Yazın gittiğimiz yoga inzivasında hocamız, bir akşamüzerinden ertesi gün öğlene kadar sessizliği deneyimleyeceğimizi, hiç konuşmayacağımızı, bir şeye ihtiyacımız olduğunda yazarak talepte bulunabileceğimizi, hatta kitap okumanın ve yazı yazmanın da olmadığı; sessizliğimizde tamamen kendimizle kaldığımız bir deneyimden geçeceğimizden bahsetti.
Heyecanlandım duyduğumda çünkü senelerdir bu enteresan deneyimi yaşamak isteyip bir türlü cesaret de edemiyordum işin aslı. Bizim yapacağımız da minicik versiyonuydu gerçi; 4 günlük, 1 haftalık, 10 günlük sessizlik kampları mevcut. Sıfır konuşma! Bir ara 4 günlüğü yapmaya kendi adıma niyet ediyorum da bakalım ne zaman olacak?
Daha hoca bunu duyurduğu an panik sesleri yükseldi bazılarımızdan: “Nasıl yani? Su istemek istersek? Peki müzik hiç mi dinleyemeyiz? Ben tutamam ki kendimi. Kaş-göz en kötü tamam mı?” gibi sonu gelmeyen endişeler, anlaşmalar. O an izledim arkadaşlarımı sessizce.
Şaşırmıştım kendimize yaptığımıza. Bir şey başımıza gelmeden evvel, ne olacağı konusunda hiçbir fikrimiz asla olmamasına rağmen fikir yürütüp strese girmek böyle bir şeydi demek. Gözlerim önünde yaşanıyordu boşa edilen gelecek endişelerinden bir tanesi. Çıtım çıkmadı. Yorum da yapmadım. İnanın bu anı izlemek çok değerliydi! Çünkü onları izlerken kendimi izliyordum aslında. Bu kadar zamandır bilmediğim şeylere nasıl tepkiler verdiğimi, belki de boş yere stres yaptığımı gözlemleme fırsatım oldu bu şekilde. Sonra arkadaşım fark etti.
“Gamze sen nasıl bu kadar sakinsin? Daha önce yaptın mı? Nasıl bir şey demiyorsun şu an?”
“Hayır yapmadım ve hatta merak da ettiğim bir konu aslında. Aşırı zorlanırım gibi geliyor ama çok merak ediyorum neler yaşayacağımı içimde. Belki de çok kolay gelecek, kendimizin hiç bilmediğimiz bir yönüyle tanışacağız. Ama bilmiyoruz ki! Siz de amma panik oldunuz! İstediğiniz kadar konuşun ne yapacağız diye, o an göreceğiz işte. Daha saatler var. Şimdiden bunun paniğine girmek anlamsız geldi çünkü zaten yaşayacağım, şu an bu konuya endişelensem de endişelenmesem de!”
“Vay! Doğru söylüyorsun. An’da kalmak böyle bir şey sanırım o zaman? Nasıl yapıyorsun bunu?”
“Evet sanırım an’da kalmak denilen şey tam da benim içimde bulunduğum durum. En ciddi hissettiğim şeyin şu an özgürlük olduğunu söyleyebilirim. Nasıl yaptığımı ben de bilmiyorum ama bir fikrim var sanırım. Bu yaşıma kadar, bu anıma kadar o kadar olacak olaylar için endişelendim, korktum, acı çektim, panik oldum ki daha hiç biri olmadan! Bıktım! Gerçekten bıktım! Her ne olacaksa zaten oluyor. Ben sadece hayatımdan yemiş oluyorum. O kadar sıkıldım ki bunu yapmaktan yapamayacağım daha fazla. Belki de bu noktaya gelmek gerekiyordur.”
Yine yoga eğitimini aldığım Berivan söylemişti: “Dönüşüm ancak son noktaya geldiğinizde, ‘yeter artık!’ dediğinizde başlar” diye. Bu konudaki tecrübemden dolayı aynen böyle de olduğunu söylemem yanlış olmayacaktır sanırım.
