Mükemmel olmayı bırakabilmenin “mükemmelliği”
“Gerçekten zor ve gerçekten şaşırtıcı olan şey, mükemmel olmayı bırakmak ve kendin olma çalışmasına başlamaktır.” –Anna Quindlen
Başlığı okuduğunuzda hemen diyeceksiniz ki “yine mi aynı konu?” Ben bu yazıma bizlere yüklenen o can-ım mükemmel olma dürtüsü, her durumda komşunun kızı veya oğlu ile karşılaştırma, ertesinde “bak sen ne yaptın peki?” sorusu ile başlayacaktım. Ama o kadar gerilere gitmeyeceğim. Yetişkinlik dönemimize ve genel olarak ilişkilerimize değinmek istiyorum.
Neler beklenir bizden gelin bir bakalım. Öncelikle güzel bir üniversiteye girmemiz ve “normal” bir bölüm okumamız beklenir. Mesela benim gibi “Moleküler Biyoloji ve Genetik” diye cevap verdiğinizde karşınızdaki kişinin tam anlamıyla “benden sonra tek tek tekrar et” deseniz de tekrarlayamayacağı bir bölüm değil… Daha sonra ne beklenir, tabi ki özellikle hemcinslerim için “mürüvvetlerini görmek…” Nedir mürüvvetini görmek? Kişinin evlenmesi, ilişkisinin bir adı olması, tercihen “otuz” yaş uygundur hatta, otuzu geçtiğinde “geç kalınmış” olunur. Neye geç kalındığı ise pek sorgulanmayan bir konudur. Peki evlendik sonrasında mükemmellik beklentisi, mutlu bir yuva ve çocuklarla devam eder. Her şeyin dört dörtlük olması gerekir, aile yaşamınız, iş yaşamınız ve dışarıya karşı gösterdiğiniz diğer şeyler…
Mükemmel ne demektir?
Peki tüm bu “mükemmel” tanımları arasında ben, bizlerin kalbine sormak istiyorum, ey güzel kalp sen ne istersin, sence mükemmel nedir? Gelin hep birlikte biraz kalbimizin sesini duyalım, bir de onun o güzel sesinden dinleyelim mükemmel ne demektir:
“…Mutlu olmak mükemmeldir, sadece çimlere uzanmak mükemmeldir, gerçekten sevdiğim adama sarılmak mükemmeldir, her sabah gerçekten kalbimin hızlı hızlı atmasını sağlayacak bir iş için uyanabiliyor olmak mükemmeldir, sabah erkenden içtiğim keyif kahvesi mükemmeldir, titreşimlerimi paylaşabileceğim bir dostum olduğunu bilmek, benimle aynı hızda atan bir kalbe sahip olduğunu bilmek mükemmeldir, istediğim saatte kendimi yola vurabiliyor olmak bu özgürlüğü hissetmek mükemmeldir, denize ayaklarımı soktuğunda hissettiğim kum ve mis gibi deniz kokusu mükemmeldir, her akşam izlediğin gün batımı mükemmeldir, bitter çikolatanın tadı mükemmeldir, içten bir gülümsemeye karşılık vermek mükemmeldir, şu an bu yazıyı oluştururken aldığım haz ve bu satırlara akan sevgi mükemmeldir…”
İşte kalbimiz aslında hayattaki “mükemmelliği” bir şey becermek, başarmak, olmak, bir yere varmak ile tanımlamamaktadır, mükemmelliğin varlığı, olduğun gibi olmayı ve yaşadığın andaki “olmak halini” en derinden hissetmekle gelmektedir. Oysaki bizler o mükemmel tanımına uymayan her durumda, kendimize neler yakıştırırız; “başarısız oluruz”, “yalnız kalmış” oluruz, “sevilmeye ve takdir görmeye layık olmayan” oluruz, “mutsuz” olmaya mahkum oluruz veya “hak etmiyor” oluruz. Fakat tüm bu tanımlar aslında bizim yargılarımızın çizdiği sınırlardan kaynaklanmaktadır.
