilime, felsefeden psikolojiye kadar pek çok konu hakkında da içerik üretiyor.

Anne evi rahatlığında seçimler: Anneler Günü’ne özel içinizi ısıtacak hediye önerileri

“An-ne”; iki hecesine dünyaları sığdıran; güven, sıcaklık, huzur, sevgi ve daha nice güzel duyguyla bizleri kucaklayan, yorgun günlerin ilacı, mutlu anların ortağı, düştüğümüzde koştuğumuz, sevincimizi ilk paylaştığımız o eşsiz kahraman. İki hece ama içinde bir ömür saklayan… Anne demek bir evin kalbi demek, sevgiyle hazırlanmış sofralar, kahve fincanında biriken mutlu anılar, bir koltukta kurulan huzur, sıcak bir evin rahatlığı demek. Çünkü bir annenin dokunduğu her şey, dünyayı biraz daha yaşanır kılar. İşte bu yüzden Anneler Günü yaklaşırken bu yıl onlara sadece bir hediye değil, hissettirdikleri o tarifsiz sıcaklığı, huzuru, ‘anne evi rahatlığını’ hediye etmek gerek. Ne de olsa her şeyin en iyisini, güzelini, rahatını, konforlusunu hak eden onlar.



Geçmişten günümüze dönüşümler geçirmiş olsa da bu özel ve anlamlı günün değişmeyen en önemli özelliği, kalbimizde ayrı bir yeri olan annelerimizi onurlandırmak için bir fırsat sunuyor oluşu. Şüphesiz ki annelerimizin bize kattığı güzellikleri bir güne sığdırmak mümkün değil ama bu özel günde özenle seçeceğimiz küçük bir hediye, onların bizim için ne kadar değerli olduğunu hissettirmek için şahane bir fırsat olabilir. Önemli olan, seçtiğimiz hediyeye sevgimizi katmak; tıpkı onların her lokmaya, her bakışa kattığı sevgi gibi. İşte birkaç sıcak öneri:

‘Anne kucağı’ gibi: Konforu eve taşıyacak hediyeler

Anne kucağının o benzersiz sıcaklığı, en zor zamanların bile en güzel ilacı değil mi? Ve evet aslında hiçbir hediye tam anlamıyla o sıcaklığı vermeye yetmez ama yine de biraz da olsa yaklaşabilir. Film keyfi için sıcacık ve yumuşacık bir battaniye, polar bir sabahlık, rahat terlikler, evin her köşesini anne sıcaklığına büründürecek ev tekstili ürünleri, yastıklar, kırlentler ve çok daha fazlası ile annelerinize bu Anneler Günü’nde huzur ve konforu hediye edebilirsiniz.

‘Anne eli değmiş’ gibi: Kişisel bakım ürünleri

Annelerimizin dokunduğu her yeri güzelleştirdiği aşikar… ‘Anne eli değmiş gibi’ dendiğinde her ne kadar lezzetli yemekler akıllara gelse de, bir atkının düğümünde, bir buklenin düzeltilmesinde de aynı özen var. Bazen son bir anne dokunuşu her şeyi bambaşka yapabilir. Annenizin kendisine de en az başkalarına gösterdiği kadar şefkatle ve özenle yaklaşması için kişisel bakım ürünlerinden şahane hediyeler seçebilirsiniz. Parfümler, cilt bakım ürünleri, saç şekillendiriciler, makyaj setleri ve çok daha fazlası bu özel günde annenizin yüzünde güller açtırabilir.

‘Annemin tarzı’ gibi: Zamansız, şık ve özel parçalar

Bazı parçalar vardır, bize hep annemizi hatırlatır. Onun yıllardır severek taşıdığı bir fular, özel günlerde takındığı bir broş ya da gençliğinden kalma bir ceket… Şimdi, o hatıraların yanına çok daha özellerini eklemenin tam zamanı. Zarif elbiseler, şık altın takılar, birbirinden güzel aksesuarlar, rahat ayakkabılar, yazlık kombinlerini tamamlayacak parçalar ve çok daha fazlası Anneler Günü’nde harika hediyelere dönüşebilir.

‘Anne sofrasından fırlamış’ gibi: Sofralara renk ve lezzet katan detaylar

Anne sofrası; her tabakta ayrı bir hikaye, her kasede ayrı bir emek ama hepsinde aynı lezzet. Kimi zaman dört gözle beklenen bayram sofralarının, kimi zaman okuldan eve dönüşte karşılayan leziz yemeklerin yıldızı annelerin sofralarını daha da güzelleştirecek, mutfakta geçirdikleri zamanları kolaylaştıracak pratik ve şık ürünler harika hediyeler olmaz mı? Şık yemek takımları, renkli masa örtüleri, kahve makineleri, mutfak robotları, airfryer’lar ve çok daha fazlası tek bir tık uzağınızda.

Pazarama’da ‘anne evi rahatlığında’ alışveriş

Annenize hissettirmek istediğiniz tüm bu duygular, bir hediyeye sığabilir mi? Belki tam olarak değil, ama Pazarama’da, onun kalbine dokunacak seçenekler sizi bekliyor.

Pazarama, binlerce ürün seçeneği, avantajlı fiyatlar, çok kanallı erişim imkanı ve güvenli ödeme alternatifleriyle size anne evi rahatlığında bir alışveriş deneyimi sunuyor. Bir hediye seçin, içine sevginizi katın ve annenize onu ne kadar çok sevdiğinizi bir kez daha gösterin. Aradığınız her şey Pazarama’da.

Ayrıca Anneler Günü’ne özel şahane kampanyalar da sizi bekliyor. Pazarama üzerinden yapacağınız 750 TL ve üzeri alışverişlerde geçerli “HEDIYE125” kupon kodu ile 125 TL indirim fırsatı yakalayabilir, eğer Pazarama Plus üyesi iseniz aynı tutardaki alışverişleriniz için “PLUS200” kupon kodunu kullanarak 200 TL’lik özel indirimden faydalanabilirsiniz. Hepsi ve daha fazlası için hemen tıklayın, tam anneme göre’ diyeceğiniz hediyeleri kaçırmayın.  Her şeyin en iyisini hak eden anneler için, bu Anneler Günü’nde sadece bir hediye değil, bir “teşekkür” armağan edin.

*Bu yazı Pazarama katkılarıyla hazırlanmıştır.

İlgili Makale
whatsapp