Matriarki: Anaerkil toplum nedir, ne değildir?
Bu kavramla ilk karşılaştığımda sanırım on dört yaşındaydım. Öğretmenim konunun çok da detayına girmemesine rağmen, matriarki kavramı netlikle hatırlıyorum. O yaşımdan bugüne, dönem dönem karşılaştığım bazı durumlarda bu kavramı düşündüm. Var olan düzene entegre edilse, bu neye benzerdi diye. Araştırdıkça kapsamlı ve derin bir konu olduğunu gördüm, bugün biraz toparlayabildiğim kadarıyla matriark toplum yapısından bahsedeceğim, belki bir giriş olabilir.
Matriarki nedir?
Anaerkilliğin genellikle yanlış yorumlanmış bir kavram olduğunu düşünüyorum. Patriarkal toplumların, kadın üzerinde kurduğu baskı anlayışından yola çıkılarak, anaerkil toplum yapısını da onun tam zıt kavramıymış gibi algılama yönelimi oluyor. Başka bir ifadeyle kadınların erkeklere hükmettiği bir yapı değil. Anaerkil yapı, anne merkezli ve annelik değerlerine dayanan bir yapı.
Bakım vermek, annelik yapmak herkes için geçerli bir kavram. Bu sadece bir kadından ya da sadece anne olan kadından beklenen bir şey değil, erkek ya da kadın, toplumun tüm bireylerinden beklenen bir değer. Hatta bir erkek bir konunun temsilcisi olmak istediğinde herkes bir araya gelerek “yeterince iyi bir anne” olup olmadığını değerlendirir, ona göre o pozisyona uygunluğuna karar verirmiş.
Erkekler nasıl annelik yapabilir ki diye düşünülebilir. Böylece şu anki yapının içerisinde erkeklik ve annelik kavramlarının ne kadar da bir araya gelemediğini, var oluşumuzdan ne kadar da ayrı düştüğümüzü fark ediyor olabiliriz.
Bu düzene, bir kadının ya da o grupta bulunan yaşça en büyük kadının bir sosyal yapıya öncülük etmesi denebilir. Bazı kaynaklarda “öncülük etmek” yerine, “yönetmek” olarak ifade ediliyor. Aslında anaerkil yapı, özü gereği yönetmek ve baskı kurmak kavramlarından oldukça uzak bir anlayış. Kelimenin taşıdığı olumsuz bakış açıları sebebiyle “öncülük etmek” kelimesini kullanmak bana daha uygun geliyor.
Anaerkil toplumlar bilinçli olarak annelik değerleri üzerine kurulur ve ihtiyaçları gözetmeye odaklıdır. Amaç herkesin ihtiyaçlarını en elverişli şekilde karşılamaktır. Böylece, biyolojik bir var oluş hali olarak ortaya çıkan annelik ruhu, kültürel bir modele dönüştürülür.
Anaerkil kültürlerde eşitlik sadece farklılıkların dengelenmesi değil, aynı zamanda cinsiyetler ve nesiller arasındaki doğal farklılıklara da saygı duyulmasını kapsar. Patriarkal yapılarda olduğu gibi “Çocuk benim çocuğum değil mi, kızarım da, severim de” gibi bir durum söz konusu olmaz. Hatta büyüktür ne yaparsa yapsın hakkıdır anlayışı da söz konusu olmaz. Çünkü hiyerarşiler yaratmaya hizmet etmez. Farklı cinsiyetler ve nesillerin kendi öz saygıları olduğunu ve etkin oldukları alanlar aracılığıyla birbirlerini tamamlayıp uyum içinde çalıştıkları anlayışını taşır. Tıpkı doğanın kendi içinde olan uyumu gibi. Hiçbir şeyi ve kimseyi yadsımadan kapsayan büyük bir uyumun olması gibi.
Anaerkil toplumlarda cinsiyetler, nesiller ve insan-doğa arasındaki dengeyi sağlamaya büyük özen gösterilir. Bu toplum yapısında etik ilkeler olarak annelik değerleri —özenli, besleyici, barışçıl tutum— temel alınır ve toplumun mikro yapısına kadar sirayet eder.
İnsanların doğadan sağduyu olarak kazandığı değerler, aynı zamanda maternal değerlerdir de. Doğa, ne kadar farklı olursa olsun tüm varlıkları önemser. Aynı şey annelik için de geçerlidir: iyi bir anne tüm çocuklarına bakar, onların çeşitliliğini kucaklar. Bu, erkekler için de böyledir. Anaerkil toplumlarda, kadın olarak tanınmak için biyolojik bir anne olmanız gerekmez, çünkü anaerkil toplum bir grup ‘kız kardeşin’ ortaklaşa annelik yapmasıdır. Her bir kız kardeşin mutlaka çocuk sahibi olması gerekmez, ancak hepsi birlikte, herhangi birinin sahip olduğu herhangi bir çocuğun ‘annesi’ dir. Kadınların biyolojik çocuk sahibi olup olmaması kendi karar verme özgürlüklerine dayanır. Bu açıdan bakıldığında bir çocuğun pek çok anne modelini görerek, her birinde tezahür eden farklı bir yönü deneyimleyerek büyüyebilmesinin çok değerli olduğunu düşünüyorum.
Anaerkil toplum örneklerine baktığımızda kabile yaşamına dayandığı görülüyor. Bu kabileler arasında sosyal uyumun sağlanması temeldir. Sosyal düzeyde, hiyerarşik olmayan yatay topluluklar diye tanımlayabiliriz. Şu an bu ‘modern’ yaşamlarımızdan çıkıp hepimiz kabile yaşamına dönelim demiyorum ki bunu gerçekçi de bulmuyorum. Ancak şu an pek çoğumuzun yaşadığı hayatın sürdürülebilir olduğunu ve yaşama katkı sağladığını da düşünmüyorum. Bu şartlar altında, sağ duyunun temel olduğu anaerkil yapının içinden bize iyi gelecek unsurları alıp yaşamımıza adapte etmenin hangi dönüşümlere kapı açacağını düşünüyorum.
İlginizi çekebilir: Fiziksel olarak mesafe koyarken, hem birbirimizle hem kendimizle daha güçlü bağlar kurabilir miyiz?