X

My Quarantine Friend’in yaratıcısı illüstratör, animatör, sanatçı ve tasarımcı Meltem Şahin röportajı

Marmaris’te doğmuş; yaşamının bir dönemini Ankara’da, bir dönemini Amerika’da, bir dönemini de İstanbul’da geçirmiş ve şu an doğduğu topraklara dönerek üretim sürecine orada devam eden; kendisini illüstratör, animatör, sanatçı ve tasarımcı olarak tanımlasa da kalıplara sığmayı reddetmiş, çok yönlü bir isim: Meltem Şahin.

İllüstrasyonlarına ve animasyonlarına yansıttığı fantastik karakterler bu dünyanın çok ötesinden gelmiş gibi görünse de, gerçekleştirdiği projeler hepimizin içinde bir yerlere dokunacak kadar gerçek ve çarpıcı. Yaptığı işlerle sadece Türkiye’de değil, Huffington Post ve BuzzFeed gibi dünyaca tanınmış mecralarda kendine yer bulan, “Sketches with+for+from ai” projesi dünyanın en büyük sanat müzelerinden biri olan The National Gallery’de sergilenen Meltem Şahin’le kariyer yolculuğuna ve ilham verici sanat projelerine dair keyifli bir röportaj gerçekleştirdik.  

Öncelikle sizi biraz tanımak isteriz. İllüstrasyona ve animasyona olan ilginiz ve bu konudaki çalışmalarınız ilk olarak ne zaman başladı?

Marmaris doğumlu illüstratör ve animatörüm. Bazen de kendimi sanatçı ve tasarımcı olarak tanımlıyorum. Çok farklı alanlarda çalıştığım için kendimi nasıl tanımladığım da o aralar yaptığım projelere göre değişiyor.

Bilkent Üniversitesi Grafik Tasarım bölümünden fakülte birinciliğiyle mezun olduktan sonra, Fulbright bursuyla gittiğim Maryland Institute College of Art (MICA)’da illüstrasyon üzerine master yaptım. 2013 yılında, işlerim Bologna Çocuk Kitapları Fuarı’nın yıllığına seçildi. 2016 yılında resimlediğim kitabım, P is for Pussy, Huffington Post ve BuzzFeed başta olmak üzere birçok yabancı basında yer aldı. 2017’de animasyon ve retro oyuncaklardan oluşan, aynı zamanda master tez sergim olan, Türkiye’deki ilk kişisel sergim “Negative Pleasure”ı İstanbul’da açtım. 2017 yılında, 22 sanatçıdan oluşan PMS adlı Türkiye’nin ilk artırılmış gerçeklik sergisinin küratörlüğünü yaptım. Animasyonlarım 6 farklı ülkede gösterildi. American Illustration, Society of Illustrators ve Applied Arts gibi dünyanın en önemli illüstrasyon yarışmalarında ödüller alıp, seçkilerinde yer aldım.

Küçük yaşlardan itibaren çizimle ilgileniyorum. Ressam olmak istemiştim, ama ailem beni grafik tasarıma yönlendirdi. Grafik tasarım da beni illüstrasyona taşıdı. Oradan da aslında tekrar resime, çizime yaklaştım, hem de bu sefer tipografi ve kompozisyon bilgilerimle. Lisans eğitimimde illüstrasyona yoğunlaşsam da, animasyon denemelerim de başlamıştı. Animasyona ağırlık vermem ise yüksek lisans eğitimim sırasında gerçekleşti.

Tasarımlarınızı özgün kılan şeyin ne olduğunu düşünüyorsunuz? Tasarımlarınızda statik görseller yerine animasyonları, gifleri, hareketli objeleri ya da kuklaları kullanmanızın özel bir sebebi var mı?

Amerika’da okuduğum bölümün adı “İllüstrasyonun Pratiği”. Bu bölümde illüstrasyonun sadece editöryal ve çocuk kitabı illüstrasyonu olmadığını; giflerin de, heykellerin de illüstrasyon olabileceğini öğrendik. Ve bu bakış açısı benim hem düşünce yapımı hem de pratiğimi çok değiştirdi. Böylece tek bir malzeme, teknik, veya yönteme bağlı kalmak zorunda olmadığımı gördüm. Ve sürekli araştırmaya, denemeye, bilmediğim sularda, teknolojilerde yüzmeye başladım.

