Mutluluk, küçük anlarda saklı… Bunu; yaşadığım her an, bütün hücrelerimde hissedebildiğim için evrene minnettarım. Bugün katıldığım bir seminerden eve dönüş yolunda bir arkadaşımı aradım, ama müsait değildi. Belki de o anda telefonumu açsaydı, az sonra yaşayacak olduğum tüm bu anlara şahit olamayacaktım. Her şey, başka bir şeye vesile olmak için orada. Yeter ki fark edebilelim.
Kulaklığımı takıp müzikle yürümeye başladım. Aynı zamanda hafif de bir yağmur başlamıştı. Ama hızımı arttırmadan normal tempomda yürümeye devam ettim. Ve eve yaklaştığımda, her zaman büyük bir yorgunlukla çıktığım o yokuşu bu kez, içimde oluşup kocaman olan o huzur duygusuyla çıkmaya başladım. Ve o an bana çocukluğumdaki bir ‘an’ı hatırlattı. Çocukken, yağmurlu havaları hiç sevmezdim. Sanki bir şeylerin sonunu, karanlığı çağrıştırırdı bana… Ama artık öyle değil.
O an; artık yavaş yavaş yaprakları sararmaya başlayan ağaçların yanından geçerken, nedendir bilmiyorum kendimi çok iyi ve çok güçlü hissettim. En zor ve en kötü zamanları geride bıraktığımı bilmenin rahatlığı ve o iç huzuru ile… Düşen her bir yaprakla ben, kendi özüme dönüyormuşum gibi hissediyordum… Her yiten şey, beraberinde yenilikleri getiriyor çünkü. Yeter ki anlayalım, yeter ki yeni gelecek olana bir alan bırakabilelim, izin verelim…
Ama şuan konumuz bu değil.
Eve dönüş yolunda, yolu bitirmeme az bir zaman kalmışken; bir an arkama baktım ve güneşin, bulutların arasından sızmaya hazırlandığını gördüm. Kendimi, çıkacak olan gökkuşağına hazırladım 🙂 O kadar emindim ki bana kendini göstereceğinden… Umudu daima içimde taşıdığım ve minicik mutlu an’lara her daim kendimi hazır hissettiğim için sanırım. Evet, gökkuşağı bende umudu çağrıştırıyor. Ve o bende hiç tükenmeyen, hep yemyeşil, daima capcanlı kalan… Evin arka tarafındaki ormanlık alanda yürüyüş yaparken bir anda yağmur hızlanmaya başladı ve işte tam da o anda gökkuşağı karşımda beliriverdi. Onu iyice sindirip, anın tadına doyduğumda ise yağmur durdu.
Tüm bunlar, birçoğumuz için yaşamda kaçırdığımız zamanlara tekabül ediyor. Ama anın içinde (hani hep, ‘olmamız gereken yer’ diye sözü edilen) yüzümüzü gülümsetebilen o küçücük anlar, gerçekten yaşadığımızı hissettiren anlar; bana göre…
Tam da şuan The Soul filminden bir sahneyi anımsadım… 22 karakterinin kıvılcımını ararken onun ‘’talihsizlik’’ olarak adlandırabileceği bir şekilde Dünya’ya gittiğinde; kapının önündeki merdivenlerde oturup, durup bir an düşündüğü ve gökyüzünü izlediği bir sahne vardı. Sonra ağacın yapraklarından bir tanesi tam da avucunun içine düşmüştü. İşte o an, kıvılcımının “yaşamak” olabileceğini düşündü.
Ben de çoğu zaman böyle hissediyorum. Evet, zevk aldığım şeyleri daha sık yapmak için gayret gösteriyorum. Ama bundan da daha çok yaşamak, yaşadığımı hissetmek, doğanın içinde yürümek, kuşları seyretmek, bulutlardan şekiller çıkartmak… Bunlar bana güç veriyor!
Evrenden gelen işaretleri alabilmek… Her an buna kendini hazır hissedebilmek… Bazen yolda yürürken gördüğün bir kuş tüyünde, bazen pencerene konan bir kelebekte, bazense bir çocuğun gülümsemesinde… O an her neye ihtiyacın varsa. Sen onu alıp özümseyebildiğin oranda belki de gerçekten yaşamın hakkını vermiş oluyorsun.
Aslında buna açık olduğunda, farkındalıklı bir şekilde yürüdüğünde o yolu; cevap da hiç gecikmiyor. Bazen yaşamdan çok büyük şeyler bekliyoruz. Her şeyden önce; bizi mutlu edebilecek bir şey, bir arkadaş, bir sevgili, biri… Ama biz gerçek anlamda mutluluğu kendi içimizde bulmadığımızda, kendimizi hayat akışının içindeki sürprizlerle dolu o anlara açmadığımızda, en önemlisi de salt kendimiz olarak mutlu olmayı seçmediğimizde hiç kimse bunu bizim için yapmayacak!
Bu yüzden sen, sevgili arkadaşım…
Şu andan itibaren hayattaki o ‘küçük anlar’la mutlu olmayı seçebilir misin? Hayatın senin için getirdiği minik hediyelere izin verebilir misin? İnan ki; buna bir kez kalbini açtığında bir daha hiçbir şey eskisi gibi olmayacak. Sen, eskisi gibi olmayacaksın… Yolculuğun daha da güzelleşecek.
İlginizi çekebilir: Hayatın her anı kutlamaya değer: Kendisi küçük etkisi büyük mutluluk anları