7 Nisan’da Boğaziçi Eğitim tarafından, İK profesyonellerine yönelik olarak düzenlenen “Mutluluk Yönetimi Zirvesi”nde yaptığım sunumu bir makale olarak paylaşmaya karar verip de makaleyi tamamladıktan sonra baktım ki paylaşım zamanlaması da çocuk bayramına denk geliyor… İster istemez çocukluğumda neyle nasıl mutlu olurdum, arkadaşlarımı neler mutlu ederdi diye hızlıca bir düşündüm.
Mutluluk kolay!
Çocukken hepimiz kolayca mutluyduk; sokakta taşlardan yapılmış kaleler arasında top koşturduktan sonra içtiğimiz gazoz, ramazanda kuyrukta bekledikten sonra aldığımız sıcak pidenin kenarından tırtıklamak ya da evde kendi kendimize yaptığımız oyuncak (o her neyse artık) ile oynamak mutluluk için yeterliydi…
Sonra büyürken bir şey oldu ve aralarda mutlulukla bağlantımız kesilmeye başladı; hatta kimimiz sonunda bu bağlantıyı tamamen kaybetti. Dikkat ederseniz “mutlu olmaya çalışmak”tan “bizi mutlu edebilecek şeyler”den falan söz etmiyorum; “mutlulukla bağlantımız” diyorum… “Mutluluk yönetimi” diyorum…
Çünkü mutluluk ulaşılabilir ya da yapılabilir bir şey değil: Mutluluğu; bir şeylere sahip olduktan sonra, bir yerlere vardığımızda veya Kaf Dağı’nın ardına uçar uçmaz ulaşacağımız bir hedef olarak algıladığımızda, aslında kendimizi sürekli mutsuz tutmak için muhteşem bir sebep yaratmış oluveriyoruz! Mutluluğu elimizin tersiyle itiyoruz. Çünkü mutluluk bir “olma hali”, bir “haleti ruhiye”… Ve eğer mutluluğun bir ruh hali olduğunu daima hatırlarsak mutlu olmak çok kolay.
Asıl soru şu: Mutlu olmayı siz ne kadar istiyorsunuz?
Bakın açık konuşalım; hayat sevimsiz birçok şeyle dolu ve onların üstünü örtmenin ya da inanmadığımız cümleleri sırf olumlama yapacağız diye tekrar etmenin bir faydası yok. Bir de üstüne inanmadığımız olumlamaları tekrarlamak bilinçaltımızda gereksiz bir stres yaratıp bizi içten içe mutsuz tutan bir ruh hali yaratıyor.
İlginizi çekebilir: Olumlamaları unutun ‘Büyülü Cümleler’ yazmanın 10 püf noktası
Aslında “mutlu olmak için” özellikle yapmamız gereken aman aman bir şey yok… 4 adet hormon var. Bunlar vücudumuzun zaten salgılamaya muktedir olduğu şeyler ve bir zahmet onların salgılanmasını sağlayacağız, hepsi bu. Gerisini vücudumuz bizim için yapıyor. Gelin şimdi vücudumuzun bu 4 hormonu daha fazla salgılamasını sağlayacak 5 sihirli dokunuşa bakalım:
1. sihirli dokunuş: Gülümsemek
Gülümsemenin vücudumuzda yarattığı muazzam etkiler var, paylaştıklarımı okuduğunuzda eminim günlük hayatınızda daha fazla gülümsemek konusunda adım atacaksınız. Gülümsemenin fizyolojik etkilerle yarattığı avantajlardan bahsetmeden evvel bizi nelerin güldürdüğünü anlamamız önemli:
- Gerginlikten kurtulduğumuz anda gülüyoruz. Stresin biriktiği anlarda sarf edilen beklenmedik bir cümle bile bizi güldürmeye yetiyor. Sinema endüstrisi (özellikle Hollywood) bunu çok iyi biliyor ve filmlerde bu durumu sürekli kullanarak izleyicinin gerilimini boşaltıveriyor. Süper kahramanların düşmanlarla dövüşürken en kötü durumlara düştüğünde söyledikleri sürpriz cümleleri hatırlayacaksınız. Ya da kendi hayatımıza bakalım; annem kronik hastalığın acılarıyla cebelleşirken babamın veya benim söylediğim bazı şeylere kahkahalarla gülebiliyordu mesela. Ya da eminim bir sınav, sunum, toplantı ve hatta cenaze sırasında bile olmadık şeylere gülmekten kendinizi alamadığınız zamanlar olmuştur.
