Nasıl bir hayat yaşamak istediğini düşün: Verdiğin cevabı yaşamaya ne dersin?
Ben genelde pek anlamazdım her şeyden şikayet eden, eleştiren, her durumun en kötü açısını gören insanları. “Neden yapıyorlar ki bunu, hayatı boşa kendilerine zindan ediyorlar” diye düşünürdüm. Anladım!
Son dönemde geçirdiğim; kendi içimde savaş verdiğim dönemle anladım! Neyden kaynaklandığını, nasıl olduğunu bizzat deneyimledim. Her şeyin kaynağı kendi içindeki mutsuzluk insanın. Bir insan sürekli negatifse ve hiçbir şeyden memnun olmuyorsa anlayın ki o insan kendi içinde çok mutsuz; hatta fazla mutsuz. Kızıyoruz genelde öyle insanlara sürekli negatifliklerinden dolayı ama onları da yargılamam gerektiğini şahsen öğretti yukarıdaki bana. Bir şeyi ancak insan kendisi yaşayınca anlıyor tam anlamıyla; istediğiniz kadar “ben yargılı bir insan değilim” deyin.
Son on gündür hiç tanımadığım bir Gamze ile tanıştım. Kendimi üfleyip, pöflerken buldum. Sürekli şikayetçiydim her şeyden. Öfkeliydim; her an herkese kızacak, parlayacak bir şeyler buluyordum. Ruhum sıkışıyordu sanki ve gözüme her şey batıyordu.
Annemle yemeğe gittik geçen akşam. Uzun zamandır da böyle bir şey yapmıyorduk. Normalde keyifli, muhabbetli geçmesi beklenen üç saatlik yemekte konuşacak konu bulamadık. Daha doğrusu benden kaynaklanıyordu. İçimde öyle bir memnuniyetsizlik vardı ki hayata, her şeye dair; konuşmayı bile gereksiz buluyordum ve bunu buram buram yayıyordum etrafıma eminim. Annem de bir noktada: “Gamze konuşacak konu bulamıyorum, öylece kaldım anlamadım.” dedi. O an o anlamadı ama ben biliyordum. Mevzu benim içimdeki hayat sorgulaması ve bundan o sırada kaynaklanan öfke, hayal kırıklığı, isyandı. Dışarıya sessizlik olarak yansıyordu sadece, herkesin karşısındaki ya da içindeki durumlara göre tepkileri değişiyor.
Etrafıma bakınıyordum sadece ki bu benim en kızdığım, en eleştirdiğim durumlardan biridir; dışarı yemeğe gidildiğinde konuşulmaması, etrafla ilgilenilmesi ya da telefonla uğraşılması… O an etrafıma bakıp yılbaşı geldiğinden dolayı süs olarak konulmuş rengarenk ışıklara bakıyordum. Bayılırım yılbaşı zamanlarına! Bayağı severim yılın o dönemini; rengarenk ışıklar, süsler. O an içimden geçirdiğim tek bir şey vardı: “Ne lüzumsuz bu ışıklar, ne saçma!”
Sonra annem bir konu açmaya yeltendi. Görüyordu mutsuzluğumu ve tek isteği yüzümün gülmesiydi çoğu annenin olduğu gibi. Kadıncağızı bin pişman ettim. Bir incir çekirdeğini doldurmayacak bir mevzudan delirip öfke kustum. Sinirden elim ayağım titriyordu. Annem ilk önce ne yapacağını şaşırdı ama yüce gönüllüdür çok. O an o da geri tepki olarak delirmek yerine sakinleştirmeye çalıştı beni ki haksızdım! Kendimi engelleyemiyordum ve en sonunda sinirden ağlamaya başladım. Durum tuhaftı ama çok belliydi bir şeyler olduğu. Annem kendisinde aramaya başladı suçu. “Ben bir şey diyorum ve hep bana kızıyorsun, nerede hata yapıyorum diye düşünüyorum.” dedi. Üzüldüm çok o öyle söyleyince ve “Sakın kişisel alma seninle hiçbir alakası yok bunun. Karşımdaki Ayşe, Fatma, Ahmet olsaydı da ben tamamen böyle olacaktım.” dedim. Bir insana sorulması gereken tek soruyu sordu: “Peki Gamze ne yapabilirim senin için?”
Hepimizin aslında çoğu zaman duymaya ihtiyacı olan şey verilen akıllar yerine bu sorunun kendisi! “Ben ne yapabilirim senin için?” O an direkt fark ettim ki hiçbir şey yapılamaz. Bu durum kendimle çözeceğim bir durumdu. Benim bile elimden bir şey gelmiyordu, başka biri bana nasıl yardım etsindi?