Her yeni bir tekniğin beni sanatçı olarak geliştirdiğini düşünüyorum. Türkiye’de yetişen bir sanatçı olarak, kusurlu ve geçici olan güzelliği anan Doğu kültürü ile birlikte, Batı kültürünün idealize edilmiş güzelliğini gözlemliyorum. Çocukluğumdan beri doğu kültürüyle, evrenin tuhaflığı, ayrıntılarının güzelliği ve geçen zamanın melankolisi ile ilgilendim. Yapıtlarımda kullandığım teknik ne olursa olsun, bireyleri kendi varoluşlarından yabancılaştıran gerçek hayatın varsayımlarını taklit eden bir model yaratmaya çalışmak yerine, belirli bir ırk, sosyal statüye dahil olmayan insancıl, güzelliğin niteleyici özelliklerinden uzak, seks-pozitif tutum içerisindeki figürler oluşturmaya çalışıyorum.

“Sketches with+for+from ai” isimli eserinizin çok yakın bir zamanda dünyanın en büyük sanat müzelerinden biri olan The National Gallery’de sergilenecek olduğu haberini aldık. Birçok sanatçının hayali olan bu durum size nasıl hissettiriyor? Biraz sergilenecek olan eserinizden bahsedebilir misiniz?

Bu iş, kendi stilimi, yapıtlarımın makine öğrenimi ile simbiyotik ilişkisini, yeni dünya düzenini ve bu düzendeki konumumu anlamaya çalıştığım eskizlerden oluşuyor aslında.

 
Soldaki “Ölenle Ölünmez” adlı ilk animasyonum, diğer gerçekliklere, soyutlamalara ve/veya mikro kozmoslara açılan kemerli kapılar için bir başlangıç noktasıdır. Bu animasyondaki karakter sessiz bir gülümsemeyle inlerken, adeta bir bebek gibi başını taşır bu da hayatını, yani gerçekliğini kaybettiğini temsil eder. “Normal olmayan yeni”nin başlangıcıdır. İkincisinde, ilkini yaratan sanatçı, yani ben, kucağında kötü yapılmış bir kafa ile hareketlerini taklit ederek onlar gibi olmaya çalışır. Üçüncüsü, ilk iki varlığın makine öğrenimi algoritmasıyla yaratılan ilk çocuklardan biridir, hareketleri adeta bir yenidoğanın çırpınışları gibi merak uyandırır. Dördüncüsü, boyundaki zarif uzama dışında neredeyse tahmin edilebilir. Beşincisi ise sırasıyla birinci ve ikinci varlıkları gösteren ve sadece kafa verilerini kullanan bir çocuktur. Sonuncusu yükseliyor, neredeyse “yeni normal değil”i bırakıyor, ama yine başladığı yere geri dönüyor. Bu yapıt yapay zeka ile ürettiğim ilk büyük iş. Benim kariyerim için The National Gallery’e seçilmem inanılmaz büyük bir başarı ve bununla gurur duyuyorum.

‘Scars to be celebrated not to be stigmatized’ söylemiyle ve etkileyici animatik çizimleriyle son projeniz Flawsome animasyon serisinden biraz bahsedebilir misiniz? Flawsome animasyonlarının nasıl bir hikayesi var, nasıl bir mesaj taşıyorlar?

“Flawsome” işimi GIPHY adlı gif platformunun isteği üzerine, yeni özelliklerini tanıtmak için yarattım. GIPHY bana belli bir konu vermedi, sadece sesli animasyonlar yaratmamı istedi. Ben de bu animasyonda uzun zamandır işlemek istediğim yaralar ve izler konusunu ele almak istedim.

Güzellik algıları üzerine uzun zamandır çalışıyorum, bu konular üzerine çalışmak hem sanatımla öne çıkarmak istediğim bir konuyken, aynı zamanda bana da kendi bedenime dair güzellik algımı yeniden yazmak için çok iyi geliyor. Bu animasyon serisinde, doğum lekesinden çatlağa kadar 5 farklı izi, yarayı işledim. Bu seri aslında ilk çatlaklı olan animasyonla başladı, ergenliğimde olan çatlaklarımla barışma projemdi. Hepimizin vücudunda öyle ya da böyle olan yaraları kötülemek, kapatmak, saklamak yerine, onları sahiplendiğimiz, hatta kucakladığımız bir dünya yaratmak istedim. “Flawsome” işim aynı zamanda dünyadaki en prestijli illüstrasyon ödüllerinden Society of Illustrators’tan gümüş madalya aldı, önümüzdeki ay New York’a ödül törenine gideceğim.