- Bu da bizi güldüğümüz ikinci şeye getiriyor: Sürprizler. Beklemediğimiz, içinde bulunduğumuz durumla uyuşmayan, “yersiz” şeylere çok gülüyoruz. Bunun sebebi beynimizin çalışma biçimi: Bir şey okurken, izlerken ya da herhangi bir durumu yaşarken zihnimizin yaptığı şey geçmişte edindiği deneyimleri ve mantığı kullanarak bir sonraki anda ne olacağını tahmin etmekle ilgilenmek. Ve sonuç, tahminimizle uyumsuz bir şekilde ortaya çıktığında kendimizi kahkahalar atarken bulabiliyoruz.
- Bizi güldüren bir diğer şey ise “üstünlük” hissi… Başkalarının hataları, şanssızlıkları ya da sakarlıkları onlardan üstün olduğumuzu hissettirerek bizi güldürüyor.
Kahkahanın ettiği…
Her ne sebeple olursa olsun kahkahalarla gülüyorsak eğer vücudumuzda çok faydalı şeyler oluyor: Diyafram kasılıyor ve mide, dalak, karaciğer gibi organlarımızı uyarıyor. Yüzümüzden karnımıza, boynumuzdan kollarımıza tüm kaslarımız gevşeyip rahatlıyor. Kan dolaşımı hızlanıyor ve oksijen vücudumuzun her noktasına çok daha kolay ulaşmaya başlıyor. Öyle ki egzersiz yaptıktan sonra vücudun salgıladığı endorfin hormonunun kahkaha atarken de salgılandığını biliyoruz.
Ayrıca gülmek beyinde adeta havai fişekleri patlatıyor; beyin son derece aktif hale geliyor ve 5 bölge aynı anda çalışmaya başlıyor. Faaliyete geçen bu bölgelerden biri de hipotalamus ki beynimizin bu küçük bölümü hormonlarımızın üreticisi ve fiziksel gülme eylemini duygusal bir tepkiye dönüştürüyor.
Gülmek endorfin hormonunu had safhaya ulaştırdığından bu hormon vasıtasıyla tüm organlarımıza “Her şey yolunda” mesajı gidiyor. “Mutluluk hormonu” da denen endorfin aşırı stres etkilerini yok ediyor ve yerine yoğun mutluluk hissi bırakıyor. Gülmek gerçekten çok sağlıklı; uzmanlar “1 dakikalık gülümseme 45 dakikalık rahatlamaya eşdeğer” diyor.
Birinci sihirli dokunuş olan gülmeyi hayatınıza sık sık kattığınızdan emin olun: Korku, dram veya gerilim yerine komedi filmleri ya da stand up gösterileri izlemek işinizi kolaylaştırabilir. Bir de emin olun ki her ortamda gülümsemenizi sağlayacak bir şeyler var, onları bulmak üzere bakın ve taammüden (önceden planlayarak, bilinçli bir şekilde) gülümsemeyi hatırlayın…
2. sihirli dokunuş: Fizyoloji
Bedeninizle ne yaptığınız, duygusal durumunuzun doğrudan sebebi. Eğer hareket ediyor ve vücudunuzu aktif bir şekilde kullanıyorsanız çok daha iyi hissetmeniz kaçınılmaz. Ve hatırlayın; mutluluk, sonuç ve beklentilerden bağımsız bir iyi hissetme hali. Bu yüzden bedeninizi aktif tutmak mutlu kalmak için çok önemli.
Sporu hayatınızın bir parçası haline getirmek kendinize yapabileceğiniz en iyi şeylerden biri. Spor yapanlar biliyor: Spordan sonra insan kendini çok çok daha iyi hissediyor. Ve bunun sebebi de yine hormonlarımız çünkü fiziksel aktivite sadece endorfini değil serotonin hormonunu da tetikliyor ve çok daha mutlu hissetmemizi sağlıyor.
Elbette mutlu hissetmek için maraton koşmanız, abdominalleri baklavaya dönüştürmeniz ya da kas yığını haline gelmeniz gerekmiyor. Asansör yerine merdiven kullanmak, metroya inip çıkarken yürüyen merdivenlerde sağda durmak yerine soldan ilerlemek veya hafta sonları doğaya yakın yerlerde yürüyüş yapmak da çok etkili. Hatta sadece gerinmek bile size çok daha iyi hissettirecek; inanmıyorsanız şimdi deneyin ve hemen gerinin.
Sadece fiziksel duruşunuz bile nasıl hissettiğinizi doğrudan etkiliyor: Eğer zor geçen bir günün ardından kamburunuzu çıkarıp yere bakarak miskin miskin oturmak yerine camı açıp dik durarak derin bir nefes alıyorsanız çok daha iyi hissediyorsunuz.
İkinci sihirli dokunuş fizyolojiniz: “Duruşunuzu değiştirin; hayatınız değişsin” dersek hiç de abartmış olmayız.
3. sihirli dokunuş: Etkileşim
Baştan kabul edelim ki istisnasız tüm insanların bağımlı olduğu bir şey var: İletişim.
