Önemli bir toplantıya yetişmek zorunda olduğunuz bir günün sabahında trafikte sıkışıp kaldığınız ve dakikalarca yerinizden kıpırdayamadığınız o rahatsız edici anı hatırladınız mı? Bir yandan dakikaların geçip gitmesini izlerken bir yandan bedeninizin daha da gerildiği, zihninizde dönüp duran olası felaket senaryolarıyla birlikte heyecanınızın ve endişenizin giderek daha da yükseldiği stres dolu dakikalarda beyninizde küçük bir kontrol kulesi gibi çalışan hipotalamus, bedeninize stres hormonlarının salgılanması için sinyaller göndermeye çoktan başlamıştı.
Günlük yaşantımızda belki onlarcasını deneyimlediğimiz bu ve benzeri anlarda salgılanan stres hormonları vücudumuzun tehlike karşısında kaç-savaş tepkileri verebilmek için ihtiyaç duyduğu hormonlar olarak biliniyor. Stres hormonları olarak bilenen adrenalin, endorfin, kortizol gibi hormonlar stres verici durumlar ve bedenin tehlike olarak algıladığı şeyler karşısında kalp atışlarımızın ve nefes alış-verişimizin hızlanmasına, kasların harekete hazır hale gelmesine ve tüm organların bedenin kaçmasına ya da savaşmasına uygun şekilde çalışmasına yardım eden, her ayrıntısı özenle düşünülmüş stratejik planın tetikleyicileri. Bedende hayati bir görev üstlenen stres yanıtı, sizi hızlı tepki vermeye hazırlayarak acil bir durum karşısında bedeninizi olası tehditlerden korumak için tasarlanmıştır. Ancak stres tepkisi günün her anında, yaşamınızın farklı alanlarında devamlı olarak ortaya çıkmaya başladığında, beden sağlığınız ciddi risklerle karşı karşıya kalabilir.
Stres, yaşam deneyimlerini nasıl algıladığımızla, neleri tehdit olarak görüp hangi durumlarda kendimizi güvende hissettiğimize bağlı olarak verilen, doğal bir fiziksel ve zihinsel tepkidir. Dolayısıyla ‘stressiz bir yaşam’ sürdürebilmek gerçekçi bir yaklaşım olmayacaktır. İş ve aile gibi günlük sorumluluklardan geçirdiğimiz hastalıklara, sevilen birinin kaybından önemli toplantılara, günlük yaşamda deneyimlediğimiz hemen hemen her şey stresi tetikleyebilir. Tehlikeden uzak durmamıza ve yaşamımızı tehditten uzak şekilde sürdürebilmemize olanak veren stres tepkisi kısa vadede genel sağlığımız için koruyucu bir görev üstlense de, stres tepkisini çok sık deneyimlediğinizde ve hayatta kalmak için gerekli olan miktardan daha fazla strese maruz kaldığınızda bedeninizdeki tüm sistemlerin çalışması dengesizliğe girebilir. Uzun vadede, kronik stres sinirlilik, kaygı, depresif ruh hali, baş ağrısı ve kas ağrıları, uyku problemleri gibi belirtiler sonucu beden sağlığınızı olumsuz etkileyebilir.
Solunum sistemi
Solunum sistemi hücrelere oksijen sağlayan ve metabolizma faaliyetleri sonucu ortaya çıkan karbondioksidin vücuttan uzaklaştırılması görevini üstlenen bir sistem. Oksijen içeren temiz hava burundan vücudumuza giriyor ve gırtlaktan soluk borusuna aktarılarak akciğerlerdeki bronşlara iletiliyor. Bronşiollerde bulunan kılcal damarlara iletilen oksijen, dolaşım sistemine aktarılarak, kırmızı kan hücreleri (alyuvarlar) ile hücrelere taşınıyor.
Stres hormonlarının salgılanması sırasında burun ve akciğerler arasındaki hava yolu gittikçe daha fazla kasıldığı için, nefes darlığı deneyimlenebilir ve hızlı nefes alma gibi solunum semptomları ortaya çıkabilir. Herhangi bir solunum sistemi rahatsızlığı olmayan kişilerde, vücut rahat nefes almak için ekstra bir eforla çalışarak bu süreci kolaylıkla yönetebilirken astım ve KOAH gibi kronik solunum sistemi rahatsızlığı olanlarda ciddi sağlık sorunları gözlemlenebilir.