Hepimizin evde olduğu karantina döneminde her adımını Instagram üzerinden paylaştığınız, gözlerimizin önünde şekillenen ‘My Quarantine Friend’ isimli, oldukça ilginç bir eser yarattınız. Bu fikir ilk olarak nasıl ortaya çıktı? ‘My Quarantine Friend’in oluşum sürecindeki deneyimlerinizden bahsedebilir misiniz?

‘My Quarantine Friend’ benim Covid-19 anksiyetemle doğdu. Pandemi ilk geldiğinde, dijital olarak tüm üretimlerime ara verip sadece boncuk işlemek istedim. Bu arada hiç daha önceden boncuk işlememiştim. Ve ilk işlediğim parça bir gözdü. Süreçten çok keyif alınca diğer gözü de işlemek istedim. Ve fark ettim ki, ben aslında bir karakter yaratıyorum. Yarattıkça bu karakteri benim arkadaşım olmaya başladı. İsmi de oradan geliyor. Karantina arkadaşımla dostluğum, yaratım sürecinde başladı ve bittiğinde devam ediyor. Kendisi 1.90 boylarında, kocaman biri; hatta kendine ait bir hesabı var Instagram’da. @myquarantinefriend_ hesabından takip edebilirsiniz.

Dünyanın farklı ülkelerinden sanatçıların premenstrual dönemle ilgili bakış açılarını yansıtan ve artırılmış gerçeklikle giflere çevrilen eserlerinin sergilendiği, sizin de küratörü olduğunuz OH!MY PMS projenizle ilgili nasıl geri bildirimler alıyorsunuz? Biraz bu projeden ve oluşum sürecinden bahsedebilir misiniz?

Premenstrual Syndrome (Regl Öncesi Sendrom), kadın bedenine ve kadınlık deneyimine dair tabuların başında geliyor. Bastırılan, göz ardı edilen, paylaşılmayan ya da tektipleştirilen bir deneyim. Sergi şu soruları düşünürken zihnimde canlandı: Halbuki tüm kadınlar aynı süreçten mi geçiyor?, Herkesin bedeni, zihni, ruhu aynı tepkileri mi veriyor?, Hem kadında, hem çevresindeki kişilerde, PMS nasıl bir deneyime dönüşüyor?

Bu sorular etrafında yaptığım çağrı ile 19 kadın sanatçıyı bir araya getirerek, Türkiye’nin ilk artırılmış gerçeklik sergisi PMS’i oluşturduk. İlki 2017’de Bant Mag işbirliği ile Bina’da, ikincisi 2018’de Gülbaba Music işbirliği ile Bomontiada A Corner in The World’te gerçekleşti.

Farklı ülkelerden, sosyo-kültürel çevrelerden olan sanatçılar, üretimleri ile PMS’e dair farklı deneyimleri seyircilerin “deneyimlemesini” sağladı. İki sergide de, giflerin hareketsiz görüntülerinden oluşan posterler, sergi için yaratılan mobil uygulama sayesinde hareketli giflere dönüştü ve seyirciyi PMS deneyiminin içine çekti. Şimdi ise, PMS’in üçüncü versiyonunu, 22 yeni sanatçının üretimi ve yeni bakış açısı ile daha fazla kişiye ulaşmak için yeniden tasarlıyoruz.

Tez konunuz da olan Negative Pleasure projenizin nasıl bir içeriği vardı? Sonrasında bunu bir seriye çevirme ve sergileme fikri nasıl gelişti?

Master tez projemin adı “Negatif Haz” idi. Ünlü filozof Kant’tan ödünç alınan negatif haz, yüce bir deneyimdir. Yüce duygu, ezici korku ve ezilmiş olma, haz ve acı arasında bir tür sürekli gidip gelme halidir. Sergideki işler üç büyük filozof Gilles Deleuze, Friedrich Nietzsche ve Maurice Merleau-Ponty’nin düşüncelerinin bir yansıması olarak tasarlandı. Toplamda on iş vardı ve her biri bir alıntıya karşılık geliyordu.

