Hepimizin güçlü ve zayıf olduğu noktalar vardır. Bazı hedefleri daha kolay yakalar, daha tatmin edici sonuçlara ulaşırız; bazense beklentilerimiz kısmen ya da bütünüyle boşa çıkabilir. Çünkü hiç kimse her şeyi mükemmel yapmak gibi gerçek dışı bir özelliğe sahip değildir.
Aslında her birimiz “Kusurlu Mükemmelleriz.” Bizler “yeteri kadar iyiyiz.” Ne yazık ki yeterince iyi olmadığını düşünen, kendini bununla yargılayıp içinde tatminsizliğin yarattığı koca bir boşlukla yaşayan çok insan var. Bu hele de mükemmeliyetçiler için aşılması son derece güç bir durum.
Mükemmeliyetçi olmak bir şeyleri iyi yapmayı istemekten çok daha farklı bir zihniyet yapısında gelişiyor. Mükemmeliyetçi insan için ya mutlak başarı ya da mutlak başarısızlık vardır, ara tonlar onun hayatında yoktur.
Bu düşünce yapısı doğal olarak mükemmeliyetçi bir insanın en büyük korkusunun başarısızlık olduğunu düşünmemize yol açar, hâlbuki yapılan çalışmalar daha farklı sonuçlara ulaşıyor.
Brené Brown, The Gifts of Imperfection adlı kitabında, mükemmeliyetçi birinin en ciddi endişelerinden birinin yargılanmak olduğunu söylüyor. Başkalarının onu eleştirmesinden deli gibi korkar ve bu yüzden kendisinden imkânsızı bekler yani her şeyi “mükemmel” yapması gerektiğine dair boş bir beklenti içine girer.
“[Mükemmeliyetçilikte] … düşünce ve hisleriniz der ki: ‘Mükemmel görünürsem, bu şeyi mükemmel yaparsam, mükemmel çalışırsam ve mükemmel yaşarsam, işte o zaman utanç, suçluluk, eleştiri ve pişmanlık gibi duyguları engellerim ya da olabildiğince bunlardan kaçarım. Mükemmeliyetçilik elimizden gelenin en iyisini yapma çabasından çok farklıdır.
Mükemmeliyetçilik sağlıklı bir başarı çabası, gelişme yönünde atılan dengeli adımlar değildir; o kişinin üzerine geçirdiği bir kabuktur.”
Çabalarımızı ve elde ettiklerimizi benlik değerimizle bir tuttuğumuz ölçüde mükemmeliyetçiliğin tehlikeli sularına gireriz. Beklediği başarıya ulaşamayan biri doğal olarak üzülecek ve hayal kırıklığına uğrayacaktır fakat mükemmeliyetçilerde bu duygular sağlıklı boyutları aşar, ağırlaşır, ağırlaşır ve kendilerinden utanç duymalarına neden olur. Diğer bir deyişle düşünceler şöyle der: Mükemmelsen, asla başarısız olmazsın; asla başarısız olmazsan, utanç da duymazsın.
Sonuç olarak, mükemmeliyetçiliği kovalamak kişiyi bir kısır döngüye hapseder çünkü mükemmel olmak imkânsızdır, boşa kürek çekmektir.
Uzm. Psk. Neslihan Rugancı, mükemmeliyetçi kişi ile mücadeleci kişi arasında ayırım yapıyor. Rugancı’ya göre, mükemmeliyetçi kişinin çabalarından dolayı yenilgiye uğraması onun kendini hiçbir zaman “yeterince” iyi görmemesinden ileri gelir ve bu yüzden de başarıya bağlı bir doyum yaşaması mümkün değildir. Mücadeleci kişi de büyük çaba verir ama onun asıl amacı kendini geliştirmektir; elinden gelenin en iyisini yapmayı dener ve sonunda başarısızlığa uğrasa bile süreç boyunca pek çok değerli tecrübe kazandığının farkında olur. Kısacası, çıkılan yol –başarı getirsin ya da getirmesin– mükemmeliyetçiler için kâbusa dönerken, mücadeleci kişi için bu, renkli heyecanların yaşandığı bir yolculukla bitebilir.
Mükemmeliyetçilik elbette kişiyi sadece psikolojik ya da duygusal açıdan olumsuz etkilemekle kalmıyor, çalışmalar bu durumun pek çok klinik rahatsızlıkla ilgili olduğunu ortaya koyuyor. Depresyon ve kaygı, kendine zarar verme, sosyal kaygı bozukluğu, kapalı alan korkusu, obsesif kompulsif bozukluk, tıkanırcasına yeme, bulimiya ve anoreksiya gibi yeme bozuklukları, travma sonrası stres rahatsızlığı, kronik yorgunluk sendromu, uykusuzluk, kronik baş ağrıları ve ne yazık ki intihar eğilimi gibi son derece tehlikeli rahatsızlıklara karşı mükemmeliyetçi kişiler daha savunmasız durumdalar.