Bazı araştırmalar, sevilen birinin kaybı gibi yoğun stres içeren akut stres durumlarında dahi, astım ataklarının ya da nefes zorluklarının tetiklenebileceğini gösteriyor. Ayrıca, stresin neden olduğu hızlı nefes alma ya da hiperventilasyon, panik atak geçirmeye yatkın kişilerin panik atak deneyimlemesine sebep olabiliyor.
Kardiyovasküler sistem
Kalp ve damarlar, vücudun tüm organlarına besin ve oksijen sağlamada birlikte çalışan, kardiyovasküler sistemin iki ana unsurunu oluşturuyor. Bu iki öğenin aktivitesi aynı zamanda vücudun strese tepkisinde de koordine ediliyor. Zaman baskısı, kaza yapmamak için son anda frene basmak, yoğun tempolu antrenmanlar gibi akut stres durumları kalp atışlarının hızlanmasına ve kalbin daha yoğun kasılmasına neden oluyor. Adrenalin, noradrenalin ve kortizol hormonları tarafından kalbe ve damarlara gönderilen sinyaller; kaslar, organlar ve kalp arasındaki damarların genişlemesine, bu bölgelere pompalanan kan miktarının artmasına ve tansiyonun yükselmesine aracı oluyor. Akut stres yaratan deneyim sonlandığındaysa, vücut normal çalışma durumuna geri dönüyor.
Kronik stres veya uzun bir süre boyunca yaşanan sürekli stres, uzun vadede kalp ve kan damarlarından oluşan kardiyovasküler sistemde kalıcı hasarlara yol açabiliyor. Kalp atış hızındaki sürekli ve devam eden artış, yüksek miktarda salgılanan stres hormonları ve artan kan basıncı vücudun tüm sistemlerine zarar verebiliyor. Kronik stres uzun süre devam ettiğinde, hipertansiyon, kalp krizi ve felç riski önemli ölçüde artıyor.
Tekrarlanan akut stres ve kronik stres, özellikle koroner arterler olmak üzere dolaşım sistemindeki iltihaplanmaya da katkıda bulunabiliyor ve bu durum strese bağlı kalp krizlerinin en önemli tetikleyicisi olarak biliniyor. Ayrıca yapılan araştırmalar, stres tepkimizin yoğunluğunun ve sıklığının kolesterol seviyelerimizi etkilediğini de gösteriyor.
Kronik strese bağlı kalp ve damar hastalıkları riski, kadınlarda menopoz öncesi ve menopoz sonrası dönemlerde farklılaşabiliyor. Henüz menopoza girmemiş olan kadınlarda östrojen seviyeleri kan damarlarının stres sırasında daha iyi tepki vermesine yardımcı olarak vücudun stresi daha iyi yönetmesine, dolayısıyla kardiyovasküler hastalıklara karşı korumasına yardımcı olurken; menopoz sonrası dönemde, östrojen salgısının azalmasından dolayı kardiyovasküler hastalık riski artabiliyor.
Endokrin sistem
Bedenimiz herhangi bir durumu tehdit ya da tehlike olarak algıladığında beyin, endokrin stres tepkisinin temel itici gücü olan hipotalamik-hipofiz-adrenal (HPA) sistemini içeren bir dizi olay başlatıyor. Stres tepkisi sırasında “stres hormonu” olarak adlandırılan, kortizol içeren glukokortikoidler olarak da bilinen steroid hormonlarının üretiminde önemli bir artış yaşanıyor.
Hipotalamik-hipofiz-adrenal (HPA) sistemi nedir, nasıl çalışır?
Stres deneyimlediğimiz zamanlarda, beyin ve endokrin sistemi birbirine bağlayan bir hücre topluluğu olan hipotalamus, hipofiz bezine hormon üretmesi için sinyal gönderir. Hipofiz bezi ise bu sinyali aldıktan sonra, kortizol üretimini artırmak üzere böbreklerin üzerinde bulunan adrenal bezlere ayrıca bir sinyal iletir.
Yüksek miktarda salgılanmaya başlayan kortizol, karaciğerdeki glikoz ve yağ asitlerini harekete geçirerek mevcut enerji kaynaklarının seviyesini artırır. Kortizol, stres olmayan durumlarda da gün boyunca değişen seviyelerde üretilir. Düzgün çalışan bir metabolizmada uyandığımız anda kandaki kortizol miktarı artar ve gün boyunca yavaş yavaş azalır. Bu sayede günlük olarak metabolizmanın ihtiyaç duyduğu enerjinin üretilmesi sağlanır. Stresli bir olay sırasında, kortizol seviyesindeki ani artışın sebebi de, bedenin kaçmak ya da savşmak için ihtiyaç duyabileceği enerjinin hızlıca üretilmesini sağlamaktır.