Sergide iki tane animasyon, dört tane mekanik, dört tane de elektronik oyuncak vardı. Aynı zamanda bu anlamlı katmanlar işlerin farklı medyalarda devam eden görselliği, renk seçimleri, motorların sesleri ve çok değerli besteci arkadaşım Mert Kocadayı’nın sergim için yarattığı müzikle bütünleşiyor, bir oluyordu.

Optik illüzyon oyuncakları, animasyonun ve hattâ filmin atası. Kukla da gölge oyununa, bir başka illüzyona referans veriyor. Sergide olan tüm işler animasyon prensibi üzerinden çalışıyor. Konu edilen filozoflar da bir sonuçtan öte bir oluştan bahsediyorlar. Animasyonların, oyuncakların bu döngüsü; bitmeyen dairesel hareketleriyle bu düşüncelerle örtüşüyor, onları destekliyor, öne çıkarıyor. Bir yandan da bu “geçmiş” dolu oyuncaklar, üç boyutlu yazıcıdan, lazer kesimden yapılmış, Arduino’ya bağlı devrelerle çalışıyor. Bu tezatlar ve analojiler bir seyahate dönüştürüyor sergiyi, işleri bir bütüne dönüştürüp ayırıyor ve sonra tekrardan bağlıyor.

Bu sergi dediğiniz gibi yüksek lisans bitirme sergimdi, aynı zamanda Amerika’daki ilk solo sergimdi. Bir yıl sonra, 2017 yılında Negatif Haz’ı, içindeki işleri geliştirerek bu sefer de Mixer’de İstanbul’da açtım.

Tüm bu işlerin yanı sıra Bey Karaköy’le yaptığınız işbirliğinde iddialı çizimlerin olduğu tasarımlara imza attınız ve son olarak Islandman’in yeniden yorumladığı Âşık Veysel’in Kara Toprak parçası için hazırladığınız Instagram filtreniz büyük beğeni topladı. Biraz da bu işbirliklerinizle ilgili bilgi alabilir miyiz?

İşbirliklerinde çalıştığım topluluk, kişi veya markalarda, hep projenin benim değerlerimle örtüşüp örtüşmediğini tartarım en başta. Kadın, queer, ve son zamanlarda iklim ile ilgili konularda işler üretiyorum. Islandman ile olan proje beni iklimden yakalarken, Bey ile yaptığımız proje de beni kadın konularından yakaladı.

 
Bey ile yaptığımız projede benden istenen, kadınların gücünü gösterebildiğimiz vahşi, kanlı ama tatlı illüstrasyonlardı. Ben de elimden geldiğince farklı kültürlerden, etnik kökenlerden kadınları farklı sahnelerde çizerek projeyi zenginleştirmeye çalıştım.

Kara Toprak işinde de, lisede okuduğumuz ve benim ölümle ilişkilendirdiğim, aynı isimli şiirin/türkünün aslında ne kadar çevreci bir anlatıma sahip olduğunu anladım. Toprağın kutsallığını, verimini ve insan hayatındaki önemini vurgulayan bu yapıtı ve Islandman’in bu yapıt üzerine çıkardığı nefis parçayı olabildiğince, kendi tarzımla öne çıkarmaya çalıştım.

Bugüne kadar üzerinde çalışırken en keyif aldığınız projeniz hangisi oldu?

Genelde son bitirdiğim proje en keyif aldığım iş oluyor. Projelerimde hep fikir bulma aşamasında huzursuz ve tekinsiz sularda takılırım. Üretim kısmında biraz rahatlarım ve bittiğinde geri dönüp baktığımda çok mutlu olurum. İnanarak, duygusal olarak bağlanarak yaptığım için projeleri, kendimi en son neyin içine kapattıysam, en keyifli alanım orasıdır o anlık.

Biraz da yeni projelerinizden bahsedebilir misiniz? Okuyucularımızın yaptığınız işleri takip edebilecekleri bir platform var mı?

Bu aralar Funky Nap diye bir markayla bu topraklardaki Kozmogenesis, yaratılış efsaneleri üzerine; su, toprak, ve hava olmak üzere 3 koleksiyon hazırlıyoruz. Üniversitedeyken bitirme tezim de bunun üzerineydi ve bu topraklardaki o zengin efsanelerin, mitlerin hem Türkiye’de, hem de dünyada daha fazla bilinmesini arzuluyorum.

