Müzik hayatınızda önemli bir yere sahipse bu izlediğiniz filmlerde kendini belli ediyor. Son zamanlarda izlediğim ve beğendiğim farklı tarzlarda müzikal içeriğe sahip filmleri inceledim. İzlediğinize pişman olmayacaksınız.
1. Searching for Sugar Man
70’li yılların başlarında farkında olmadan bir müzik efsanesine dönülen Detroit’li bir yerel müzisyenin hikayesini ele alan belgesel, Sixto Rodriguez’in efsaneleşme ve ortadan kaybolma sürecini işliyor. Rodriguez, kısa süreli amatör kariyeri boyunca iki adet satmayan albüm kaydeder ve ilk albümün ardından Güney Afrika’da bir efsaneye dönüşür. İlk albümün ardından bir araya gelen iki Güney Afrikalı hayranı, bu kıtada neredeyse John Lennon’a dönüşen bu müzisyenin peşine düşerler. İşin ilginç yanı ise Rodriguez’in bu şöhretten haberi olmamasıdır. Sundance 2012’de belgesel dalında büyük jüri ödülü ve belgesel dalında en iyi dünya sineması filmi dallarında ödülü evine götürmüş bu filmi izledikten sonra müziklerini bulup arşivinize ekleyeceksiniz.
2. Whiplash
Küçük yaşlardan itibaren bateri çalmaya başlayan Andrew, işinde tam anlamıyla bir usta olmak ister. Üniversite tercihinde de ülkenin en iyi müzik okulu olarak gördüğü Shcarffer Konservatuarı’na girer. Henüz 19 yaşındadır ama dersler harici var gücüyle antrenman yapar. Bir gün, okulun en sert hocalarından biri olan caz duayeni Terence Fletcher’ın dikkatini çeker. Fletcher Andrew’ü okulun en parlak öğrencilerinin seçildiği ve sürekli yeni yarışmalara hazırlanan “studio band”e seçer. Başarısı kadar acımasızlığıyla da ün yapmış olan Fletcher, Andrew’un kapasitesinin sonuna kadar kullanmadan asla başarmış saymayacaktır. Genç bateristin önünde sadece mesleki bir test değil, psikolojik bir sınav da vardır. Muhteşem bir müzik şöleni, neredeyse bir psikolojik gerilim filmi. yönetmen tüm duyguları ustaca yansıtmış. çok konuşmaya gerek kalmadan sahneler ve müzik her şeyi hatta sözcüklerin söyleyebileceğinden çok daha fazla şeyi anlatıyor.
3. La La Land
Hayatlarında yön bulmaya çalışan iki tutkulu insan Sebastian ve Mia’nın yolları, Los Angeles’ta trafiğin sıkışık olduğu bir gün kesişir. Her ikisi de sanat tutkunu olan bu iki insan, hayallerini gerçekleştirme yolunda düşe kalka ilerlemektedir.
Sebastian gelenekseksel jazzın kolonlardan yükseldiği bir kulüp açma hayalinde, Mia ise kafesinde çalıştığı film platosunda kendine uygun tüm oyunculuk seçmelerine katılarak bir rol kapma telaşındadır. Bu iki insanın kalpleri birbiri için atmaya başladığında ortaya çıkan manzarayı hayat şartları bozacak, onları yavaş yavaş hayallerinden uzaklaştırmaya başlayacaktır.
Oscar ödüllü Whiplash’in yazarı Damien Chazelle’in yazıp yönettiği bu romantik müzikal, modern zamana adanmış bir Hollywood masalı ve 2016 yılının en çok konuşulan, 6 dalda Oscar Ödülü alan filmi.
4. The Phantom of the Opera at the Royal Albert Hall
Yüzündeki sorunlarından dolayı maskeyle dolaşan ve Paris Opera Evi’nde yaşamakta olan gizemli – dahi bir müzisyen, aynı zamanda Christine isimli kadına dersler vermektedir. Bu dersler zaman içinde tutkulu bir aşka dönüşür fakat Christine, patronuna aşıktır. Bunu öğrenen Phantom, gerçek gücünü onlara gösterecektir.
2005 yılında Oscar Ödülüne 3 dalda aday gösterilen ve müzikal başarısının yanı sıra kurgusu ile de kendinden söz ettiren The Phantom of the Opera’nın 25. yılı şerefine düzenlenen gösterimi. 2 Ekim 2011’de Royal Albert Hall’de sahnelenirken, aynı anda dünyanın çeşitli sinemalarında da canlı olarak gösterildi. Bu olağanüstü gösterimi özel kılan şeylerden biri de, 25. yıl etkinliği kapsamında sonunda besteci Andrew Lloyd Webber ve orijinal Londra kastının sahneye çıkması ile ilk müzik meleği Sarah Brightman’ın Encore’da “The Phantom of the Opera”yı seslendirmesi. Kısacası gerçek bir müzikal şölen.
5. No Direction Home: Bob Dylan
Minnesota’da başlayıp, New York’un Greenwich village kulüplerinde, New Port Folk Festivalinde devam eden, 1966 yılında İngiltere turnesinde tepe noktasına ulaşan bir kariyerin, efsane sanatçı Bob Dylan’ın hikayesi anlatılıyor. Robert Allen Zimmerman’dan, Bob Dylan olmaya doğru giden yolda Bob Dylan’ın başına gelenler belgeselde sunuluyor.
Scorsese filmde daha önce gün yüzüne çıkmamış Dylan görüntülerini kullanmış. basın toplantıları, konserler ve nadir bulunan stüdyo kayıtlarının kamera arkası görüntülerine yer vermiş. Bob Dylan’ın yakın arkadaşlarının ve kendisiyle yapılan uzun röportajlarında yer aldığı belgesel, ünlü müzisyenin hayranlarının yanı sıra sadece dinleyici kategorisinde olsa da müzikle az çok ilişkisi bulunan bütün seyirciler için birebir.
Bonus: Berlin Calling
Berlin Calling bugün dünyanın dans müziği merkezi olan Berlin’de uyuşturucunun, aşkın, hazzın uç noktalarının ve deliliğin portresini çizen bir trajikomedi. Müzik ve dans dünyasında şan-şöhretin doruklarını yaşayan DJ Ickarus (Paul Kalkbrenner), kız arkadaşı ve menajeri Mathilde ile dünyanın farklı kentlerinde konserler vermekte ve bir patlama yapması beklenen yeni albümü üzerine çalışmaktadır.
DJ Ickarus, Berlin’in en iyi gece kulüplerinde çalar ve film bizleri, set olarak kullandığı Berlin’in gerçek kulüplerindeki haz düzeyine, iyi müziğe, uyuşturucuya, sekse samimi ve sade bir şekilde tanıklık eder. Elektronik müzik sevenler için kaçırılmaması gereken bir film.