“Hiçbir şey yapamazsın. Şu an önüme cenneti sun, bana sınırsızca her şeyi ver, ben yine böyle olacağım şu an. Yapacak hiçbir şey yok.” Ellerimden tuttu sadece ve “Ben ne olursa olsun buradayım. Senin sağlığın ve mutluluğun önemli benim için. Ben buradayım kızım.” diyerek gözlerime öyle derinden baktı ve ellerimi öyle kuvvetli tuttu ki bu sefer öfke yerini aslında derinlerdeki gerçek duyguya bıraktı: çaresizlik ve hüzün. “Seni bu yemekte böyle üzmeye hakkım yok, elimden şu an başka hiçbir şey gelmiyor. Ne olur arkadaşlarını çağır onlarla devam et ve ben de eve döneyim.” dedim. Sert bir şekilde reddetti. “Ben seni her halinle seviyorum. Bu hallerinle de sen benim başımın tacısın, hiçbir şey değişmiyor. İki huysuzlandın diye sıkılıp sızlanmak aklıma bile gelmedi. Ben çok memnunum burada seninle olmaktan! Başka hiç kimseyle olmak istemiyorum.”
Sizi olduğunuz gibi kabul eden biri. Tüm karanlığınızla, sıkıntılarınızla, çıkardığınız arızalarla. O an ellerim ellerinde kalbime kuvvet doldurdu annem! Bunu duyunca öfkeden oluşan koruma kalkanımı iyice indirdim ve belki yarım saat ağladım restaurantta. Annem “Ağlama, dışarıdayız, insanlar ne düşünecek şimdi.” gibi cümleler kurmadı. “Ağla kızım. Şu an ihtiyacın bu ise ağla. Buradaki insanların da kim bilir kaçı böyle, sadece dışarı yansıtmıyorlar belki.”
Annem olgunluğu, beni olduğum gibi kabul edip sahiplenişi ile o an bana hayatımda tek ihtiyacım olanı verdi. Ve kendime izin verip içimde olanı dışarıya rahatça çıkarmama olanak sağlayıp alan tutması sayesinde sustuğumda daha sakin, daha dingin, daha huzurluydum. Hatta gülmeye başladık bile beraber! Ona buradan herkesin huzurunda teşekkürlerimi ve minnetimi sunuyorum! Canım annem!
Bir diyalog üzerinden ilerledik ama günün sonunda demek istediğim şu: Şikayetçi, negatif insanlar varsa etrafınızda bir yerlerde anlayın ki kendi içerisinde çok mutsuz onlar. Farkındalar ya da değiller ama mutsuzlar. Savaştalar. Bunu bilerek yaklaşın onlara. Muhtemelen asıl ihtiyaçları olan sevgi ve şefkattir, anlaşılmaktır. Siz sadece belki sadece susarak destek verebilirsiniz onlara, ağzınızla kuş tutmanız değil, sadece yan yana sessizliğinizde durmanızdır ihtiyaçları. Ve unutmayın; kendileri istemediği sürece oradan çıkmayacaklar. Sizin onları oradan sırf kendi gücünüzle çıkarma şansınız yok. Boşa kendinize yüklenmeyin o noktada. Ancak kişi kendisi isterse çıkacak o karanlıktan. Bu duruma kabulse de sonsuza dek dönecek bu mutsuzluk döngüsünde. Seçim onların. O kişileri hayatınızda barındırıp barındırmama seçimi ise size ait.
Şu an mı nasılım? Çok çok zorlandığım bir dönemdeydim ama sonsuza dek öyle yaşayamazdım. Hayat en çok kendime zorlaştı. İki seçeneğim vardı: ya karanlık bir odada yemek yiyip uyuyup, yemek yiyip uyuyup kendime acıyacak ve “elimden hiçbir şey gelmiyor” diye sızlanıp şikayet edecektim ya da kafamı toparlayıp gücümü elime alıp olduğum noktadan yeniden ayağa kalkmak için elimden geleni yapacaktım.
Ayağa kalkmayı seçtim. Hayat böyle, buradan yaşayınca daha keyifli benim için. Düşüp kalkacağız son nefesimize kadar belli ki. “Şu yaşına kadar ne anladın?” derseniz; anladığım en büyük noktalardan bir tanesi bu hayatla ilgili. Düşeceğiz ve kalkacağız ve hayat devam ediyor ve hayatın nasıl devam edeceğini sadece biz seçiyor olacağız. İyilik ve güzellikle…
İlginizi çekebilir: Tüm kötülüklerin kaynağı sevgisizlik ve kalpten sevebilmenin gücü