Geçmişi, çizgi romanları ve filmleriyle 70’li yıllara kadar dayanan Star Wars efsanesi, son üç yıldır yapılan yeni filmlerle birlikte tüm dünyayı kasıp kavuruyor. Filmlerin ulaştığı büyük izleyici kitlesinin yanı sıra oyuncaklar, Legolar, kıyafetler, hediyelik eşyalar derken artık her yerde bir “star storm trooper” görmek mümkün hale geldi. Amerika’da her şeyi abartmayı büyütmeyi severler ancak konu Star Wars olunca mesele tüm dünyada aynı. Hatta Avustralya’da Star Wars din olarak kabul ediliyor. Jedi dininin bir kilisesi bile var ve yüzlerce müride sahip. Hikayeyi, efsaneyi bilenler bilir. Biz ise şimdi hayranlarına yılbaşı hediyesi gibi gelen yeni filmi, “Star Wars The Last Jedi”yi inceleyeceğiz.
Dikkat, spoiler içerir!
13 Aralık itibariyle vizyona giren en son Star Wars filmini anlatırken, önceden yada bu filme dair ip uçları verebilirim, baştan söylemesi… Her şeyden önce, film iyi. Gidin yani. Elbette bazı fanatik ve beklentisi çok yüksek olan izleyicileri tatmin etmeyebilir ama bence seri içerisinde pek çok ilkin yapıldığı bir yapım olmuş. Filmin ilk yarısı daha klişe, “E biz bu hikayeyi izlemiştik” tadında. First Order’dan kaçan Direniş, kurtulmak için patlatılması gereken bir gemi ve ustasından Jedi olmanın yollarını öğrenen çırak… Ama ikinci yarı işler öyle bir değişiyor ki; bildiğimiz her şeyi unutturan, sonra yeniden hatırlatan bir macera başlıyor. Hikayenin twisleri (olayı tam ters yönüne döndüren hamle), klişelerle dalga geçmesi, son yılların modası olan işin içine hafif espri katma yeteneği ve finaldeki şaşırtıcı sürprizleri ile son derece tatmin edici bir filmdi bence.
Filmde pek çok ilk mevcut
Serinin müdavimlerinin gayet iyi bildiği ve Star Wars evreninde 2+2=4 kadar net olan şeyler bu filmde yıkılmaya başlıyor. Mesela her zaman hiper uzay atlayışıyla düşmandan kaçılır, galaksinin bambaşka bir noktasına gidilir ve böylece derin bir nefes alınırdı. Ancak Direniş’in hiper uzay atlamasından otuz saniye sonra Dark Side peşlerinde beliriveriyor ve herkes neye uğradığını şaşırıyor.
Rey’in Luke Skywalker’a ışın kılıcını vermesiyle usta Jedi’nin gaza geleceği hissi de yanlış. Adam kendini kapatmış, “beni bırakın, ben huzur içinde ölmek üzere buraya geldim” diyor. Zaten serinin başından beri kahramanlıkları yeterli bulunmayan ve Anakin’in (Dart Vader olmadan önce), Obi Wan’ın, Yoda’nın gerisinde kalan Luke; eğitmenlik konusunda da pek iyi bir sınav veremiyor. Rey neredeyse kendi kendini eğitiyor ve basıp gidiyor.
Darth Vader’dan sonra Kylo Ren de maskeyle dolaşıyordu. Ancak Ren’in Vader gibi bir fiziksel sıkıntısı yok. Filmin henüz başında maskeyi parça parça ediyor da biz de rahat bir nefes alıyoruz. Zira müthiş oyunculuğu ile Kylo Ren rolündeki Adam River’ı rahat rahat izleyebiliyoruz. Rey ile Ren arasındaki bağ, güç dengesi ve çatışma, film içerisindeki gelgitlerle birlikte nefis bir seyir zevki sunuyor.
Filmdeki en büyük değişikliklerden biri de, Jedi’lığın kan ile geçtiği bilgisinin değişmesi. Aslında dönüp dolaşıp “güç içimizde” noktasına geliyor iş ve herkesin içerisinde bir Jedi yatar demeye getiriyor. Peki bunu nasıl öğreniyoruz? Orası da sürpriz kalsın.
Ana fikir
Filmin felsefi yanı, seriyi 30 yıldır takip edenler için ilginç gelmeyebilir. Ancak yeni başlayanlar için çok güzel mesajlar içeriyor. Luke’un Rey’e verdiği ilk ders “Güç nedir?” ve burada gücün aslında doğal dengeden ibaret olduğunu gösteriyor. Bir canlı doğar, yaşar, ölür, toprağa karışır. Onun toprağa karışan bedeninden beslenen başka bir canlı meydana gelir. Hayat sonsuz bir döngü içerisindedir ve güç doğanın içerisindedir. Şiddetli rüzgarlarda, hırçın dalgalarda, kızgın güneşte. Bu yüzden herkes gücün bir parçasıdır. Güç kişiye emanettir ve ne olursa olsun doğaya dönecektir. Ancak denge korunduğu sürece hayat doğru devam eder. Bütün bu felsefe, Uzakdoğu’dan tutun da Müslümanlık’a kadar kutsal bütün metinlerde vardır. Bizde “topraktan geldik, toprağa gideceğiz”dir bu mesela. Aynı zamanda günümüz tüketim toplumu üzerinden, kullan at mantığını, doğadan uzaklaşmayı da eleştiren bir alt yapısı mevcut. Sürdürülebilirlik ve doğaya dönmek üzerine bir anlatısı mevcut.
İkinci güzel mesaj da “Düşmanımızı yok ederek değil, sevdiklerimizi kurtararak kazanacağız”. Sinirli, agresif, bencil, klişe olarak “kalabalıklar içerisinde yalnızlaşan” toplumların dünyasında çok anlamlı bir metafor. Kırıp dökerek, atara atar gidere gider yaparak, eyvallahımız olmadan yaşamak değil, anlayarak, anlaşarak, tamir ederek, kurtararak iyi ve güzele gidilebileceğini öğütlüyor ki zaten çok doğru bir öğüt. First Order’ın bütün yıkıcılığına ve Direniş’in verdiği tüm kayıplara rağmen filmin sonunda gülenin Rey, ağlayanın Ren olmasından da bu çok net anlaşılıyor.
Kısacası, serinin sevenlerinin kaçırmaması gereken, yeni başlayacaklar için ise tek başına anlam taşıyan güzel bir devam filmi olmuş. Herkese tavsiye ederim. (Son bir not, ütüye dikkat!)
İlginizi çekebilir: Bosna Hersek’ten iç ısıtan bir festival öyküsüBosna Hersek’