Ya çok sıcak ya çok soğuk… Yok mudur bir orta yolu?
Çocukken oynadığımız sıcak-soğuk oyununu hatırlarsınız. Bir eşya gizlenir ve eşyayı bulmak için seçilen ebe gelişigüzel olarak odada dolaşmaya başlar. Diğer oyuncuların, eşyaya yaklaşınca “sıcak”, uzaklaşınca “soğuk” demesiyle gizlenen şeyi bulmaya çalışır. Er geç bulunacak bu eşyayı arayanın gayreti ve telaşı bir eğlenceye dönüşür. Bazen ilişkimizde mesafemizi ayarlamaya çalışırken içine düştüğümüz durum bundan çok farklı değil ve ne yazık ki bu kadar eğlenceli de değil. Üstelik partnerimizle ilişkimizde doğru mesafe ayarını yapabilmemizi sağlayan oyundakine benzer bir yönerge sistemi de yok. Bunu biraz sezgisel olarak, bazen de ihtiyaçlarımız ve ilişkiyi tanımlama biçimimizle yapıyoruz.
Ancak birbirimizin sıcaklık, soğukluk ayarıyla ilgili olarak küçümsenemeyecek ölçüde sorun yaşıyoruz. Neden dersiniz?
Partnerimiz olmadan hayatta kalabilme, yalnızken de mutlu olabilme becerisi ile beraber, onun sevgisine ihtiyaç duymamız, bir yandan da onun bizim sevgimize ihtiyaç duyduğunu hissetmemiz üçgeninde denge kurmamız gerektiğinden…
Mesafemizi oluştururken beklentimizi ve ihtiyacımızı belirleyen faktörlerin başında bağlanma tarzımız geliyor. Bağlanma tarzımız ile ilgili güvenilir ve zengin bilimsel kanıtları ortaya koyan Bağlanma Teorisi, psikoloji biliminde en çok etki bırakan teorilerden biri. Buna göre, çocukluk çağında bakım verenlerimizle aramızdaki ilişki ve bağlanma şekli, yetişkinliğimizde de hayatımızdaki insanlara bağlanma biçimimizi belirliyor. Neden kimilerimiz romantik bir ilişkiye kolayca başlarken kimimiz bağlanma düşüncesinden bile rahatsızlık duyabiliyor?
Bağlanma teorisine göre çocuklukta hissettiğimiz güven, huzur, sevgi gibi temel ihtiyaçlarımızın ebeveynlerimiz tarafından karşılanma/karşılanmama tarzı yetişkinlik dönemindeki tutum ve ihtiyaçlarımızı belirliyor. Bu beklentiler ilişkilerimizde ve yaşamda kendimizi konumlandırmamızda son derece önemli faktörler olduğu için de deneyimlerimizi doğrudan etkiliyor. Güvenli bağlanabilen bir birey isek, çocukluğumuzda ihtiyaç duyduğumuzda güven ve sevgiyi gerekli miktarda aldığımız için yetişkin ilişkimizde de diğerleriyle yakınlık ve bağ kurmakta zorlanmıyor, onların bize bizim de onlara güvenebileceğimiz ortam yaratmayı kolaylıkla becerebiliyoruz. Araştırmalara göre güvenli bağlanabilenlerimiz toplumun %50’sini oluşturuyor. Neyse ki epey kurtarıcı bir oran bu.
Diğer kısımda “kaçıngan” ve “kaygılı” bağlananlar var. Bu kimseler erken çocukluk çağında bakım verenleriyle travmatik, ilgisiz veya tutarsız ilişki biçimine maruz kalmış oluyorlar çoğunlukla. Kaygılı bağlananlar; takdir edilmeme, sevilmeme, istenmeme endişesiyle çok fazla yakınlık, hassasiyet, dokunma veya seks ihtiyacı gösteriyorlar ve mesafe onlara çok soğuk ve yıkıcı geliyor.
Sundukları yoğun ilginin karşılığını alamadıklarını düşündükleri için kırılgan, alıngan ve zaman zaman da aşırı tepkisel olabiliyorlar. Sürekli reddedilme, yanlış anlaşılma ve takdir edilmeme hissi yaşadıkları için intikamcı ve kırgın hissediyorlar. Kaygılı bağlananların eşleri güvenli bağlanan biri ise bunu tolere etme ve yönetme kapasitesi var, ancak kaygılı bağlanan “kaçıngan” bir partnerle birlikteyse vay haline!
Kaçıngan partner böyle biri karşısında içgüdüsel olarak geri çekilir, bunalmış ve baskı altında hisseder. Kontrol altında tutulduğu veya birinin ona muhtaç olduğu algısı rahatsızlığını ve kaçınma tavrını artırır, bu da partnerinin güvensizliğini tetikler. Kaçıngan biri eleştiri işaretlerini tamamen olumsuz yorumlar ve köprüleri yıkmaya meyilli hale gelir. Onlar, başkalarının arzularının onlara karmaşık gelen sonuçlarından kaçma konusunda ustadırlar. Sorunun kendilerinde değil, karşı tarafta olduğundan neredeyse emindirler. Ve böylece kaçıngan kişi ile kaygılı kişi aynı yerde buluşur. Sorun kaygılıdadır -yani öyle algılanır.