Bu projeden önce de en son Paperstreet ve İsrail konsolosluğundan Elazar Zinvel ile “Tell me your Story” isimli çok güzel bir kitap projesinde yer aldım. Tell Me Your Story, 20 sanatçının çocukluk hatıralarının yer aldığı, katılımcı bir sanat projesi. Projede 10 Türkiyeli, 10 İsrailli sanatçı, çocukluk anılarını eşleştirildikleri partnerleriyle paylaştı; ardından her sanatçı partnerinin hikayesini kendi özgün diliyle resmetti. Yıllardır aslında başka insanların fikirlerini resimlemeye çok alışkınım. Ama o başkaları hep yazarlardı. Bu projede ile ilk defa bir illüstratörün fikirlerini, çocukluk hayallerini resmettim. Ve çok büyük keyif aldım.

Beğendiğiniz ya da rol modelim diyebileceğiniz illüstrasyon sanatçıları var mı?

Lisedeyken Bant Mag’de Sadi Güran’ın illüstrasyonlarına bayılırdım, hatta illüstrasyon kavramını Sadi’den öğrendim. O yüzden o zamanlar tanışmasak da, Sadi bu konudaki ilk rol modelim diyebilirim. Daha sonrasında da Maryland Institute College of Art’a illüstrasyon üzerine master yapmaya gittiğimde, neredeyse tüm sınıf arkadaşlarımdan çok etkilendim. Sınıftaki herkes, üst sınıflar dahil hem rol modelim, hem de arkadaşım oldu. Bölümün özünde amaçladığı da buydu zaten, öğretmenlerimizden çok, sınıf arkadaşlarımızdan öğrenmemiz.

Günlük yaşantınızda en çok nelerden ilham alıyorsunuz?

Ben sanırım en çok dinlediğim müziklerden, okuduğum kitaplardan, izlediğim filmlerden, sevdiğim insanlarla sohbetlerden ilham alıyorum. Ya onların öne sürdüğü bir fikir, ya da bende yarattığı bir duygu beni tetikliyor iş yaratmak için. Elimden geldiğince illüstrasyon ve animasyon gibi işler yerine, kendi pratiğim dışındaki işlerden beslenmeye çalışıyorum. Böyle olunca kendi özümü daha iyi yansıtabildiğimi düşünüyorum.

Rutininizde en çok keyif aldığınız ve yaratıcılığınızı beslediğini düşündüğünüz aktiviteler neler?

İstanbul’dan Covid nedeni ile Marmaris taraflarına taşınınca fark ettim ki, ben aslında en çok fikirlerimi toplu taşımada bulabiliyormuşum. Kafamı cama dayayıp, şehri ve insanları izlerken zihnimde yeni fikirler doğuyormuş. Bu taraflarda öyle bir deneyim yakalayamadığım için, ben de bir benzerini, hatta benim için daha keyiflisini, doğa yürüyüşlerinde yakalayabildiğimi fark ettim. Bazen tek başıma, bazen de başkalarıyla sessizce yürümek beni inanılmaz besliyor.

Yaratıcılığını beslemek ve vizyonunu genişletmek isteyen okuyucularımıza önerileriniz neler olur?

Bence demin de bahsettiğim gibi, kendi pratiğinin dışında bir konuya ilginin olması, o konuda kendini geliştirmen çok değerli. Birçok farklı konuda kendimizi geliştirmeyi, interdisipliner yaklaşımları çok değerli bulurken, bir yandan da ilgi süremizin saniyelere düştüğü, Google arama motorunun bir uzvumuz olduğu bu dünyada yüzeysel kalmamaya dikkat etmeliyiz. Çok çeşitliliğimizin, çok yönlülüğümüzün yanında, öğrenmek istediğimiz, derinleşmek istediğimiz bir konumuzun olması da çok önemli bence.

Son olarak Uplifers ile ilgili düşüncelerinizi alabilir miyiz?

Uplifers’la yaklaşık 4 sene önce tanıştım. Konuların çeşitliliğinin yanı sıra, iyi yaşam trendlerini güvenerek ve zevkle takip edebildiğim bir platform.

Meltem Şahin’i ve güncel projelerini Instagram’da takip etmek için tıklayın. 

Uplifers: Kaliteli ve mutlu yaşam koçunuz!

