Nobel Ödüllü Midilli’li şair Odisseus Elitis ‘dan okuduğum dan beri çok sevdiğim “Ege Üstüne” şiirinin muhteşem deniz kokulu bir dörtlüğü ile yazıya başlamak istedim:
“Yaz meltemlerinin kaygısızlığı
Ve umudunun yelkeni
En hafif dalgalanışında bir ada
Dönüş beşiğini sallıyor”
Yazılarım böyle şiirlerle, sözlerle, alıntılarla duygusal oluyor farkındayım; bir seyahat yazısı da olsa… Gerçekten de artık hangi ülkeyi ya da şehri Google’da aratsak çıkmayacak mı sokağına kadar. Zaten bilinenleri anlatmaktansa -yediğim restoran, kaldığım otel adı vb gibi– ben, bende bıraktığı izi ve hisleri anlatmayı seviyorum. Çoğu arkadaşım beni uyarıyor detay anlatsana, adım adım nerede yedin ne içtin… Ben istemiyorum ki bunu, benim yediğim yere gitmeseniz de olur ama o rüzgarın o denizin sizde bıraktığı tuzun izini yaşayın, yaşatın. Birbirimize bunu anlatalım istiyorum. Siz şansa benim gibi yol üstünde bir Yunan kahvesi keşfedin… Kahve için. Yine yola çıkın. Haritada kaybolun. Sizin hikayeniz olsun. Ben bana düşeni, bendeki izlerini aktarayım seyahatimin, siz de bana anlatın olmaz mı? Belki benzer hislerde kavuşuruz ne dersiniz?
O zaman öncelikle neden Midilli diyecek olanları yanıtlayalım. Yunan adalarına biraz ilgim var diyelim. Meis yazımı hatırlarsınız geçen seneden belki; okumayanları da davet etmiş olalım. O ada enerjisine bayılıyorum. Bizdekinden farkı kendini olduğu gibi bırakması. Kendi olmayı sevenler olarak bana bu sadeliğin değerini anlatan, hatırlatan yerleri seviyorum. Allı pullu, sosyetik yerler de kendi alıcıları ile mutludur eminim. Mutlu olmadım oralarda, olmayacağım da… Bu benim seçimim tabii…
Şimdi bir rüya gibi geçen bu Midilli Adası ile ilgili yazıya geçelim. Kurban Bayramı’nda –bayramda gitmek ne kadar mantıklı ve değil kısmına da gireceğim– bu adaya 3 gece olmak üzere tabiri caiz ise kaçtım. Bu seyahate Edremit havaalanında inip Ayvalık dolmuşuna binip 1 gece Cunda adasında kalarak başladım. Hikayenin bu kısmı da ayrı bir yazı konusu. Şimdi tatilin tam kalbini oluşturan gezi için buradayız. 1 gece Cunda’da kalarak ertesi sabah 9 feribotu için Ayvalık’ta feribot sırasındaydım. Sıranın ne kadar uzun olduğundan bahsetmeme gerek yok değil mi? O sıralarda kur 6 ile çarpılırken biz yine de komşuya kaçmaya çalışıyorduk hala. Evet artık bir servet ama değer mi değer.
1,5 saatlik bir deniz yolculuğu ile adaya geldiğinizde bir his de başlıyor. Bu değişik bir his. Yaz rehaveti mi, beklenen tatile kavuşma hissi mi, bir yokluktan çıkma, bir kavuşma hissi mi? Hangisi? Siz ne hissedeceksiniz acaba? Benimki o beklenen anın sonunda gelmesi, yani kavuşma hissi. Ne güzel sıcak bir ağustos sabahı ada bizi karşıladı. En sevdiğim mevsimde yeni bir macera, unutulmaz anılar… Bir yerde doğum günü hediyem olan Midilli’de küçük bir tatildi kendime. Ne iyi geldi. Şair Odisseus Elitis ‘in bir şiirinde de bahsettiği gibi “Ben bugün o dünkü ben değilim dedim” içimden. Çok güzel bir psikoloji ile gitmedim oraya kabul ediyorum. Hayat her zaman aynı değil. Çok gezince çok mutlu olunduğu doğru bir sav belki ancak bir nedenden mutsuzken bundan çıkarak o mutluluk ivmesini yakalamak zor oluyor. Yani bir yerde hissizlikle mutsuz olmanın arasında araftasın seyahatte de. İyi geldiği bir gerçek. Seni değiştiriyor. Yeniden nefes aldırıyor. Şükretmek yine burada önem kazanıyor.
