Utanmak dedik değil mi? Şimdi bu başlığı yazabilmek bile benim için çok uzun bir oluşuma dayanıyor ve ben bu durumdan “utanmıyorum”… Bizler için hayatımızdaki en basit olgulardan biridir “utanmak”; çok basittir, hiçbir sorunumuz yoktur ve hatta çoğu şey “ne olacak canım bunda utanılacak ne var” diye geçiştirilir.
Fakat ben bu yazımda istiyorum ki yine sizlerle kendimizi derinlerden inceleyeceğimiz, biraz o bizim yadsıdığımız “ben hiç böyle şeyler yaşamam ki” diye savunmaya geçtiğimiz tecrübelerimizin, hatıralarımızın, şu anda yaşamakta olduğumuz deneyimlerimizin samimi bir şekilde üstünden geçelim. Bu yollar belki kolay olmayacak ama inanıyorum ki biz, “bunu deneyimlemekten utanmıyoruz”…
Utançlarımızın gerçek nedeni nedir?
Öncelikle sizi bu maceraya davet eden ben, bakın hangi utançlarla yüzleşmekte oldukça zorlanıyorum; evet ben genelde gözlerimin içine bakarak konuşan insanlardan “utanıyorum”. Neden diye soracak olursanız bu şekilde yetiştirilmediğim için. Bir insanın (erkek veya kadın) gözlerinin içine bakma “hakkı” sanki bana verilmemiş ve baktığım durumda bu “utanmam” gereken bir olguymuş gibi.
Evet ben örneğin bir topluluk içinde göz önünde olma durumundan çok “utanıyorum”. Bunun için genelde kalabalık sınıfların en arkasında oturuyor, kalabalık ortamlardan kaçınıyor veya herkesin en çok dışarılarda olduğu saatlerde dışarıda olmamayı tercih ediyorum; bunun sebebi bana öğretilmiş olan “kenarda bekleme” kavramı çünkü ben kadınların ön planda “olmaması’’ gerektiğini öğrenerek yetişmiş bir kadınım…
Evet ben bir erkeğe duygularımı belli etmekten veya sözlü olarak duygularımı açıklamaktan “utanıyorum”. Bundan utandığım için bu hissimi sadece kendimle yaşamayı, belki sadece çok yakın hissettiğimde yazarak paylaşmayı tercih ediyorum. Bu utancımın sebebi duygularımı “ifade etmekten” kaçınarak yetişmiş olmam; çünkü anlaşılmayı beklemek üzerine edindiğim tüm öğretimin, “duyguyu ifade edebilmekten” çok uzak bir iz düşümü olması, çünkü öğrendiğim, bir kadının duygularını belli ettiği durumda “hafif’” olarak algılanabileceği, belki dinlenilmeyi bile hak etmemiş olduğu veya duygularının karşılığı olmazsa “halinin ne olacağı” endişesi…
Evet ben kendimi anlatmaktan “utanıyorum”; bu yüzden genel olarak gittiğim yerleri, yaşadığım hayatı, benimle birlikte var olan hayallerimi ve düşlediğim akışı sadece “yazarak” ifade edebiliyorum. Genel olarak sözlü paylaşabileceğim insan sayısı çok az oluyor, yargılanmaktan, suçlanmaktan veya diğer kişinin hayatına göre daha mutlu bir hayatım olduğunu düşünebileceği için üzülmekten veya kişileri bu yüzden “incitebilecek” olduğumu düşünerek kendimi paylaşmaktan korkuyorum. Bu utancımın kaynağı, yine sevgili öğrenimlerim; çünkü kendini anlatmak bir “ego” gösterisidir, kendini anlatmak bir kadın için layık olunmayan bir durumdur ve hatta bir kadının “anlatılabilecek” ne hikayesi olabilir ki?
