Bazen dünya üzerindeki en zor zamanları yaşıyor olduğumuz hissine kapılıyorum. Öyle ki sokakta yürürken yanımdan geçen, ardımdan gelen herkesin ağzında bir “olumlu düşün”, “bunlar hep kalıp”, “meditasyon müthiş…”, “biliyor musun bunlar hep atalarımızdan gelen…” gibi temalı cümleler… İnsanlar artık sorguluyor, insanlar dinliyor… Ya ben bu konulara çok ilgiliyim diye algıda seçicilik yaşıyorum, ya bir kısım gerçekten hayatın zorluklarına nefes almaya başladılar, ya da hepsi, yani tüm seçenekler…
Bu konuda kendi deneyimim ise şu yönde heyecanlı; sanırım en sonki konuşmalarımızın tabir-i caizse “goygoy” olduğu zamanlardaki arkadaşlarımla tekrar bir araya geldiğimde, sohbet konularımız meditasyona başladıklarını, ya da başlamayı düşündükleri üzerine evriliyor. Bakıyorum, benim Yoga Eğitmeni kimliğimle alakası yok, kendisi yaşıyor bunu! Kendisi deneyimlemek istiyor, deniyor ve nereden ve hangi yoldan nasıl yürümesi gerektiğine içsel olarak enerji harcıyor ve zaten yollar bir yerde yol oluyor, kesinleşip kesişiyor.
Gün geçtikçe fark ediyorum; bir kesim kendini inandığı şeyleri yapmaya adamaya başladı… Kimimiz yoga ile, kimimiz sadece çeşitli meditasyonlar ile, kimi olumlama cümleleri ile, kimi sadece şarkı söyleyerek, dans ederek, kimi sadece kitap okuyarak, kimi yemek yaparak… Ya da bunları yapmayı öncelikle zihninde canlandırmaya başladı ve belli ki bir zaman sonra yapacak…
Aslında biz o kadar iyi biliyoruz ki bize neyin iyi geldiğini… Bunu kendimize kulak verdiğimiz zaman ancak duyabiliyoruz. Kendimize daha çok değer verdiğimiz zaman ise harekete geçiyoruz.
Bu yazımda, şimdiye kadar hep aşina olduğunuz “meditasyon” üzerine bilinen ezber cümlelerin haricinde, daha bir başka açıdan bakmanızı istedim. Biz duyduğumuz şeyleri zaten bilgi olarak kaydedip, hayatımıza uygulayan varlıklarız çünkü. Duyduğun için bildiğini varsayarak yaşayan bir sistemimiz aslında ve sistem bu şekilde işliyor. Siz meditasyon yapmak için tütsüye, muma, hafif bir müziğe, loş bir ortama, ve benzeri şeylere ihtiyaç duyuyorsanız, ve bunlardan bir tanesi eksik diye meditasyonunuzu bir kalıba sokuyorsanız, aşağıdaki satırlarda bunlardan çok uzaklarda olacağız.
Mutlu musun? Kendini seviyor ve tüm olumsuz durumlara sakin bir tavırla mı yaklaşıyorsun? Cevabın evet ise; senin precuneus’un senden daha mutsuz olan bir insandan daha büyük. Peki bu ne demek oluyor?
Biz kendi hayatlarımızla mücadele ededuralım Kyoto Üniversitesi’nden Japon bilim insanları, mutluluk üzerine birçok deney yapmışlar (2015). Beyindeki precuneus denen bir bölgenin daha mutlu olan insanlarda daha büyük olduğunu keşfetmişler. Precuneus beynin arka tarafındaki iki yarım kürenin arasında kalan kısım olarak açıklanıyor.
Bu yukarıdaki kısa bilgilerin hepsini duyup unutabiliriz belki ama, şu cümleyi hayatımıza katmamız, sanırım birçok şeyin başlangıcı olabilir: mutluluğun bir kas gibi işlenebileceğini öne süren bir çalışmadan bahsediyor bilim. Yani beynini gerçekten mutlu bir beyin olması yönünde eğitebiliyorsun! “Günlerce spor salonlarında bizim mesela karın kaslarımızı güçlendirdiğimiz gibi mi?” diye de sormadan edemiyor zihin… Ama verilen cevap, evet aynen öyle! Bunu nasıl yapacağız; sokakta yanından geçen insandan duyduğun gibi: meditasyon ile. Ayşe Hanım belki böyle söyledi, inanmadın ama bilim de bu konuda Ayşe Hanım’la hemfikir! Tabii ki sade ve sadece meditasyon değil… Ben yalnızca kendi hakimiyet alanımda olan meditasyon kısmını size sunabilirim.
5000 yıllık Tantrik Hint yazılarında meditasyonun türlü çeşitleri olduğunu biliyoruz ve meditasyonun, 20. yüzyılda ancak Batı’ya ulaştığı gerçeğini de görüyoruz.
Bu yapılan araştırmalara göre “meditasyonun precuneus’ta gri madde kütlesini artırdığını göstermiştir.” Yani precuneus’un yukarıda ifade edildiği biçimde bir kas gibi işlenip gelişmesine şahit olmuşlar.
Beynimizi, eğer istersek geliştirebiliyoruz, farkında mıyız artık? Olumsuz geliştirmek de gelişmenin bir parçası ise… Yani nasıl istersek o şekilde geliştirebiliyoruz ve katman katman hayatımıza etki eden bir dalgayı yaratabiliyoruz… Esasen, artık her şey bas bas bağırıyor bize…
Ek olarak değinmek istediğim bir nokta daha var; aslında bildiğimiz/duyduğumuz birçok sözün bilimsel araştırmalarına ve sonuçlarına ulaşabiliyoruz. 5000 yıl önceden şu zamanlarımıza ulaştığı söylenen bilgiler bile şu zamanın teknolojisi ve deneyimi ile onaylanmış şekilde önümüze sunuluyorsa, dünya üzerinde varolan, henüz üzerinde çalışılmakta ya da çalışılacak olan duyduğun bilgileri elinin tersiyle “bilimsel olarak açıklanmadı” düşüncesine kapılıp itmemekte fayda görüyorum. Akabinde, duyduğumuz herhangi bir bilgiyi sırf spirütüel ya da entellektüel olması adına dillendirmek yerine, derinlerde bu bilgi nerede, bunu da sormak, araştırmak gerekiyor.
Yazımın kapanışını aşağıdaki profesöre bırakacağım ancak yorum/yol ve yöntem ise sizin eşsiz kalbinizin derinliklerinde gizli, ona kulak vermeyi ihmal etmeyin, olur mu?
Londra Ekonomi Okulu’ndan Mutluluk Uzmanı Prof. Paul Dolan: “Bizi mutlu edeceğini düşündüğümüz çoğu şey olmayacak” diyor ve ekliyor: “Birlikte olduğumuz kişiye ve şu an yaptığımız şeye odaklanırsak gerçekten çok mutluyuz. Öyleyse hoşuna giden bir şey yap. Dinlemeyi sevdiğiniz müziği dinlemelisiniz. Bunun ruh halinizde önemli bir etkisi var. Beynin kelimenin tam anlamıyla yanıyor. Beynini uyandırmak için müzik gibi başka bir uyarım yoktur. ”
İlginizi çekebilir:Bir lotus gibi ol, dokunulmamış kalırsan kontrol sende olur