Ne yapabileceği konusunda seçenekleri gözden geçirebilirsek farklı bağlanma stilleri için uygun çözüm olanakları da çıkacaktır karşımıza. Kaçıngan bağlanma stilindeki kişilerin de ilgisiz ve güçlü görünümleri altında en az kaygılılar kadar korktukları gerçeğini kabul etmekle başlayalım. Onlardaki kayıtsızlık ve soğukluk, kaygının bir sonucudur. Güç maskeleri, içlerindeki kaygılı çocuğu korumak içindir. Muhtemelen ebeveynleri veya bakım verenleri tarafından tutarsız ve güven uyandırmayan, hayal kırıklıklarıyla dolu mazileri onları bu korunma ihtiyacına sürükledi. Farkında olmadan güvenmemeye, bağlanmamaya, derin bağ kurmamaya karar verdiler. Güvenilir bir geçmiş deneyime tutunamadıkları için nezaket ve yakınlık görmek onlara alışılmadık ve ürkütücü geliyor. Bunu umursamadıkları inancıyla iyi şeyleri baltalayıp vazgeçmenin kolay olduğu yüzeysel olan şeylere yöneliyorlar.
Her iki tarafın da “çok sıcak” veya “çok soğuk” kısır döngüsünden kurtulup gerçekçi gözlükleri takması en iyisi olacaktır. Panik ve inkâr duygularını kışkırtıp “savun veya saldır” alanına çekilmek yerine arka plandaki kırılgan duyguları görebildiğimiz ve bir miktar da olanı olduğu gibi kabul edebildiğimiz bir “sevgi” ilişkisinin peşinde olmak her iki sorunlu bağlanma modelini “güvenli” seviyeye çekebilmeyi mümkün kılar. Nihayetinde bağlanma modelimiz kaderimiz değildir, değişebilir, iyileşebilir. Sorundaki payımızı görmezden gelmek yerine “sıcak” taraftaysak “soğuk” alana onu itip itmediğimizi, mesafe tanımayı becerip beceremediğimizi, bir nevi “kendini gerçekleştiren kehanet” yolunda olup olmadığımızı sorgulamalıyız. “Soğuk” tarafta isek “sıcak” partner karşısında yarattığımız sahte özgüven ve korunma içgüdüsüne nasıl teslim olduğumuzu gözden geçirebiliriz. Sınırları çizmek mümkündür. Sınırların konuşulabileceği itinalı ve mümkünse sevgi dolu bir zemin oluşturulabildiğinde…
Bu zemini oluşturabilmek için sormamız gereken sorular var elbette. Bunları açık yüreklilikle sorabildiğimizde ıssız adamlar, drama queen (acıların kadınları), mağdur sevgililer, kırılganlar, narsisistler gibi “ilişkizedeler” olmaktan güvenli ve doyumlu ilişki kurabilenler kervanına katılabiliriz.
- Problem yaratabilecek kişileri seçiyor ve onlara tutunma çabası içinde zayıf yanımızı daha mı çok pekiştiriyoruz?
- Sorundaki payımızı almadan karşı tarafın hatasıymış gibi adlandırmak kolaycılığına mı kaçıyoruz?
- İlişkide “sıcak” tarafsak, karşımıza çıkan diğer sıcak adayları değersizleştirip reddediyor ve soğuk sulara yelken açıp aslında kaderin oyununu farkında olmadan kendi ellerimizle mi kurguluyoruz?
- Issız adam rolüne kendimizi fazlaca kaptırıyor, gerçek ihtiyacımızı maskelemek uğruna değerli insanları hunharca harcıyor muyuz?
- İlişkinin getirdiği fırsat maliyetlerine (diğer seçeneklerden vazgeçme maliyetine) katlanamadığımız için ilişkiyi hep yüzeysel bir seviyeye mi sürüklüyoruz?
- Kendimizi doğru düzgün ve hırçınlaşmadan ifade etmenin, isteğimizi ve ihtiyacımızı açık yüreklilikle ortaya koyabilmenin yollarını gerçekten arıyor muyuz?
- Kendimize ilişkin tüm ihtiyaçlarımızı ilişkiye yüklüyor ve aşırı talepkâr olmayı “çok sevmek” kisvesi altında mı yaşıyoruz?
- Gerçekten korkularımızla yüzleşmek yerine kaçak mı güreşiyoruz, kendi meselelerimizi partnerimize mi mâl ediyoruz
- Gerçek bir yakınlık kurmak için çaba harcıyor muyuz?
- Birini sevmenin bir “güvence” konusu olmadığını, barındırdığı ortak riskleri kabullenebiliyor muyuz?
- Ve belki de her şeyden önemlisi, ilişki içinde kendimize ve birbirimize yardım etme cesaretini ve yürekliliğini taşıyor muyuz?
*Drama Queen İngilizcede küçük şeylerden kolay etkilenen, mesele çıkaran anlamında kullanılır.
İlginizi çekebilir: “Eyvah! Yine yanlış kişiyi seçtim!”: İlişkizedelik kader midir?