Evet ben bana ulaşan bolluktan “utanıyorum”; hayatım boyunca çok çalışmış olduğum ve bunu sonuna kadar hak ettiğimi bilsem de utanıyorum, bu yüzden para ile elde edilecek tüm hayallerimi bazen erteliyorum, bazen kendime layık görmüyorum, bazen “diğerleri” kavramı kendimi suçlu hissetmeme sebep oluyor, tüm insanlar dururken bu bolluğun neden benimle olduğunu anlamaya çalışıyorum. Bu utancın kaynağı, yenmek için çokça savaş vermem gereken “parayla saadet olmaz” bilincidir, bolluğun erişilmeyecek bir şey olduğu, hak edilmeyecek olduğu ve tabi ki bir kadının “tek başına” bolluk hak etmesinin “olanaksız” olduğu anlayışıdır…
İşte benim bazı utançlarım bunlar. Burada anlattığım hallerinden evrildiler, ben onlarla barıştım, artık belki utanç değiller ama hala almam gereken o kadar çok yol var ki… Bizler belki “utanç’” duygusunu “küçük çocuk gibi” düşünerek yani “büyükler utanmaz” diyerek arka plana itiyoruz; fakat utanma duygumuz hayatımızda tercihlerimize, davranışlarımıza ve bakış açımıza o kadar derinden etki ediyor ki farkında olmadan sırf o derin “utancımız” yüzünden kalkanlar kuşanıyoruz, kendimizle savaşıyoruz veya “diğerlerini” suçluyoruz…
Sevgili Dr. Brene Brown ilham veren eseri Mükemmel Olmamanın Mükemmelliği’nde bakın o bizim kendimize yakıştıramadığımız utancımızı nasıl yorumluyor:
“…İşte utanç hakkında bilmeniz gereken ilk üç şey:
Hepimizde var. Utanç evrenseldir ve hissettiğimiz en ilkel insan duygularından biridir. Utanç hissetmeyen insanlar, empati ve insani bağlantı yeteneğinden yoksundur.
Utanç hakkında konuşmaktan hepimiz korkarız. Hakkında ne kadar az konuşursak, utanç hayatlarımız üzerinde o kadar kontrol sahibi olur.
Utanç, temelde sevilmeme korkusudur; hikayemizi sahiplenmenin ve değerli hissetmenin tam tersidir. Aslında, utancın araştırmamdan yola çıkarak geliştirdiğim tam tanımı şudur;
Utanç, kusurlu olduğumuza ve bu nedenle sevgiye veya aidiyete layık olmadığımıza inanmanın aşırı derecede acı veren duygusu veya deneyimidir.
…Utancın yaşamlarımızda kontrolden çıkması için üç şeye ihtiyaç vardır: gizlilik, sessizlik ve yargılama. Utanç verici bir şey olduğunda ve biz onu gizli tuttuğumuzda, iltihaplanır ve büyür. Bizi tüketir. Deneyimimizi paylaşmamız gerekir. Utanç insanlar arasında oluşur ve insanlar arasında iyileşir.”
Bugün utancınız ile barışmamış iseniz, utancınızı paylaşamamış iseniz, utandığınız şeylerin arkasına sığınıp kendinizi duvarlarınız ardında saklamışsanız, o saklandığınız yerde hayata karşı küskün, sevilmeye layık olmayan veya aidiyet hissetmeye değer olmayan bir kişi olduğunuzu düşünüyorsanız, öncelikle “utançlarınız” ile yüzleşin, onları kabul edin, onları çok sevin. Her ne yaşamış olursanız olun, utancınızı gerçekten güveneceğiniz bir dost ile insanca paylaşın, sizi “incitmesine”, “tanımlamasına” ve en önemlisi “kısıtlamasına” izin vermeyin. Çünkü siz sevilmenin ve aidiyetin en güzelini daima hak ediyorsunuz… Utanmak yani “utanmaktan utanmamak” çok güzeldir. Utancınızla barışın, sizin yine “kendinizce yarattığınız” gardiyanınız olması yerine izin verin muhteşem özgürlüğünüz olsun…