“Ah keşke feminist bir okuma yapsam diye dolaştığım bir dönemde Burcu Özer Katmer’in yeni kitabına rastladım. Sokakta çöp atanların bile ulaşamadığı ciğere pis diyen, yani özünde kendini sevmeyen ve haseti olan insan psikolojisi ile dolu olduğunu düşündüğüm bu dönemde, ne kadar kendimize aitiz sorusu çok ilgimi çekti ve bu sorgulama ekseninde dönen kitap da beni aldı götürdü. Burcu Özer Katmer yurtdışında yaşayan ama içinde birçok ülke ve şehri barındıran bir kadın yazar. İlk romanı Kendine Ait‘le ilgili biraz söyleştik, bakalım neler demiş? İyi okumalar…”
Kitap önce ismiyle sizi sarıyor. Baş karakterin çok bahsettiği bir şey, kendine ait olma hali ama tüm hikayeler ve bahsedilenler içinden bu ismi nasıl çıkardınız? İsmi koyma serüveninizi dinleyebilir miyiz?
Baş karakterimiz, ülkeden ülkeye göçerken kendinden de göçmüş, hiçbir yere ve hiç kimseye ait hissetmemiş bir kadın. Hikaye ilerlerken, bir uyanışa, bir zirve anına tanık oluyoruz. O anda karakter, onca zaman bir yerlere ait olmak için gizlediği doğasına sahip çıkması ve önce kendine ait olması gerektiğini keşfediyor. Bu nedenle kitabın isminin ‘‘Kendine Ait’’ olmasını istedim.
Peki ya karakter isimleri? Kişisel hayatınızda bir karşılığı var mı bu isimlerin?
Kendine Ait baştan itibaren çok sezgisel şekilde akan bir hikaye oldu. Bir bakıma ‘’karakterler kendi isimlerini seçti’’ diyebilirim. Kullandığım kimi isimleri taşıyan dostlarım da var ancak hikayede geçen hiçbir isim gerçek kişilere atıfta bulunmuyor.
Bu kitap birçok yerde geçiyor… Öncelikle ben de bir Ada’lı olarak Ada geçmişiniz var mı ve Ada ile bağınız nasıl öğrenmek isterim doğrusu…
Aslında bir Ada geçmişim yok. Burgazada ile bağım, karakterin hikayesinin nerede devam edeceğini henüz duyamadığım, okumalar yaptığım dönemde kardeşlerimin kütüphanesinde karşıma çıkan bir Burgazada kitabı ile başladı. Sonrasında Burgazada üzerine bulduğum herşeyi okudum, belgeseller izledim. Burgazada, yaklaşık bir buçuk kilometrekare alanda yirmi etnik grubun bir arada huzurla yaşayabildiği, kendilerinden ‘‘biz’’ diye bahsedebildiği bir yer. Karakterimiz de orada kendi olabildiğini, farklılıkların oluşturduğu o bütünlükte kendine bir yer bulabildiğini hissediyor.
İsimleri çeşitli minderlerle anlatıyorsunuz… Bu minderler sizin için neyi sembolize ediyor?
Genelllikle çemberlerde merkezin etrafını çevreleyen minderlere oturulur, Çemberde adettir, gelemeyenler için de bir minder koyulur. Ben de hikayede, orada olabilen ve olamayan herkese, kişisel özelliklerini sembolize eden birer minder atfetmek istedim. Bu amaçla minder metaforunu kullandım.
Yine Ada’ya dönecek olursak mesela Burgaz’da Madam Martha’yı görünce bir okur olarak heyecanlandım. Sizce manası olan yerleri kitaplar aracılığıyla genç nesile aktarmak mümkün mü?
Madam Martha’nın hikayesini epey araştırdım ancak kısıtlı bilgiye ulaşabildim. O yüzden kitapta da baş karakterin dilinden, hikayenin yalnızca bu kadarına ulaşılabildiğine dair bir notla paylaştım. Ben kişilerin, yerlerin, şehirlerin hikayelerini sonraki nesillere aktarabilmek için kitapların gücüne inanıyorum. Umarım Kendine Ait de bu anlamda bir vesile olur.
Yani kitap bir hafıza aracı mıdır?