‘Evdeki herkes barista’: Bosch VeroBarista ile kahve deneyiminizi zirveye taşıyın

Kahve, şüphesiz ki pek çoğumuz için lezzetli bir içecekten çok daha fazlası; adeta bir tutku, bir ritüel… Sabahın ilk ışıklarında enerji veren, gün içindeki küçük molalarda kendimizi şımartmamızı sağlayan, bazense sohbetlerin tadını ikiye katlayan en keyifli eşlikçi. O yüzden günün farklı anlarını, farklı kahvelerle taçlandırmak gibisi yok; ne de olsa her anın kendine has bir kahvesi var. Güne enerjik bir başlangıç yapmak için yoğun aromalı bir americano ya da gün içinde en sevdiğimiz tatlının yanında yumuşak içimli bir cappuccino en iyi seçim olabilir.



Peki ya bu seçimlerimizi evde barista ustalığıyla hazırlayabilir miyiz? Elbette. Bosch Tam Otomatik Kahve Makinesi VeroBarista ile günün her anına ve her damak tadına uygun lezzetli kahveler hazırlamak mümkün; çünkü VeroBarista ile evdeki herkes barista. Her fincanınızı ustalık eserine dönüştürmeye hazırsanız, işte VeroBarista ile yapabilecekleriniz:

Kahve çekirdeklerini dilediğiniz gibi öğütebilirsiniz

Barista ustalığında lezzetli kahveler hazırlayabilmenin ilk adımı, kahve çekirdeklerini doğru bir şekilde öğütmekten ve tazeliği korumaktan geçiyor. Güzel haber; VeroBarista tüm bunları sizin için yapıyor. CreamDrive, yüksek kaliteli seramik kahve öğütme ünitesi ve özel aroma koruyucu çekirdek haznesi ile günün her saati taze çekilmiş kahve çekirdekleriniz hazır.

Üstelik çekirdek öğütme inceliğini de dilediğiniz gibi ayarlayabilirsiniz. Arka arkaya iki öğütme ve ısıtma sayesinde ekstra güçlü kahvenizi tadı daha az acı olacak şekilde hazırlayabilirsiniz. AromaDouble Shot Fonksiyonu ile kahve aromasından ödün vermeden ekstra yoğun kahveler hazırlamak da mümkün. E bir barista daha ne ister, öyle değil mi?

Farklı anları, farklı kahve çeşitleriyle taçlandırabilirsiniz

Taze çekilmiş kahve çekirdeklerinin mis kokusunun yanı sıra kahve hazırlamanın en güzel yanlarından biri de hiç şüphesiz her damak zevkine uygun farklı seçenekler yapabilmek. Sert tatları sevenler, yumuşak içim tercih edenler ya da daha eğlenceli köpüklü bir şeyler arayanlar… VeroBarista’da herkes için bir şeyler var. Cappuccino, flat white, latte macchiato, sütlü kahve, OneTouch Function ile hepsini tek tuşla hazırlayabilirsiniz. Dahası, yoğun tatları seviyorsanız americanonuz da VeroBarista ile hazır.

Belirtmekte fayda var ki; bir barista ustalığında kahve hazırlayabilmek için özellikle sütlü kahvelerde doğru lezzeti yakalayabilmenin en önemli sırrı sütün sıcaklığını ve kıvamını doğru ayarlayabilmek. Neyse ki VeroBarista, ideal demleme sıcaklığı konusunda tam bir usta. Sütlü kahvelerde bile mükemmel sıcaklığı yakalıyor, süt köpüğü ve sıcak su hazırlama seçenekleri ile her kahve türünü lezzetten ödün vermeden hazırlıyor. Ayrıca sütlü kahveleriniz için de hortumlu süt adaptörü sayesinde esnek çözümler sunuyor. İster kutudan, ister şişeden, ister kendi termosundan süt alın, VeroBarista ile sonuç hep aynı; hep mükemmel.

Kişisel tercihlerinizi kaydedebilirsiniz

Geçek bir barista kahve hazırlarken mutlaka kişisel dokunuşlarıyla fark yaratır; VeroBarista da evdeki herkesin kendi ‘barista’ dokunuşunu ekleyebilmesi için kişiselleştirilmiş tercihlere göre 4 adede kadar favori kahve kaydedebilme özelliğine sahip. Böylece her yudumda tam da istediğiniz gibi bir lezzete kavuşabilirsiniz. Ayrıca evinizde baristalığı başkasına devretmeniz gereken anlarda da kahvenizin yine tam istediğiniz gibi hazırlanacağından da emin olabilirsiniz 🙂 Sıfır risk, bol lezzet…

En sevdiğiniz kahveyi, en sevdiğiniz fincanda içebilmeniz için de VeroBarista üstüne düşeni yapıyor ve yüksekliği ayarlanabilir kahve çıkışı sayesinde 15 cm yüksekliğe kadar ayarlanabiliyor. En uzun latte macchiato bardaklarınızı bile rahatlıkla kullanabilirsiniz.

