İnsanlık kadar eski olmasına rağmen ruh bilimin bir bilim dalı haline gelmesi, geçtiğimiz yüzyılın başlarına denk gelir. Diğer pozitif bilimler gibi laboratuvar ortamında ölçümü ve sayısal verilere dökümü zor olduğundan, psikolojinin çok az kesin aksiyomları var. Ancak psikoloji tarihini yakından incelediğimizde, çalışmaların fizikle beraber sürdürüldüğü bir dönem olduğunu görürüz. Bu konuya girmeden önce, “bulaşık makinemizi korumaktan hayatımızı değiştirmeye kadar mucizevi sonuçları olan” şu kuantum neymiş gelin inceleyelim.
Kuantum nedir?
Kuantum teorisi mikroskobik dünyanın nasıl işlediğini açıklayan kuramdır. Mikroskobikten kastımız maddenin yapı taşı olan atomların, moleküllerin ve atom altı parçacıkların dünyasıdır. Kuantum teorisi bilimin en güçlü, en önemli ve en temel matematiksel fikirler bütünüdür ve dünyanın işleyişini anlamamızda o kadar temel bir yere sahiptir ki günümüzdeki teknolojik gelişmelerin çoğunu onsuz anlayamayız. Kuantum olmasaydı ne televizyon, ne bilgisayar, ne mikrodalga fırın ne de cep telefonu olurdu. Bununla birlikte fizikçiler bile kuantum mekaniğinin ne olduğunu tam olarak bilmiyor.
Kuantum dünyası şans ve olasılığın egemenliği altındadır ve hiçbir şey göründüğü gibi değildir. Bu dünyada atom kendi haline bırakıldığında farklı, “gözlemlendiği” zaman çok farklı davranır. Yani bu ilginç dünyada “gözlemci” atomun davranış tarzını “etkileyebilir”. Kaynaması için başında beklediğiniz suyun bir türlü kaynamaması bu duruma bir örnektir. Kuantum dünyasının özünde olasılığa dayalı olması bize bu dünyanın, “siyah-beyaz, doğru-yanlış ya da -meli, -malı” gibi keskin seçeneklerden ziyade, içinde çok daha fazla alternatifler olan, esneklik ve bolluğun hakim olduğu bir mikro dünya olduğunu gösteriyor. Ve biz gözlemleyip seçene kadar da, bu sonsuz olasılıkların hepsi orada bekliyor.
Şu ana kadar ki bilgiler size inanılmaz gelmiş olabilir. Evet, fizikçiler de bu teoriye gerçek yaşamdaki karşılığını görene kadar anlam verememişler. Ancak mikro dünya böyle işliyor. Şimdi de fizikteki bu gelişmelerin psikoloji üzerindeki etkisine bir göz atalım.
Kuantum ve psikoloji arasındaki bağ
19. yüzyılın son on yılında fizik, güç alanları (fields of force) fikrinin kabul edilip tanınmasıyla daha az atomistik hale geldi. Güç alanları fizik biliminde mıknatıs veya elektrik akımı gibi güç hatları tarafından içerisinden geçilen bölge veya alana verilen isimdir. Fizikteki bu yeni gücün klasik örneği manyetizmadır. Manyetizmanın geleneksel Galileocu – Newtoncu terimlerle tanımlanması ve anlaşılması çok zordur. Güç alanları düşüncesi kısaca, bir sistemin çalışma şeklinin atom ve moleküllerine bölünmeden, “bütün” ve “tam” olarak değerlendirilmesi gerektiğini söyler.
Fizikteki bu değişimin psikoloji üzerindeki etkisi, Gestalt psikolojisinin kurucularından Wolfgang Köhler’in çalışmalarıyla olmuştur. Köhler, 20. yüzyılın en büyük fizikçilerinden kuantum fiziğinin babası Max Planck ile birlikte çalışmıştır. Köhler, insan zihninin doğal aksiyomlarına dayanan “algı (pragnanz) yasaları”nı Planck ile yaptığı çalışmalar sonucunda psikolojiye kazandırmıştır. Görüldüğü gibi psikolojideki çok az yasadan biri olan “algı yasaları”, kuantum fiziğinin etkisiyle ortaya çıkmıştır.
Köhler, Gestalt düşüncesinin vurgu yaptığı “bütünler arasında bir bağlantı olduğu” fikrinin kuantum teorisinden etkilendiğini söylemiş ve Gestalt psikolojisinin, fiziğin bir tür psikolojiye uygulaması olduğunu da belirtmiştir.
İşte geçtiğimiz yüzyılın başında fizikte devrim yaratan ve yepyeni bir düşünce şekli getiren kuantum teorisi, psikolojiyi bu şekilde etkilemişti. Gerek kuantum fiziği, gerekse Gestalt düşüncesi, “bir bütünün parçalarına ayrılmadan değerlendirilmesi gerektiğini ve bütünün çalışmasının ancak bu şekilde anlaşılabileceğini” vurgular. Kuantum fiziğinin işaret ettiği “olasılıklar evreni” bize “hayatta seçimler yapabilen ve özgür iradesi olan varlıklar olduğumuzu” söylüyor olabilir. Algılarımız hayatla irtibatımızı sağlayan yegane kanallar olduğundan, kuantum fiziğiyle ortaya çıkmış “algı yasaları” bize hayatımızı şekillendirmekte yepyeni bir bakış açısı sunabilir. Günümüzde geçerli olan psikoterapi yöntemlerinin çoğu da “bakış açısını değiştirerek seçimler yapma” üzerinde durur zaten.
Yukarıdaki bilgiler bence, varlığından memnun olmadığımız şeyleri sürdürmek zorunda olmadığımızı ve bunları değiştirme seçeneğimiz olduğunu gösteriyor. Sadece hayatta seçimler yapabilen varlıklar olduğumuzu bilmek bile, bizi ümitsizlikten uzaklaştırmaya yeter. Çok keskin inançlarınız ve değişmez kurallarınız olabilir, ancak bilim bile şaşkınlıkla “kuralların bambaşka işlediği bir alem” olduğunu söylüyor. Artık işinize yaramayan, sizi ilerletmeyen inançlarınıza bu açıdan bakmaya ne dersiniz? Profesyonel destek almak için bana www.ayselkeskin.net’ten ulaşabilirsiniz. Sağlıkla ve sevgiyle kalın.
İlginizi çekebilir: Neil deGrasse Tyson’ın Açıklanamayan Evreninden ne öğrendik?Neil deGrasse Tyson’
Yazarın diğer yazıları için tıklayın. Yazarın diğer yazıları için tıklayın.