Adadan önceden online araç kiraladığım için limanın hemen yakınındaki araç kiralamaya giderek aracımızı teslim alıyoruz öncelikle. Midilli Adası inanılmaz büyük bir ada, ¾ nü ancak gezebildik maalesef. Geri gelmek için bahanem bu şimdi. Tam bitmedi. Yunanistan’ın 3. büyük adası kendisi ne de olsa. Aracımızla 2 gece kalacağımız adanın bir güzide kasabası olan Molivos’a doğru yine 1,5 saatlik bir yolculuğa başladık. Radyo bile hala Türk ezgilerinde ama farklı kara sularında yine kendine yolculuk… Dağlara doğru –kıyıdan ada yolu çok daha bozukmuş ve uzun süren bir yolculukmuş– çıkıp yine denize doğru engebeli olarak devam eden kıvrıla kıvrıla gittiğimiz o yollar..
Evet kaldığım otelin önemi yok vs gibi sözlerime karşılık şimdi karşıt bir şekilde bu oteli önereceğim. Çünkü kendisinin manzarası ve sonsuzluk havuzu dedikleri havuz manzarası şahaneydi! Misafirperverlik de bonusu. Yunan adasında bu zaten hep böyle değil mi? Sadece bana denk geliyor olamaz değil mi?
Kaldığım yerin ismi “Villa Molivos Castle” ve burası bir villa. 2 kattan oluşuyor tek katını (2 oda bir salon) kiralamak suretiyle kalabiliyorsunuz. Google’da aratıp nasıl bir manzara ve konuma sahip olduğunu görebilirsiniz. Fotoğraflarla size anlatmaya çalışacağım ama siz de bakın. Çok güzel 2 gece geçirdik. Yakınında Molivos kasabası ve Petra kasabasında denize girerek ve akşamları yemek yiyerek geçirdik ilk günü.
İlk gün zaten otele yerleşip kahvaltı yaparak saat 2’yi buldu. Hemen yakınındaki bir sahil şeridi olan Petra’da denize girdik. Belirtmeliyim ki her şey ücretsiz, siz yediklerinize ve içtiklerinize para veriyorsunuz. Kimse de yediniz yemediniz diye başınızda beklemiyor. Deniz olarak yalnız adanın bu kısmı dalgalı ve bulanık. Akşam gün batımında sahilden kiraladığımız o muhteşem villamıza dönerken yine iyi ki dedik, iyi ki geldik gördük buraları da. Akşam hazırlanıp otelin hemen 5 dakikalık mesafesindeki Molivos’un merkezinde deniz kenarındaki bir restoranda yemek yedik. Fiyatlar makul ancak kur artışı etken olduğundan bize her şey pahalı artık. Bu gerçek buradayken gerçekten önemli.
Berrak deniz bulma sevdası ile ikinci gün işte bunun tam tersi olan bir yerde denize girdik ki dillere destan. Fotoğraflarla yine anlatmaya çalışacağım size. Yaşamak lazım ama… Çok yaşayın emi!
Bu tatlı kasabanın adı Plomari. Yine yaklaşık 2 saatlik bir yol, harita ve Türkçe müzik eşliğinde her şeyiyle değen bir kasabaya vardık. Deniz cam gibi… Dalgasız… Sıcak bir ağustos havası… Güzel bir ada esintisi… Yine şiirdeki gibi “Yaz meltemlerinin kaygısızlığı” var ve bu bize de bulaşıyor. O adaya gelirken yaşadığımız üzüntünün yerini çoktan umut almıştı bile. Şimdi biraz da coşku katılıyor yanına. Ne güzel bir ikinci gün Midilli’de!
Yine belirtmeliyim ki her şey ücretsiz, siz yediklerinize ve içtiklerinize para veriyorsunuz. Buna 2 günde alıştık. Ama alışmamalıyız tabii ki ülkemiz malum… Burada geçen uzun bir öğleden sonradan sonra yol uzunluğu yolların engebeli ve yabancısı olmamız sebebiyle güneş batmadan yola çıktık tekrar. Dönüş 2 saat yine. Mis gibi boş, avare yollarda sessiz bir yolculuk. Sükunet ne güzel bir kelimedir. Bu hissi yaşatıyor işte ada. Bu adadda huzur var. Sadeliğin o eşsiz zarafeti bir de…
Şimdi 2. günün akşamında Petra’da akşam olmuş, tavuk döner yerken yanında Uzo mu içilir demeyip uzo içiyoruz. Siz tam bu anda kalın, olur mu? Devamı, adanın son günü ve biraz da Ayvalık – Cunda hattı 2.bölümde…
Sevgiler…
İlginizi çekebilir: Fernweh olma hali: Berlin gezi notları 1