Zamandan ve enerjiden tasarruf edebilirsiniz

Kahve hazırlarken lezzet kadar önemli bir şey daha varsa; o da şüphesiz ki zamandan ve enerjiden tasarruf edebilmek. VeroBarista, minimum ısınma süresiyle 45 saniye gibi çok kısa bir zamanda kahvenizi hazır hale getiriyor. Ayrıca her kahveden sonra autoMilkClean süt temizleme sistemi ile tam otomatik temizlik sunuyor ve kolayca çıkartılabilir damlama tepsisi, kahve posası kabı ve süt ağızlıkları bulaşık makinesinde yıkanabiliyor. Yani kahve keyfiniz bittiğinde sizi temizlikle hiç yormuyor. Ve son olarak ZeroEnergy Auto-off otomatik kapanma özelliği ile belirlenen saatten sonra enerji tasarrufu yapmak için kapanıyor, sizi düşündüğü kadar çevreyi de düşünüyor. Kim hem çok lezzetli kahveler yapan hem de akıllı özellikleriyle kahve hazırlamayı mükemmel bir deneyime dönüştüren böylesi bir yardımcıyı evinde istemez ki?

Siz de evinizin baristası olmaya hazırsanız, en lezzetli kahveleri kendi damak tadınıza göre ayarlamak ve her defasında mükemmel sonuçlar elde etmek için hemen tıklayabilir, VeroBarista ile tanışabilirsiniz.

*Bu yazı Bosch katkılarıyla hazırlanmıştır.



21 Günde Ustalaş: Hayatınızı dönüştürmenin kısa rehberi

Günümüz dünyasında insanlar hızlı ve etkili çözümler ararken, uzun vadeli değişikliklerin ne kadar süre gerektirdiği sorusu akıllarda yer ediyor. Araştırmalar, bir alışkanlık kazanmanın 21 günlük bir süreç olduğunu belirtiyor. Bu gerçek, “21 Günde Ustalaş” serisini şekillendiren temel düşünce. Omega Yayınları’nın yayımladığı ve Marie-Claire Carlyle, Leon Nacson ve David A. Phillips gibi alanında prestijli yazarların katkıda bulunduğu seri, hayatın farklı alanlarında bir dönüşüm yaşamak isteyen okurlara kısa ama derinlemesine bir yolculuk sunuyor. Peki, bu serinin her kitabı, okura nasıl dokunuyor? Gelin, seriye birlikte göz atalım.



Marie-Claire Carlyle-Para Mıknatısı: Zenginliğe Giden Yolda Bir Yol Haritası

Serinin ilk kitabı olan Para Mıknatısı, parayla olan ilişkimize yeni bir perspektif getiriyor. Carlyle, paranın sadece maddi bir unsur olmadığını, aynı zamanda kişisel değerimizin ve başkalarına sunduğumuz katkının bir yansıması olduğunu öne sürüyor. Kitap, okuyucuları “zengin” olmanın ötesine taşıyarak, yaşamlarında gerçekten neye değer verdiklerini sorgulamalarına yardımcı oluyor. Paranın bir enerji olduğu fikri üzerine kurulu bu kitap, hayata daha fazla refah çekmek isteyenler için önemli adımlar sunuyor. Okur, mevcut finansal alışkanlıklarını gözden geçirmeye ve “para mıknatısı” olma yolunda ilerlemeye davet ediliyor. Carlyle’ın dili basit ama etkileyici. Kitap, “Paranın Değeri” ve “Niyet Etmenin Gücü” gibi bölümlerle, paraya olan bakış açınızı tamamen değiştirebilir. Ancak bu kitap, sadece bir kişisel gelişim kitabı değil; alışkanlıkları kökten dönüştürmek isteyen herkes için bir rehber niteliğinde. Para ve refah konusunda mevcut düşünce kalıplarını yıkmak isteyen okurlar için güçlü bir başlangıç noktası sunuyor.