Hepimiz de hayatımızın her anında bir tür iletişim kurmak zorundayız; iletişimsiz geçen tek bir anımız bile yok. Bebekliğimizden bu yana; hayatı öğrenmekten kendimizi geliştirmeye kadar her konuda iletişime muhtacız ve yine bebekliğimizden beri iletişim için sürekli kullandığımız bir gerecimiz var: Ayna nöronlar.
İletişim bağımlılığı aslında hiç de şaşırtıcı değil çünkü etkileşimin en aktif hallerinden biri olan iletişim sırasında mutlulukla yakından ilgili bir başka hormonumuz tavan yapıyor: Dopamin. Asıl bağımlı olduğumuz şey de dopamin hormonu aslında. Sağlıklı bir iletişim biçimi olmasa da bu bağımlığı iyi anlatabilmek için sosyal medyadaki paylaşımlarımıza gelen her yorum ve beğenilerin bize hissettirdiği şeyi fark etmek faydalı olabilir: Her yorum ve beğeni dopamin salgılamamıza neden oluyor ve itiraf edin bu bize kendimizi iyi hissettiriyor.
Bebekliğimizden bu yana otomatik olarak kullandığımız ayna nöronlar ise bize sihirli dokunuş fırsatını veren en önemli gücümüz. Hayatımızın anlamını etrafımızdaki insanlara göre belirliyoruz; bize benzeyenlere kendimizi yakın hissediyor, bize iyi hissettirenlere benzemeye çalışıyoruz. Olumsuz etkisi olan kişilerden çok daha az etkileniyor ve tam aksine bize olumlu etkisi olanları taklit etmeye eğilim gösteriyoruz. Bu da tamamen içgüdüsel ve kontrolümüz dışında gelişiyor.
Yani siz etrafınızla olumlu etkileşim kurmaya başladığınızda etrafınızdakiler de içgüdüsel olarak zamanla size uyumlanıyor. Böylece içimizi olumlu duygularla doldurup iyi ve mutlu hissetmemizi sağlayan fasit bir daire oluşturuyoruz. Bu yüzden etrafımızla iletişimde olumlu kalmak önemli ve elbette gerçek birer zehir olan şikayet ve dedikoduyu da hayatımızdan tamamen çıkarmak şart…
Bir yandan da hatırlamamız gereken en önemli şey sürekli iletişim kurduğumuz yegane kişinin kendimiz olduğu. Sabah uyandığınızda, aynaya baktığınızda kendinizle ilgili düşüncelerinize yani kendinize ne söylediğinize dikkat etmelisiniz. Eğer kendinizle iletişim kurarken özenli davranıyorsanız bir süre sonra çok daha iyi hissettiğinizi fark edeceksiniz. Kendi toksik düşüncelerinizi ortadan kaldırırken etrafınızdaki toksik insanlardan yani sizi şikayet, serzeniş, söylenme, bilgiye dayanmayan yargı ve dedikoduyla zehirleyenlerden de kurtulmanız önemli.
İlginizi çekebilir: Şikayet etmenin sizi yavaş yavaş öldüren 3 özelliği
Temas edin!
Eğer bu olumlu etkileşimde temas varsa 4. hormonu da devreye sokuveriyoruz: Oksitosin. Bu hormon rahatlamaya ve kan basıncını düşürmeye yardım ederken ağrı eşiğini yükseltip büyümeyi ve iyileşmeyi hızlandırıyor. Annelerinin dokunuşlarından uzun süre mahrum kalan/bırakılan bebeklerin uzun süre yaşayamamasının ya da sağlıklarının bozulmasının bir nedeni var: Yapılan araştırmalarda biyolojik anneleriyle iletişim kuran çocukların oksitosin oranlarının arttığı tespit edilmiş. Aynı şekilde kardeş, sevgili, eş gibi yakınlarımızla sarmaş dolaş etkileşim de oksitosini arttırıyor.
Sadece temas değil başkalarına iyilik yapmak da oksitosin hormonu salgılamamıza neden oluyor ve çok daha iyi hissederek mutlu kalmamızı sağlıyor. İşte bize oksitosin salgılatacak birkaç “etkileşim” önerisi:
- Sarılmak, el ele tutuşmak
- Egzersiz yapmak
- Evcil hayvan beslemek
- Masaj yaptırmak
- Eğlenceli aktivitelerde bulunmak
- Arkadaşlarla vakit geçirmek
- Hayal kurmak
- Doğada vakit geçirmek
- Başkalarına iyilik yapmak
4. sihirli dokunuş: Müzik
Babam müzisyendi ve harika bir plak arşivine sahipti. Üstelik ikiz kardeşimle birlikte 5 yaşımızdan itibaren çok geniş yelpazede birçok müzisyenin çalışmalarından oluşan bu arşive erişimimize izin de vardı. Birbirinden farklı bir sürü müziği dinleyerek büyüdüm. 14 yaşımda davul çalmaya başladım ve hala da çalıyorum. Yani müzik hayatımın vazgeçilmez bir parçası.