Kortizolün de içinde bulunduğu glukokortikoid hormonları, bağışıklık sistemini düzenlemek ve bedendeki enflamasyonu azaltmak son derece önemli bir fonksiyona sahip. Stresli durumlar karşından vücutta bu hormonların salgılanması vücudun savunma sistemi olan bağışıklık sisteminin aktivasyonu için hayati olsa da, kronik stres bağışıklık sistemi ile HPA sistemi arasındaki iletişimin bozulmasına neden olabiliyor. Bağışıklık sistemi ve HPA sisitemi arasındaki iletişim bozulduğundaysa, yaşamın ilerleyen yıllarında kronik yorgunluk, metabolik rahatsızlıklar (diyabet ve obezite gibi), depresyon ve bağışıklık sistemi rahatsızlıkları başta olmak üzere fiziksel ve zihinsel sağlığımızı etkileyen pek çok hastalık semptomu ortaya çıkabiliyor.
Gastrointestinal sistem
Bağırsaklarımız, bağımsız bir şekilde işlev görebilen ve beyinle sürekli iletişim halinde olan yüz milyonlarca nörona ev sahipliği yapıyor. Heyecanlandığımızda, mutlu olduğumuzda ya da stres altında hissettiğimizde ‘karnımızda kelebekler uçuşuyor gibi’ hissetmemizin en önemli sebebi de, bağırsaklarımızın ikinci beyin olarak işlev görmesinden kaynaklanıyor. Stres, beyin ve bağırsak arasındaki sinir iletimini ve iletişimi etkileyerek ağrı ve şişkinlik gibi bağırsakla ilgili rahatsızlıkların ortaya çıkmasını kolaylaştırıyor. Bağırsakta ayrıca, genel sağlığımızı ve beyin sağlığını etkileyebilecek; duygu ve düşüncelerimizi kontrol edebilecek güce sahip olan milyonlarca bakteri buluyor. Stres sırasında salgılanan hormonlar, bağırsak bakterilerinin çalışmasını olumsuz etkilediği için ruh halimizi de doğrudan değiştirebilecek bir etkiye sahip.
Bağırsaktaki sinirler ve bakteriler beyni güçlü bir şekilde etkilerken, zihnimizde ve beynimizde olan biten her şey bağırsakların çalışmasını aynı ölçüde etkileyebiliyor.
Özellikle yaşamın erken dönemlerinde yoğun strese maruz kalmak ve kronik stresi deneyimlemek, sinir sisteminin gelişimini ve vücudun strese nasıl tepki vereceğini değiştirebilecek bir güce sahip. Bu değişikliklerse yaşamın ilerleyen yıllarında bağırsak hastalıklarının artmasına veya işlev bozukluklarının ortaya çıkmasına zemin hazırlayabiliyor.
Yemek borusu
Stres altında olduğumuz zamanlarda normalden çok daha fazla veya çok daha az yemek yiyebiliyoruz. Beslenme düzenimizde ve iştahımızdaki değişikliklerin yanı sıra stres altındayken alkol ya da tütün kullanmak da reflü ve gastrit gibi mide ve yemek borusu problemlerinin ortaya çıkmasını hızlandırabiliyor. Stres ve yorgunluk, mide yanmalarının ve mide asidinin yemek borusuna ulaşarak dokulara zarar vermesinin en önemli sebepleri arasında gösteriliyor. Ayrıca stres sonucu kaslardaki kasılmaların değişmesi, yemek borusunda kalp krizi gibi hissedilecek şiddette spazmların oluşmasına neden olabiliyor. Stres ayrıca yiyecekleri yutmayı zorlaştırabiliyor ya da yemek yerken yutulan hava miktarını artırarak geğirme, gaz ve şişkinlik problemlerinin ortaya çıkmasını tetikleyebiliyor.
Mide
Stres midede ağrı, şişkinlik, mide bulantısı ve diğer mide rahatsızlıklarının semptomlarının ortaya çıkmasını hızlandırabiliyor. Öyle ki, stresin çok yoğun ve şiddetli olduğu durumlarda kusma refleksi ortaya çıkabiliyor. Ayrıca stres nedeniyle iştahın gereksiz yere artması ya da azalması midenin alışık olduğu düzenin bozulmasına ve mide hastalıklarının oluşmasına zemin hazırlayabiliyor.
Genel kanının aksine, stres midede ast üretimini artırmaz ve ülsere neden olmaz. Ülser, bakteriyel bir enfeksiyondan kaynaklanır. Ancak bağışıklık sistemi fonksiyonlarındaki bozulmalar, kronik stres nedeniyle ülser semptomlarının daha şiddetli hissedilmesine neden olabilir.
