Sizlerden çok fazla soru aldığım bir konuyu değerlendirelim istiyorum birlikte bugün… Onaylanmak, evet diğerleri tarafından “doğru” bulunmak, hayatımızda hep “onaylanan” şeyleri yapmaya çalışmak, annemizin babamızın arkadaşlarımızın “istediği gibi” biri olabilmek değil mi? Sonra eşimizin “onayladığı” bir kadın veya adam olmak? Ve tabii iş yerimizde “onaylanan” bir çalışan olmak? Hayatımızı “onaylanmış” sınırlara göre yaşamak… Yani “onaylı” kabul edilmiş, herkesin iyi dediği, iyi gördüğü o bizlerin muhteşem konfor alanlarımızın diğerlerinin “onayı” ile alamadığımız güzel risklerden çok ama çok uzakta güvenli kıyılarda yaşamak… Gerçek bir yaşamı tanımlamaya yeter mi?
İşte bugün bizleri bu kelimelere getiren sorumuz budur… Onaylanmış bir hayat (hepimizin onay verdiği, doğru ve güzel olarak bugüne kadar bilinen tecrübelerden alınan onaylarla uyumlu bir hayat) onaylanmamış kimsenin “evet” diyemeyeceği, “deli misin?” diye soracakları, “yapmasan olmaz mı?” diye arkamızdan koşacakları, “oğlum yapma“, “kızım yapma“, “canım yapma” diye duyacağımız cümleler ile başlayan tüm yollara karşı… Onaylanmasak da hayatımızı hayat yapmaya gücümüz yetmez mi? Veya “onaylanmayı” bir yana bıraktığımızda hayatımızda ne olur? Onaysız bir hayat, gerçek bir hayat hikayesi yaratmaya yeter mi?
Öncelikle şunu anlamak istiyorum sizlerle birlikte neden “onaylanmak” bizler için bu derece önemlidir? Yani “doğrusunu yaptın” denmesi, bir kişiden bile bunu duymamız neden bu derece önemlidir? Neden kendi kendimizi önce kendi gönül muhakememizde değerlendirmeyiz de, can-ım hayatımızı diğer kişilerin, bunlar bazen evet çok sevdiğimiz anne ve babamız da olsalar, o “diğer” kişilerin yorumlarına ve görüşlerine, onaylamalarına bırakırız? Neden almamız gereken “karar” sorumluluğundan “diğer kişinin onayını almak” ile kaçmaya çalışırız? Hayatımızın tüm sorumlusu kendimiz iken neden diğer on kişinin belki yirmi kişinin belki sadece bir kişinin bizim “yanımızda” olan görüşü bu kadar önemlidir?
Bunu anlamak aslında genel olarak bizler hayatımızda “konfor” alanımızın dışında kararlar almaya çalıştığımızda gerçekleşir. Örnek olarak, konfor alanımız bir ülkede yaşamak ise farklı bir ülkeye taşınmak fikri bu sürecin “dışında” kalmaktadır. Konfor alanımızın dışında yepyeni bir hayat, yeni bir şehir, yeni arkadaşlar ve belki de yeni bir iş demektir. Bunun “risk” sinyalleri çaldığı noktada “danışmamız” gerekir. Evet, bizi sevenlerden ve gerçekten “onayını” almamız gerekli olanlardan onay almak… “Gitme” sesi duyulur daha çok değil mi gitme, çünkü konfor alanı biz ve diğerleri için doğru olandır… Arada tek tük “kimseyi dinleme git” sesi çıkabilir. Onlar da içimizde bizi konfor alanımıza çeken sesten ayrıdır… Bir kenara koyulur… Sonunda ne olur dersiniz; tabii onay alamadığımız üzere gitmeyiz ve onay aldığımız üzere muhteşem konfor alanımızın sınırlarında “kalmaya” ve “onaylanmış” olarak aynı ülkede değişikliğe cesaret bile edemeden iyi mi olur kötü mü olur göremeden karar veririz…
Bir örnek daha inceleyelim, diğer bir konfor alanı özel ilişkilerimizdir (ki bu nokta söz konusu evliliklerimiz ise oldukça hassastır ve çocuklarımız da var ise mutsuz bir hayata rağmen sonuna kadar dayanmak esastır). Mutsuz olduğumuzu her gün ama her gün hissederiz. Artık huzursuz ve sevgisiz yaşamak “normal” bir hayat süreci olur. Hatta bu güzel hayatta böyle yaşamayı hak ettiğimizi bile düşünmeye başlarız (ne yazık ki). Konfor alanımız bu ilişkiyi bu evliliği devam ettirmektir. Ve sadece kocaman bir ses “başka bir hayat mümkün” diye bağırır, ne yaparız peki?