Belki de bu yüzden hiç ayırt etmeden her türlü müziği dinlerim: İbrahim Tatlıses’in erken dönem hareketli/neşeli şarkılarını da Bach’ın -özellikle yaylılar için- yarattığı barok eserleri de bayıla bayıla dinlerim. Öğrencilik yıllarımda ders çalışırken, sonrasında yazarken, çalışırken, spor yaparken, araba kullanırken, yürürken, kitap okurken, uyumadan evvel ve hatta zaman zaman uyurken bile devamlı müzik dinlerim. Bunun da beni hep iyi hissettirdiğini söylemeliyim.
Bunun sebebini merak edip araştırdığımdaysa müzikle hiç ilgisi olmayan çok önemli iki ismin söyledikleri çıktı karşıma:
- “Eğer Evren’in sırrını bulmak istiyorsanız; enerjinin, frekansın ve titreşimin dilinde düşünün” Nicola Tesla
- “”Madde dediğimiz şey, titreşimleri duyularımız tarafından fark edilebilecek seviyeye inmiş bir enerjidir. Madde yoktur!” Albert Einstein
Madde yoksa (yani sadece enerjinin duyularımızla algılayacağımız bir türüyse) ve enerjinin farklı türleri birbirini etkiliyorsa gelin düşünelim: Kendisi de bir enerji olan ses (müzik) bizi ve içinde bulunduğumuz mekanı doğrudan etkiliyor. (Konuyla ilgili şu iki video ilginizi çekebilir: Rezonans Deneyi ve Su ve Ses Deneyi).
Kabile tabanlı toplumlardan Osmanlı’ya, Uzak Doğu öğretilerinden modern çağ yöntemlerine kadar her yerde müziğin bir tedavi biçimi olarak kullanılması boşuna değil. Müzik endorfinden oksitosin ve serotonine bu yazıda bahsi geçen bütün mutluluk hormonlarının üretiminin artmasını sağlarken stres hormonu olarak da bilinen kortizolün düşmesine neden oluyor. (Konu ilginizi çektiyse oldukça detaylı bir makaleyi burada okuyabilirsiniz.)
Bu konuyla ilgili en önemli anahtar, müziğin size nasıl hissettirdiğinin farkında kalmak: Depresif, iç karartan duygulardan çok sizde pozitif, neşeli, coşkulu hisler uyandırıp hayal gücünüzü tetikleyen tınılar dinlediğiniz sürece kendinize mutluluk halini hediye ediyorsunuz demektir.
5. sihirli dokunuş: Empati
Bu yazının etkileşim kısmında konuştuklarımızı hatırlayın: Şikayet ve dedikodunun yanı sıra yargı da bir zehir ve ön yargılarımızı bir kenara bırakmak önemli. Bunu yapabilmenin en etkili yöntemi de empati kurmak… İyi haber şu ki “empati” becerisi, dilersek geliştirebileceğimiz yeteneklerimizden biri.
Empati kurmaya başladığımızda bakın ne oluyor:
- Karşımızdakini daha iyi anlıyor, kendimizi daha net anlatabiliyor ve sonuç olarak çok daha kolay anlaşıyoruz.
- “Anlaşmak” barışı ve huzuru getiriyor, ilişkilerde stres gidiyor
- Empati her gün uyguladığınız bir şeye dönüştüğünde kaçınılmaz olarak daha sakin, daha huzurlu, daha anlayışlı ve dolayısıyla mutlu hissediyorsunuz.
Endorfin, dopamin, serotonin ve oksitosin hormonlarına tavan yaptıran bu 5 sihirli dokunuşu hayatınızın vazgeçilmezleri arasına kattığınızda “mutlu olmak” için başka hiçbir şey yapmanıza gerek kalmayacak çünkü mutluluk sizin için kalıcı bir ruh haline dönüşecek.
Şunun da altını çizmeme izin verin:
Kurumlarda giderek daha önemli haline gelen “Mutluluk Yönetimi” ile ilgili yaptığımız çalışmalarda; bahsettiğim bu unsurları kurumsal hayatın bir parçası haline getirdiğimiz yöntemler sayesinde çalışanların mutlu hissetme oranlarını yükseltebiliyoruz. İş ortamında bile bu mümkünse kendi hayatınızda bunu sağlamak tamamen sizin vereceğiniz karar ve atacağınız adımlara bağlı.
Bana ulaşmak isterseniz lütfen yazın: tolga@tolgahanci.com.tr
Mutlu kalın!