Bir önceki yazımda şöyle bir cümle kurdum: Görmek istersen her şey gözlerinin önünde serili aslında. İşte bu yazı bu cümleden doğdu bir anda.
Geçenlerde bir minibüse bindim. Ve bir yazı gözüme çarptı. Okudum, ilk düşüncem “ya amaan minibüs arabeski işte!” oldu. Döndüm camdan bakmaya devam ettim ve yazının beynimde hala tekrar ettiğini fark ettim. Tekrar baktım yazıya, tekrar okudum. Durdum. Yazıya bakıyorum, yol akıyor ve ben duruyorum.
İçimde bir his yarattı ve engel olamadığım zihnim ise direkt bir sıfat arayışına devam ediyordu. Şimdi ben bunu Instagram’da falan paylaşsam “kamyon arkası yazısı” derler, “dalga geçerler” dedim. Ve akabinde neden böyle bir tepki beni etkiliyor diye de kendime sormadan edemedim. Üzerinde biraz düşünmeye vakit buldum sonrasında. Sağ olsun hayat, madem üzerinde düşünüyorsun, ben seni boş geçmeyeyim, iliklerine kadar hisset dedi ve sağlamasını da yapmış oldu benimle. Tabii konu bu değil…
Hani derler ya, tüm hayatım film şeridi gibi gözlerimin önünden geçti diye. Meditasyon yapmaya başladığımdan beri kafamda beliren “NEDEN? NASIL?”lar bende hep bu etkiyi yaratır. Sürekli dönüp bir yerlere, cevap ararım. Bulur muyum, bulamaz mıyım bilmiyorum. Önemli olan da bir sonuca varmak değil zaten. Ama eskiye dönüp şimdiye ait bu gözle bakmak hissi, muazzam bir hayat dersi.
Peki ya bu söz neden bu kadar etkilemişti beni? Geçmiş, travmalar, yaşanılanlara verilen tepkilerin yarattıığı hisler. İlla ki bir sürü sebebi vardır. Bilirim ya da bilmem, yine bir önemi yok.
Bir kez daha gördüm ki, zihin otomatik kalıplarıyla hemen varolan bir şeyi algılamana müsaade etmeden, diktatör bir şekilde örtpas etme görevinde. Ve bu hal işte, tehlikeli olan. Ya bu otomatik zihinle bir ömür geçiriyorsak? Ya verdiğimiz tepkiler otomatikse ve içimizden esas geçeni fark edebilecek kadar zamanın olmadı ise? Ya kıymet verdiğin şeyin özüne değil de sıfatlarında kıymet bulmuş ve bunu hiç fark etmemişsen? Ya sevdiğini sandığın şey, ya da sevgi sandığın şey, bir arzu ve hırstan başka bir şey değil, elle tutulur olmasına ihtiyacın varsa? Bu ve bunun gibi bir sürü çılgın soru doğuyor insanın içine.
Daha iyisini bulana kadar söylemekten yılmayacağım bir şey var: Bu hayata geldiysek ay sonu faturamızı ödemek, altımıza cillop gibi bir araba çekip, yediğimizi içtiğimizi sosyal medyada paylaşmak için gelmemişizdir muhtemelen. Bunları da yapalım, yapmak ayıp değil, hata değil, hatta ve hatta kime ne? Tamamen tercih. Ama nefes alıyor olmanın farkındalığını ve bazen bazı şeylere verdiğimiz tepkileri, biraz da kendimizi sorgulayalım. Ve hatta vakit ayırıp, ne istiyorsak onu yapalım ya da hiçbir şey yapmadan sadece duralım.
Yoga Eğitmeni kimliği üzerinden yazdığım bir yazı değil bu. Evet, yoga benim hayatımın çok büyük bir parçası. Ama ben kendimi yoga ile bulduğum içindir bu. Sen belki müzikle buldun, öteki belki futbolla. Kendini bulmak, neden var oldun, varlığın ve şu an’ın…
Belki de o gün, benim denk geldiğim yazının bir sebebi vardı. Ki varmış. Ve belki de onu oraya asmayı uygun gören minibüs sahibinin kendini ifade etme biçimiymiş. Ve belki de o yazıyı gören birçok insan için, bazı şeylere vesile olma görevini yerine getiriyordur.
Tabii sonra araştırdım ve sözün sahibinin çok da sevdiğim İlhan Berk olduğunu fark ettim.
“İnsan sevdiğine kırılmazmış azizim, ya tuz olur ya da buz.”
Ve işte o zaman tekrar hatırladım, sevgiyi “zannetmek” yerine, keşke doyasıya yaşayabilsek…
İlginizi çekebilir: Kapitalist bir sistemde spiritüelliği bulabilmek