Olayların dışına çıkıp, nesnel bir gözle bakabildiğimizde pek çoğumuz mantıklı olan hareketin ne olduğu konusunda hemfikir olabiliriz. Ancak iş yaşamaya geldiğinde, hepimiz mantık dışı hareketlerin kurbanı olmuşuzdur. İnsanlık için mantık büyük ölçüde aynı doğrultuda çalışırken nasıl oluyor da mantıksızlık ve kötülük kol geziyor? Sosyal psikoloji araştırmaları sayesinde, beynimizin neden bize aptalca veya kötü niyetli şeyler yaptırdığı konusunda artık daha çok fikre sahibiz.
Bizi beynin kıvrımlarında yolculuğa çıkaran 6 sosyal psikoloji çalışması ve sonuçları
Halo Etkisi: İnsanların birbirini nasıl görüp değerlendirdiği üzerine yapılan 1977 tarihli çalışma, diğerlerini değerlendirirken pek de nesnel olmadığımızı gösteriyor. Halo etkisi denen bu durumda, kişinin fazla göz önünde olan bazı olumlu özellikleri yüzünden farklı ve konudan bağımsız özellikleri de gözümüzde büyüyor. Örneğin yakışıklı, düzgün, sevimli bir ünlü hakkında hiçbir şey bilmesek de onun zeki, sağduyulu ve yardımsever olduğunu düşünebiliyoruz.
Bilişsel Uyumsuzluk: Bilişsel uyumsuzluk (Cognitive Dissonance) teorisi 1959’da Stanford Üniversitesi’nde Festinger ve Carlsmith tarafından ortaya atıldı. Davranış ve düşüncelerimizin uyumlu olması gerektiği anlayışına dayanan teoriye göre düşünce ve davranışlarımız çelişkiye düştüğünde kendi kendimizi kandırıyor, yaptığımızın doğru olduğuna kendimizi inandırıyoruz.
Hırsızlar Mağarası Deneyi: Önyargı ve çelişkiler üzerine en klasik deneylerden biri olan Sherif’in hırsızlar mağarası deneyi, birbirinden habersiz olarak yakın yerlere yerleştirilen iki gençlik kampındaki çocuklarla gerçekleştirilmiş. Zaman içinde kendi grupları içinde kaynaşan çocuklar, diğer grubun varlığını fark ettiklerinde bir nevi milliyetçi duygunun etkisi altına giriyor. Rekabet kızıştıkça barışma olasılığı düşen gruplar, ancak ortak bir amaç söz konusu olduğunda sorunlarını çözüp birlikte çalışmaya başlıyorlar. Bu deney, toplumlar arasında barış inşa etmenin yollarıyla ilgili ipuçları veriyor.
Sosyal kimlik teorisi: Tajfel ve meslektaşlarının 1971 tarihli araştırması, insanların en ufak ortak paydalarda dahi buluşup bir sosyal kimlik oluşturabildiğini öne sürdü. Deneye göre, bir grup ve aidiyet oluşturmak ve sonra da bu kimliğe sıkı sıkı tutunmak, sanıldığı kadar zor ve zaman alan bir duygu yoğunluğu ya da ideolojik taban gerektirmiyor.
Şiddet eğilimini araştıran deneyler
Stanford Hapishane deneyi: Stanford Üniversitesi profesörlerinden Philip Zimbardo, sıradan ve normal addedilen kişilerin nasıl canavarlaştığını araştıran bilim insanlarından. Kalbin karanlık köşelerine inmeyi amaçlayan 1971 tarihli deneyinde insanların gardiyan ya da mahkum gibi rollere bürünmelerinin onları o rolün gerektirdiği şekilde değiştirdiğini ortaya koyuyor. İlk grup daha sert ve acımasız hale gelirken, ikinci grup isyanın akabinde boyun eğme safhasına geçiyor.
Milgram deneyi: Stanley Milgram’ın 1963 tarihli deneyi, insanlarda otorite ve itaate dair ilginç sonuçlar içeriyor. 2. Dünya Savaşı’ndan sonraki dönemde çalışmalarını insanları şiddete yönlendiren etkenlere yoğunlaştıran bilim adamının deneyi, insanların sanılandan çok daha boyun eğmeye meyilli olduğunu gösterdi. Sıradan insanların yüzde 63 gibi yüksek bir oranı, laboratuvar önlüklü bir otorite figürünün de teşvikiyle, diğer katılımcılara elektrik şoku vermeye razı oldu.
İlginizi çekebilir: Psikolojik araştırmalardan öğrendiğimiz 5 şaşırtıcı gerçek
Kaynaklar:
Spring
Psikoloji Testleri
Simply Psychology