Bir günün akşamüzerinden başlayıp ertesi gün öğlene kadar girdik sessizliğimize. Canımız istemezse selam vermek, gülümsemek zorunluluğumuz da yoktu kimseye. Ne içimizden geliyorsa öyle davranacaktık. Ah! O da hepimize nasıl bir özgürlük kapısı açtı. Sevmediğimizden değil birbirimizi, bunları kişisel algılamayacak kadar da olgunluğa erişmiş bir topluluktuk oradaki. Gerçekten neydi ihtiyacımız, ne yapmak, nasıl davranmak istiyorduk? Kısacası birkaç saatliğine de olsa maskesizdik sonunda.
Deneyim bittiğinde toplaştık. Birbirimizle tecrübelerimizi, hislerimizi paylaştık. Çoğumuz benzer noktalardaydık. Ortaya çıkan birkaç noktayı paylaşmak isterim burada hepinizle:
- Konuşmak çok sıradan ve olağan bir şey sanarken kendimizi ifade edebilmenin gücünü fark ettik. Ne kadar da önemliymiş! Bir şeyin kıymeti anca olmadığında anlaşılır derler ya; bu konuda da öyle oldu birçoğumuz için. Şükrettik.
- Tüketim toplumu olduğumuz bu konuda da kendisini gösterdi. Meğerse ne çok ve dağınık konuşuyormuşuz. Ne çok kelime kullanıp ne çok enerji sarfediyormuşuz hiç düşünmeden. Az ve öz kelime kurmak anlaşmak için gayet yeterliymiş.
- Ses kesilince çevreye dikkat kesilmeye başlıyormuş insan. Konuştuğun sırada verdiğin enerjiyi başka duyulara veriyormuşsun. Renkleri daha net görmek, doğanın seslerini daha kalpten duymak, ağaçların şekillerine, rüzgarın hışırtısına daha dikkat kesilmek, yeşilliğin içerisindeki minik hayvanları; bambaşka doğayı fark ediyormuşsun. Yani aslında hayatı gerçekten “görmeye” başlıyormuşsun.
ve bir de sessizlik dışında iletişimsizlikten fark ettiklerimiz oldu:
- İletişim olmadığında dış dünyayla hayal gücün gelişiyormuş. Artık aklımıza gelen basit, kolay her ne ise herhangi bir konuyu Google’dan bakmaya alışmışız hepimiz. Hiç üzerinde düşünmüyormuşuz, fikir yürütmüyormuşuz. Beyin jimnastiği aslında bir nevi. Google’dan “hemen” öğrenmeyi marifet sayar olmuşuz. Hani günümüz dünyasında hız önemli ya. Herkese yetişeceğiz, ayak uyduracağız diye aslında düşünme, hayal kurma yetimizi bile ellemiyormuşuz.
Yani işin özü, kısacık bir sessizlik deneyimi daha dillendirildiği an çok şeyler katmaya, tepkilerimi fark ettirmeye, kendimizi gözlemlememize olanak sağladı aslında. Bu arada hepimize de az geldi! Nasıl oldu bilmiyorum ben de ama hepimizin ortak kanısı daha devam edebileceği yönündeydi.
Benden tavsiye eğer imkanınız ve cesaretiniz varsa sessizliği deneyimleyin hayatınızda. Hemen kaçmak mı istiyorsunuz yoksa hiç fark etmeden ihtiyacınız mıymış; gözlemleyin kendinizi. Ancak kendimizi gözlemlediğimiz zaman, tepkilerimizi gördükçe kendimizi anlamaya başlıyoruz ve kendimizi anladıkça hayatın içine daha rahatça yerleşiyoruz.
Nice sessizliklere… Kendimize doğru… Sevgiyle.
İlginizi çekebilir: Sen hiç 10 gün susup sadece kendinle baş başa kaldın mı?