Bağırsaklar
Strese bağlı hastalık semptomlarının en çok görüldüğü organların başında hiç şüphesiz bağırsaklar geliyor. Stres hormonlarının kasılma ve gevşeme fonksiyonlarını değiştirmesi sonucu, yiyeceklerin vücuttaki hareket hızı da değişebiliyor. Bu da ishal ve kabızlığa neden olabiliyor. Ayrıca, stres sindirim hareketlerini ve bağırsaklardaki besin emilimini etkileyebildiği için, gaz ve şişkinlik problemlerinin ortaya çıkması gözlemlenebiliyor.
Bağırsaklar, bedenin gıdalar aracılığıyla vücuda alınan bakterilerden korunmasını sağlayan, güçlü bir bariyere sahip. Stres bağırsak bariyerini zayıflatabiliyor ve bağırsak, bakterilerin vücuda girmesine izin verebiliyor. Bu bakterilerin çoğu bağışıklık sistemi tarafından kolaylıkla yok edilebilse de, bir kısmı vücutta enflamasyona neden olabiliyor.
Stres, özellikle iltihaplı bağırsak hastalığı ya da irritabl bağırsak sendromu gibi kronik bağırsak rahatsızlığı olan kişileri daha fazla etkiliyor. Bunun nedeni bağırsak sinirlerinin daha hassas olması, bağırsak mikrobiyotasındaki değişiklikler, gıdanın bağırsakta kalma süresindeki değişim ve / veya bağırsaktaki bağışıklık yanıtlarında yaşanan değişiklikler olabiliyor.
Sinir sistemi
Sinir sistemi beyin ve omuriliği içeren merkezi sinir sistemi ile otonom ve somatik sinir sistemi olmak üzere iki bölümden oluşuyor. Otonom sinir sistemi, stres karşısında verilen fiziksel yanıtların yönetildiği bölüm ve sinir sisteminin bu bölümü de sempatik sinir sistemi (SNS) ve parasempatik sinir sistemi (PNS) olarak ikiye ayrılıyor. Vücut strese girdiğinde, SNS “savaş ya da kaç” tepkisi olarak bilinen savunma davranışlarının oluşmasına katkı sağlıyor. SNS’nin aktive olmasıyla birlikte vücut, enerji kaynaklarını hayatı tehdit eden durumla savaşmak ya da kaçmak için kullanma eğilimi gösteriyor.
SNS, adrenal bezlere adrenalin (epinefrin) ve kortizol adı verilen hormonları salmaları için sinyal gönderiyor. Bu hormonlar, otonom sinirlerin aktivasyonuyla birlikte kalbin daha hızlı atmasına, solunum hızının artmasına, kol ve bacaklardaki kan damarlarının genişlemesine, sindirim sürecinin değişmesine ve kan dolaşımındaki glikoz seviyelerinin artmasına neden oluyor.
SNS yanıtı, bedeni acil bir duruma veya akut stres durumuna yanıt vermeye hazırlamak için oldukça ani gerçekleşiyor. Tehlike ortadan kalkltığında, PNS devreye giriyor ve vücut stressiz duruma geri dönüyor.
Kronik stres durumunda, SNS yoğun olarak aktive oldukça ve otonom sinir sistemi fiziksel reaksiyonları tetiklemeye devam ettikçe vücudun tüm sistemlerinin çalışması dengesizliğe girebiliyor.
Üreme sistemi
Stres, hem beden hem de zihin için yorucu bir süreç. Sürekli stres altındayken cinsel isteğinizi kaybetmeniz oldukça normal. Kısa süreli stres erkeklerde daha fazla testosteron üretmesine neden olabilirken, bu etkisi çok da uzun sürmüyor.
Stres uzun süre devam ettiğinde, erkeklerde testosteron seviyeleri zamanla düşmeye devam edebiliyor. Kronik stres uzun vadede sperm üretimini engelleyebilir ve iktidarsızlığa neden olabilir. Ayrıca prostat ve testisler gibi erkek üreme organları için enfeksiyon riskini de artırabilir.
Kadınlar için stres, adet döngüsünü etkileyebilir. Düzensiz, daha ağır veya daha ağrılı adet dönemlerine yol açabilir. Kronik stres, menopozun fiziksel semptomlarının çok daha şiddetli hissedilmesine ve deneyimlenmesine neden olabilir.
İlginizi çekebilir: Kronik stres: Uzun süreli stresin olumsuz etkileri ve kronik stresle baş etmenin yolları