Benim için öyle. Örneğin biz 20. yy ‘ın başında Osmanlı’da kadın hareketinin öncüsü olan Nezihe Muhiddin’in adına tarih sayfalarında sıkça rastlayamıyoruz ancak kitapları aracılığıyla düşüncelerini okuyabiliyoruz. Bu nedenle kitapların güçlü birer hafıza aracı olduğunu düşünüyorum.
Sahi siz nasıl başladınız yazmaya?
Yazmak bildim bileli kendimi ve hayatı anlama yolum oldu. Küçükken en çok şiir yazardım. İlk kitabımı otuz iki yaşında yazdım. Kişinin kendi mutluluk tanımını keşfetmesi adına koçluk soruları içeren bir kitaptı. Sonrasında kolektif kitaplara katkı sunma şansım da oldu. Kendine Ait ise ilk romanım.
Nasıl bir düzenle yazıyorsunuz?
Her gün 1-1,5 saatimi yazarak geçiriyorum. Dikkatimi günlük hayatin koşturmacasindan alıp hikayeye odaklayabilmek ve hikayenin evrenine girebilmek için kendime has ritüellerim var. Yazmaya başlamadan önce mutlaka birkaç dakika derin nefesler alıp veririm. Yazdığım hikaye için anlam ifade eden objelerden oluşan bir altarım vardır, onun merkezindeki mumumu yakıp yazmaya başlarım.
Nelerden besleniyorsunuz? Bir günde neler yaparsınız mesela?
Günlük bakım sorumluluklarım ve uğraşlarımın yanında, bolca öykü ve roman okurum, yazarım, podcast dinlerim, podcast kaydedip yayınlarım. Yakın dostlarımla haberleşirim, meditasyon yaparım. Doğa yürüyüşleri de beni çok besler.
Türkiye‘de yazar olmakla yurtdışında yazar olmak arasında fark var mı?
Türkiye’de uyaran çokluğu hassas sinir sistemine sahip biri olarak beni çok yoruyordu. Yurtdişinda daha sakin ve içe dönük bir yaşamım var. Bu yazmaya odaklanmamı kolaylaştırıyor. Öte yandan Türkiye’de yaratıcılığı besleyecek malzemenin, anlatılacak hikayenin daha fazla olduğunu söyleyebilirim. Sokağa çıktığınızda binbir türlü karakterle ve hikayeyle karşılaşmak mümkün. Her ikisinin de görece kolay ve besleyici yanları var benim için.
Belki de şöyle sormalıyım: Göç mevzusu romanınızın genelinde çok geçiyor. Yurtdışında yaşamanın farklılıklarını çok hissediyor musunuz?
Elbette. Göç hem alıştığınız hayat kurgusunun dışına çıkmanızı sağlayıp, ‘‘Ben kimim?’’ sorusuna yeni cevaplar bulmanızı sağlıyor, hem de alıştığınız tüm düzen değiştiği için yorucu ve zorlayıcı bir süreç. Yaşadığım göç sürecinin beni çok büyüttüğünü söyleyebilirim.
Yazar olmak isteyenlere neler önerirsiniz?
Herkesin yolunun biricik olduğuna inanıyorum. Yalnızca kendi yolculuğumda bana destek olanları paylaşabilirim. Her gün hikayem ile sadece ona adanmış bir zaman geçirmek benim için çok besleyici. Bu zaman 5-10 dk da olabilir, yeter ki bölünmemiş bir dikkatle hikayeye odaklanarak geçebilsin. ,Bolca okumak ve karalamak olmazsa olmazım. Müzik dinlemekten ve film izlemekten de çok beslenirim. Hayranlıkla okuduğum yazarların yolculuğunu ve ritüellerini araştırmak da benim için hep ilham verici olmuştur.
Son olarak da kitapta en çok İrina’yı sevdim. Cesur ve feminist bir kadın. Siz de feminist misiniz ve romanlarda daha çok bu tür kadınlar görmemiz gerektiğini düşünüyor musunuz?
Cinsiyetler arası sosyal, politik ve ekonomik eşitliğe inanan biri olarak feminist düşünce şeklini benimsediğimi söyleyebilirim.
İrina bence hepimizin içinde bulunan, ‘‘Sen buna değersin, cüret et, dene‘’ diyen bilge ses. Bence içimizdeki bilge sesi bulabilmek ve onu daha çok duyabilmek için böyle karakterlere ihtiyacımız var.
İlginizi çekebilir: Geçtiğimiz hafta neler gördüm: Keşfetmeniz gereken iki galeri