“Uyumsuzluk” mükemmeliyetçi kişilik yapısının bir başka baskın özelliği olarak karşımıza çıkıyor. Bunu kişinin çevreye ya da belli bir duruma uyum sağlamada yaşadığı zorluk ve ani gelişen olaylara göre yeterince esnek hareket edememesi şeklinde düşünebiliriz. İçinde bulunulan durum radikal bir şekilde değişse bile, mükemmeliyetçi kişi daha önceden kendine koyduğu standardın dışına çıkamaz, düşüncesine “saplanıp kalır” ve söz konusu standart değişen koşullarla birlikte “en iyiyi hedeflemekten” çıkarak “ulaşılması imkânsıza” dönüşür.
Bu noktada, Carol S. Dweck’in Mindset: The New Psychology of Success kitabında tanımladığı sabit bakış açısı ile gelişmeye açık bakış açısı arasındaki farklar dikkat çekici. Dweck, zihnimizde iki ses olduğunu söylüyor: “İnatçı Ses” ve “Gelişmeye Açık Ses.” İyimser yaklaşıp kendimize güvendiğimizde, yeni bir alanda beceri kazanabileceğimize inandığımızda ya da değişen durum ve koşullar karşısında elimizden geldiğince esnek bir şekilde davrandığımızda, zihnimiz de o denli gelişmeye açık oluyor. Öte yandan, inatçı ya da sabit bir bakış açısı, bizi kötümserliğe iterken başarısızlık korkularımızı besliyor ve denemekten bile vazgeçiyoruz çünkü sonunda başarısızlık ihtimali varsa hiçbir çabanın işe yaramayacağına inanıyoruz.
Sanırım hiç kimse mükemmeliyetçiliğin imkânsızı arzulayan boğucu döngüsüne kapılmayı istemez; kendini bu döngüde hissedenler ise çıkmanın yollarını arar. Döngünün dışına atlamamız için bize yardımcı olabilecek bazı yollar var. Elbette herkeste aynı etki ve sonucu gösterecek “mucizevi” yöntemlerden bahsetmiyoruz ama zor alışkanlıklarımızın temelini böyle ufak vuruşlarla bile sarsabiliriz.
O halde;
- Alın elinize kâğıt kalemi ve bir tarafa kusursuz olmaya çabalamanın yararlarını bir tarafa zararlarını yazın. Sonra da bırakın bu iki taraf birbiriyle dürüstçe çarpışsın.
- “Ya hep – ya hiç” tarzı düşünmek size gerçekten fayda sağlıyor mu? Kendinizi ve çevrenizdeki insanları eleştirmenizde bu düşünce yapısının oynadığı rol nedir? Bu sorulara olabildiğince samimi yanıtlar vermeye çalışın.
- Ne yapabileceğiniz konusunda gerçekçi olun. Bir şeyi yaparken sadece sonuca değil, sürece de değer verin. Başarınızı, sadece ne elde ettiğinizle değil, yaptığınız şeyden ne kadar zevk aldığınızla da değerlendirin. Hataları gelişmenize yardım eden fırsatlar olarak görün.
- Her projenize zaman sınırları koyun. Biri için ayırdığınız zaman bitti ama işi tamamlayamadınız mı; olsun, onu o an için orada bırakın ve sıradakine geçin.
- Eleştiriyle baş etmeyi öğrenebileceğinize inanın. İnsanların değerli sayılabilmeleri için “hata yapmamaları gerekir” gibi yanlış bir fikre saplanmadığınız sürece, hata yaptığınız zamanlar öfke ya da savunma gereksinimi hissetmezsiniz.
Ve son olarak mükemmeliyetçiliğinizin arkasındaki korkularla yüzleşin. “Olmasından korktuğum nedir? Başıma gelebilecek en kötü şey ne?” Bu sorulara ne kadar dürüst ve gerçekçi cevap verebilirsek, mükemmeliyetçi bakış açısının gelişmenin ve öğrenmenin önüne en büyük engelleri koyduğunu, bize ulaşılması imkânsızı dayattığını ve tatsız bir hayatı yaşattığını daha kolay fark edebiliriz.
Kaynaklar:
Brené Brown, The Gifts of Imperfection: Let Go of Who You Think You’re Supposed to Be and Embrace Who You Are (Türkçeye Butik Yayınları tarafından Mükemmel Olmamanın Hediyeleri
Olmanız Gerektiğini Düşündüğünüz Kişiyi Bırakın Olduğunuz Kişiyi Kucaklayın adıyla çevrilmiştir.)
Carol S. Dweck, Mindset: The New Psychology of Success
What is the real fear behind perfectionism?
Zenfounder: Staying health – perfectionism: the good bad and the ugly
BBC: Toxic perfectionism is on the rise
Bilkent Sağlık Merkezi – Mükemmeliyetçilik
İlginizi çekebilir:
Bedenlerimizi ne çok eleştiriyoruz farkında mısınız?
Bulimiya nervoza nasıl bir yeme bozukluğudur? Belirtileri nelerdir ve nasıl tedavi edilir?
Değişimin başlangıç noktası: Kendiniz olma alışkanlığını kırmak