Likya Yolu Ultra Maratonu: Gece, kafa feneri ve köpek
Likya Yolu Ultra Maratonu’nun son kısmında, hayatımın en zor 30 kilometresini yaşadım. Beni neyin beklediğini iyi ki bilmiyordum. Bütün haftanın en zor 30 kilometresini yaşadık. Sadece bütün haftanın değil, dediğim gibi hayatımın en zor 30 kilometresi. 15 km git ve 15 km gel. İlk kısım saf kayşattı.
Gittiğimde henüz gece değildi, patika işaretliydi ve görünüyordu. İlerlemek gerçekten zordu. Bir anda karanlık oldu. Orman içindeydim. Fener açtım. Yeni macera başlıyordu. O sırada 17 saatten beri koşuyordum. Değişiklik bana iyi geldi. Bir şekilde zaman durdu. Karanlıkta ve sadece fener ışığı ile ilerlemek, sanki gemi penceresinden izliyorsunuz. Birden uykuya dalmaya başladım. Ciddiyim. Çok uykum vardı ve koşarken uykuya daldım. Çok uzun sürmedi, 2-3 dakika, belki 5 dakika ve sonra toparlandım.
Toprak yol bitiyordu. Tekrar kayşata geldim. Fener kapandı. Pil değiştirdim. Yedek piller eskiymiş. Işık çok güçlü değildi ama yolu görmek için yetiyordu. Az kalmıştı. En fazla 50 dakika tahminim. Bir plaja geldim. Uzakta bir köpek duyuyordum. Tasmalı bir köpek olduğu zannettim. Kumda ilerliyordum. Ellerimde batonlar ve GPS vardı. Karanlıkta kafa feneri 3-4 metre önünü aydınlatıyor. Bir anda döndüm, köpek bana doğru geliyordu. Tek başımaydım. Harekete geçmem lazımdı. Nerdeyse paniğe kapıldım. Kafa fenerimi kapattım. Son kez GPS’e baktım ve yolu takip etmeden ama sadece yönü takip ederek devam ettim. Patika tamamen nerede bilmiyordum. Köpeğe “Sakin ol” diye bağırdım. Aslında ben sakin olmalıydım. Önümde bir uçurum vardı. Kayalara tırmanmaya başladım. 2 metre dik tırmandım. İçimdeki korku büyümeye başladı. Köpekten korkuyorum. Tek başımaydım. Gece. Kafa fenerini tekrar açtım. Patikadaydım! Ne kadar mutlu olduğumu bilemezsiniz. Şans benim yanımdaydı!
Tırmanmaya devam ettim. Hiç yorgun değildim artık. Parkurun bu kısmı hakikaten tırmanış gibiydi. Kafa fenerinin gücü çok azaldı. Yanımda başka yedek piller yoktu. Bir daha ki sefere daha fazla yedek pil alacağıma dair hemen kendime söz verdim. Şimdi düşünürsem bu düşünce inanılmaz hakikaten! 23 saatten beri koşuyordum. Dikiş atıldı. Son günlerde 250 km koştum ve “bir daha ki sefere daha fazla yedek pilleri alacağım” diye kendime tembihledim. Bu bir yarış değildi hayatımın bir parçasıydı. Bir hafta boyunca koşarak yaşadım. Yarıştayken hayat devam ediyor. Ama işe ve kahve içmeye, spora gitmek yerine koşuyorsunuz. Onun dışına yemek yiyorsunuz, uyuyorsunuz.
Finişe ulaştım
Yavaş yavaş kampın ışığını görmeye başladım. Saat 2 gibiydi. İki saat önce arkadaşım Gözde ile telefonda konuştum. Gelmek üzere olunca beni ara, finişe geleceğim dedi. Onu aramadım. Uyuduğunu düşündüm ve onu rahatsız etmek istemedim. Bir hafta boyunca taşıdığım küçük İsviçre Bayrağını çantamdan çıkartıp astım ve finişe doğru koştum ama bu çok komikti aslında, çünkü etrafta hiç kimse yoktu. Kamp alanı boştu. Finişi geçtim. Bir gönüllü arkadaşım bitiş saatimi yazdı. Bitti. Daha koşabilirdim. İlk kez hayatımda 106 km’yi tek seferde koştum. 5 günde 250 km koştum. Normal hissediyordum. Evet normal. Yemek çadırına doğru gittim. Kendime bir çorba aldım. Peynir de istedim. Oturdum ve yemeye başladım. Çok aç değildim. Yorgun da değildim. Hiçbir yerde acı yok. Masada Özgür Tektik vardı. Biraz sohbet ettik. Kalktı. Tek başıma kaldım.
Bir hafta önceki Cora olsa üzülmeye başlayacaktı. Ağlamaya başlayacaktım. Hemen sosyal medyada paylaşım yapacaktım. Whatsapp’ta bir sürü mesaj atacaktım. Hiçbir şey yapmaya ihtiyaç duymadım. Bir duş aldım, çadıra gidip yatıp uyudum.
Likya Yolu Ultra Maratonu’ndaki deneyimlerimin tamamını, öncesi ve sonrasıyla her şeyini bloğumdan okuyabilirsiniz.
İlginizi çekebilecek diğer yazılar:
Runfire Kapadokya Ultra Maratonu katılımcıları deneyimlerini anlatmaya devam ediyor
Runfire Kapadokya Ultra Maratonu katılımcılarından fotoğraflarla müthiş deneyimler