Leon Nacson-Rüyalar: Bilinçaltınızı Keşfetmek İçin Bir Araç

Serinin ikinci kitabı olan Rüyalar, sadece uyku sırasında yaşadığımız olayların ötesinde, bilinçaltımızın derinlerine bir yolculuk yapmamıza yardımcı oluyor. Nacson, rüyaların anlamını çözebilmek için onları hatırlamanın önemini vurgularken, okuyuculara kendi rüya günlüğünü tutmanın faydalarından bahsediyor. Modern yaşamın karmaşasında, rüyalarla ilgili sembollerin ve temaların nasıl çözüleceğine dair pratik bilgiler sunuyor. Kitap, rüya yorumlamada bireysel deneyime önem vererek okuyucunun kendi rüyalarının dilini öğrenmesini sağlıyor. Rüyaların sembolizmi üzerine yoğunlaşan bölümler, okurun bilinçaltına dair ipuçlarını yakalamasını kolaylaştırıyor. “Düşmek, Uçmak ve Kovalanmak” gibi herkesin yaşamış olabileceği rüya temalarına açıklık getirirken, kişinin ruhsal yolculuğunda bir rehber olma niteliği taşıyor. Nacson, rüyaların günlük hayatımızdaki yansımalarına dikkat çekiyor; bu da kitabı okura bilinçaltıyla ilgili derin bir keşif fırsatı sunan önemli bir araç haline getiriyor.

David A. Phillips-Numeroloji: Sayıların Gizemli Dünyası

Üçüncü kitap Numeroloji ise, yaşamın derin sırlarını anlamak için sayıların gücüne odaklanıyor. Phillips, Pisagor’un öğretilerine dayanan bu kadim bilim dalını modern hayata uyarlayarak, insanların kendilerini ve çevrelerindekileri daha iyi anlamalarına yardımcı olmayı hedefliyor. Numeroloji, sadece kişilik analizi değil; aynı zamanda kariyer seçimleri, ilişkiler ve ruhsal gelişim açısından da rehberlik sunuyor. Phillips, kitabında sayılara dair teorik bilgilere ek olarak, gerçek dünyadan ünlü örnekler sunarak konuyu daha somut bir hale getiriyor. “Ruh Sayıları” ve “Adların Gücü” gibi bölümler, okurların kişisel yaşamlarına dair önemli çıkarımlar yapmasına olanak tanıyor. Numerolojiye ilgi duymayanlar bile, bu kitap sayesinde yaşamlarını yeni bir gözle değerlendirmeye başlayabilir.

21 Günlük Yolculuk: Alışkanlıklar ve Dönüşüm

Bu seri, alışkanlıkların nasıl şekillendiğine ve yaşamda yeniye yer açmanın neden önemli olduğuna dair kapsamlı bir rehber niteliğinde. Her kitap, 21 gün boyunca okuru derin bir içsel yolculuğa çıkarıyor ve bir yandan kısa süreli bir rehber gibi görünse de her birinin arkasında büyük bir felsefi altyapı bulunuyor. Para Mıknatısı, finansal refahın anahtarlarını sunarken; Rüyalar bilinçaltımızı çözmemize yardım ediyor ve Numeroloji kişisel potansiyelimizi anlamamıza kapı aralıyor. Bu serinin en büyük gücü, herkesin hayatında bir noktada değişiklik yapma ihtiyacını hissetmesi ve 21 gün boyunca süren bu küçük ama etkili adımların, büyük dönüşümlere yol açma potansiyelinde yatıyor. Her kitap, farklı bir tema etrafında dönse de ortak payda: Bireyin kendi gücünün farkına varmasını sağlamak ve bunu bir alışkanlığa dönüştürmek.

Sonuç olarak, “21 Günde Ustalaş” serisi, hayatta bir adım öne geçmek ve yeni bir başlangıç yapmak isteyenler için ilham verici bir çalışma. Her kitabın derinliği, okurun kendine dair yeni keşifler yapmasına olanak tanıyor. Seriyi okurken hem kişisel gelişiminize katkıda bulunacak hem de alışkanlıklarınızı yeniden gözden geçireceksiniz. Hayatta yeni bir sayfa açmak için siz de bu 21 günlük yolculuğa çıkmaya hazır mısınız?

Bu yazı Deniz Poyraz tarafından kaleme alınmıştır.

İlginizi çekebilir: Yaratıcılık bir hayal mi? Yaratıcı olmak mümkün mü? İyi ama nasıl?



İlgili Makale