Onaylanır mı kararımız? Kimse arkamızda durur mu, yuvayı yıkan adam, yuvayı yıkan kadın olmak kaldırılabilir mi? O “onaylamayan” her kalp, çektiğimiz acının sınırlarını hissedebilir mi? Ama “onaylamazlar” değil mi? Çünkü toplumun onayladığı her ne olursa olsun evli kalmak, ilişkiyi bitirmemek ve ancak sınırların bittiği çok “mutsuz” bir cinnet noktasına gelmedikçe devam etmektir… Tek seçimimiz budur; onay buna verilmiştir…
Yıllarca içimizde saklarız, uzak bir ülkeye gidip sadece tek başımıza ovaları, dağları, hayatı ve gecelerini görmeyi. Fakat işte o onaylanmış çalışmak vardır, her gün bir plazanın muhteşem kapısından içeri girmek. Her gün binlerce diğer kişi gibi sabahtan akşama kadar bir bilgisayarın karşısında oturmak. Aylarımızı, sonra yıllarımızı, sonra on yıllarımızı ve hatta yirmi yıllarımızı bu şekilde tüketmek…
İnsan olmaya hayatı Fas’ın çöllerini koklamadan, Çin’in köylerini kendi gözlerimizle görmeden, Kuzey Kutbu’nda ellerimiz titremeden, Kanarya Adası’nın siyah kumlarında okyanusa dokunmadan veya Peru’nun o muhteşem enerjisini içimize çekmeden yaşamaya “onay” verilmiştir… Sigorta vardır, emeklilik vardır, hayatın kuralları vardır bir kere… Bunlar onaylanmıştır, bu onaylara “karşı” durmak, bugün istifa edip bir uçağa atlayıp yok olmak mümkün müdür? Bunun için onay alabilmek mümkün müdür? Başka bir hayat olduğunu bilmek bu konfor alanımızın her ay yatan maaşımızın dışında bu evrenin başka bolluk ve bereket kaynakları ile donatılmış olduğuna inanabilmek buna “onay” vermek mümkün müdür?
Evet, itiraf edelim onay almak kolay olan yöntemdir, biz “onay alamadığımız” her anı kucaklamalıyız aslında… O muhteşem konfor alanımızın dışına bir adım da olsa (ama küçük de olsa bir adımdır) çıkabildiğimiz, koşarak o “onaysız” ben olmaya gidebildiğimiz anları kucaklayalım… Bugün “onaylanmayı” beklediğiniz ne varsa bir kenara koymanızı dilerim… Hayatınız X, Y veya Z’ nin “onaylamasına” çok seviyor da olsak annemizin babamızın kardeşimizin vs. onayına bırakılamayacak derecede çok ama çok kutsaldır. Her saat her dakika “bize” ve sadece bize bahşedilmiştir. Bu bizim hayatımızdır bu yol bize özeldir ve bunu yürüyecek olan sadece “bendir”…
Bu yol “onaylanmayı” beklemeyecek onaylanmaktan onaylanmamaktan öte içerisinde gerçek bir hikaye olmasını hak edecek ve sadece size ait bir yoldur; bugün “onaylanmadan” yola çıkabilen tüm dostlara sonsuz sevgilerimle…
İlginizi çekebilir: Hayatın 12 sihirli denge alanı: dengeyle yeniden buluşmaya hazır mısın?