Tabi burada yazıldığı gibi hayata geçirmek kolay mı dediğimiz bir diğer konu mükemmel olma ihtiyacı, programlanmışlığı veya alışkanlığı… Ben ne yapmıştım samimiyetle paylaşayım. Küçük yaşımdan bu yana “mükemmel” çocuk olmaya çalışan, üniversitede bir bölüm bitirmenin yetersiz olduğunu düşünüp iki bölümü aynı anda bitiren, hep en iyi dereceleri almaya programlı, hayat anlamında aşırı derecede sevip bağlanan evlendiğinde mutlu muyum diye sorgulamayan ama hayatın “yapıldı” diye yanına evet yazılacak bir basamağını daha “mükemmel” şekilde tamamlamış olan ben…
Mükemmel olmayı bırakmak…
O muhteşem “mükemmel” hayat akışı bundan tam beş yıl önce alt üst oldu, boşanma sürecim ve sonrasında hayatımda gördüğüm en “mükemmel olmayan insan” tanımını kendi kendime söylemeye başlamıştım. Kaybetmiştim, istenmemiştim, aldatılmıştım, bırakılmıştım. Bitirdiğim okullar, olmaya çalıştığım insan, sevmek hayalim, bir aile kurmak, çocuklarım olması dileğim gibi tüm bu “mükemmel” haller o çok “mükemmel” nitelikteki evli olma durumumu kurtarmaya yetmemişti… İşte o gün “mükemmel olmayı” bıraktım. Bugün çok sevdiğim, her sabah oluşuna şükür ile uyandığım “mükemmel olmayan ben” işte bundan tam beş yıl önce doğdu… Nasıl mı? Hatalar yaparak, hayatta kaybetmeyi de kazanmak kadar doğal bir şekilde kabul ederek, yitirip, bu yitirmenin acısından ve kaybolmaktan kaçmadan direnerek, yanıp yanıp kül olarak, sonra tekrar uyanıp nereden geldiğimi nereye gideceğimi yeniden bulmaya çalışarak, bazen karanlık ormanlardan geçip bazen sisler içinde yürüyerek, bazen daha da büyük hatalar yaparak, ama asla ve asla “mükemmel” olmak kriterini hayatta başarmak istedikleri arasına koymayarak…
Daha çok “olabilirdi” yerine “olmadı ise yola devam etmek de güzel” diyerek aynı enerji ile yarınlara bakarak, kendi çocukları olmasa da her an yardıma muhtaç çocuklar için elimden geleni yapmaya çalışarak, kendim anne olamasam da anne olmuşları çok severek ve yine hayatı sadece olduğu gibi güneşli günleri kadar, yağmurunu, fırtınasını, çölünü, kuraklığını, çamurunu ve tayfununu da aynı “cesaret” ile kucaklayarak… İşte “mükemmel olmayan ben” bugün yaptığı her şeye ve hatta bazen bilerek hata yapmak seçeneğini de kullanarak sadece “gülümsemek” ile her an “mükemmel olmamayı” taçlandırıyorum…
Tabi ki hayatta ulaşmaya çalıştığım ve hala o “çok mükemmel olmak” ateşiyle yanıp tutuşan dönemlerden kalma isteklerim, ulaşmak istediğim hedeflerim var, mükemmelliği bırakmak demek hayat amacımızı yitirmek anlamına gelmiyor. Bu hedeflerimize “kendimizle barışık” ulaşabilmemiz, bu yolda kazanmak kadar düşmeyi veya kaybetmeyi de göze alarak, asıl güzel olanın yol olduğunu görebilmemiz anlamına geliyor.
Sevgili Dr. Brene Brown, “Mükemmel Olmamanın Hediyeleri” isimli değerli eserinde bakın mükemmeliyetçiliği bırakmayı nasıl tanımlıyor:
“…Mükemmeliyetçilik, elinizden gelenin en iyisi olmaya çabalamakla aynı şey değildir. Mükemmeliyetçilik sağlık, başarı ve büyümeyle ilgili değildir. Mükemmeliyetçilik; mükemmel yaşar, mükemmel görünür ve mükemmel davranırsak, suçlama, yargılama ve utancın acısından sakınabileceğimize veya en aza indirebileceğimize inanmaktır. Bir kalkandır. Mükemmeliyetçilik, aslında gerçekten kaçmamızı engelleyen şeyken, onun bizi koruduğunu düşünerek her yere sürüklediğimiz yirmi tonluk bir kalkandır.
Mükemmeliyetçilik kişisel gelişim değildir. Mükemmeliyetçilik, özünde onay ve kabul kazanmaya çalışmakla ilgilidir. Çoğu mükemmeliyetçi başarı ve performansa göre övülerek yetiştirilmiştir (notlar, tavırlar, kurallara uyma, insanları memnun etme, görüntü, spor). Yol üzerinde bir yerde, bu tehlikeli ve kuvvetten düşüren inanç sistemini benimseriz: Ben ne başardıysam ve onu ne kadar iyi başardıysam, oyum. Memnun et. Performans göster. Mükemmel ol.
Sağlıklı çaba, kişi odaklıdır – Nasıl geliştirebilirim? Mükemmeliyetçilik ise başkasına odaklıdır – Ne düşünecekler?”
İşte aslında bu nokta hayatlarımızda çok önemlidir, bizlere mükemmellikle ilgili öğretilmiş olan o “ne düşünecekler” fikri içimizi kavurur, ben işten atıldım ne düşünecekler? Ben sınavı geçemedim ne düşünecekler? Ben boşandım ne düşünecekler? Ben aldatıldım ne düşünecekler? Ben başaramadım ne düşünecekler çünkü mükemmel olmaya çalışmamız o “diğerlerinin” kriterlerini “sağlayabildiğimiz” durumda bir “tanıma” ulaşabilmektedir. Oysa gerçek mükemmellik “sadece olduğumuz gibi tüm hatalarımız doğrularımız hayat çizgimiz yaşantımız tercihlerimiz yaptıklarımız, tanıdıklarımız, nefes aldıklarımızdır.” Kısacası hayatımızı oluşturan bizi biz yapan her şey bugün şu anda oldukları gibi “mükemmeldir.”
Sevgili Dr. Brene Brown “Mükemmel Olmamanın Hediyeleri” eserinden çok önemli bir örnek daha alalım:
“…Mükemmeliyetçi iç konuşma: “Öf. Hiçbir şey olmuyor. Şişman ve çirkinim. Görüntümden utanıyorum. Sevgiye ve aidiyete layık olmak için şu andaki halimden farklı olmam gerekir.”
Sağlıklı çabayla iç konuşma: “Bunu kendim için istiyorum. Daha iyi ve daha sağlıklı olmak istiyorum. Tartı sevilip sevilmediğimi, kabul edilip edilmediğimi göstermez. Sevgiye ve aidiyete değer olduğuma inanırsam, cesaret, merhamet ve bağlantıyı yaşamıma davet edeceğim. Kendim için bunu halletmek istiyorum. Bunu yapabilirim.”
Eğer bu yazımda bana eşlik ediyorsanız hayatınızda neyin mükemmel olmadığı için kendinizi suçladığınıza, belki kendinizi sevemediğinize yeniden bakın. Siz her an olduğunuz gibi güzelsiniz ve mükemmelsiniz. Tecrübeleriniz, hayatınız, tercihleriniz ve siz yargılanmadan, karşılaştırılmadan, değerlendirilmeden ve derecelendirilmeden, sadece “hayatın oluşuyla akışta kalarak” muhteşem bir oluş haline sahipsiniz. Bugün kendinizi “mükemmel olmayan” her yönünüzle çok ama çok sevin…