Şu an bu yazıyı Monteresso’dan Milano’ya giderken trende yazıyorum. Yaklaşık 3 saatlik yol var ve bu zamanı bu yazı ile değerlendirmek fikri güzel değil mi? Sonraki yazılarda buralardan çok bahsedeceğim. Şimdi söz verdiğim gibi çok sevdiğim bir yeri anlatacağım bu sefer. Senede 2 veya 3 kez geldiğim -genellikle hafta sonu- evim gibi hissettiğim yerlerden biri; Dalyan. Bilen bilir evet, bilmeyenler içinde bir kaynak olmasını dilerim. Hala gelmeyenler; “to do list”e ekleyin lütfen.
Buraya gelmenin en kolay yolu Dalaman Havaalanı, sonrası taksi, otobüs ya da kaldığınız yerin transferi -ki bu benim tercihim- ile 20 dakikada Dalyan’dasınız. Hava burada gerçekten çok sıcak seyrettiğinden Haziran ortaları ya da Eylül sonu gelmek için ideal. Her mevsim gelin tabii, ama bu çok sıcakları sevmeyenlere ek bilgi olsun. Nihayetinde resetlemek olacak burası size, her dakikasına değecek, iyi ki geldim diyeceksiniz. Eminim. Nokta.
Ben tam 4 senedir hep aynı yerde kalıyorum, manzaram hep aynı burada. Manzaramın fotoğrafını yukarıda görüyorsunuz. Aşırı mistik değil mi sizce de? Kral mezarlarına bakarak uyur ve uyanıyorsan bu insanların bu mezarları yaptığı tarih bile hala muamma ise -yaklaşık İ.Ö ve İ.S. 2.yy arası tarihlendiriliyor- nasıl hissedersiniz? “Krallar yüksekten bakar” diye düşündüklerinden mi bu mezarları dağlara oymuşlar acaba Kaunoslular? Bu yazı çok soru barındırıyor farkındayım ama buraya her geliş bir kendi içine yolculuk benim için. Soru içinde soru. Ama inanın bazen cevaplarının net olmaması da güzel. Burası gibi. Önemli olan kendi içindeki hesapçı ile anlaşabilmek. Netleşmek. O yüzden belki de bir kararsızlık varsa burada netleşti hayatımda. Size de böyle iyi gelirse söyleyin olur mu?
Evet nerede kalmıştık, Dalyan Gölü’nün dibinde yer alan motelime yerleştikten sonra müthiş kahvaltısını da yapıp, bana çağrılan dolmuş tekneler ile İztuzu plajına giderim. Tanrım ne olay değil mi bu beyaz yakalıya! Buranın insanlarına en normal hayat, bize lüks.
İztuzu Plajı’nı aratın internette, izlemeye doyamayın fotoğraflarını. Ne yazar en çok söyleyeyim “4,5 km’lik alanda ne otel ne ev görünen altın kum”. Gerçekten öyle. Ben bu alanı en son geldiğimde yürüdüm baştan başa -evet meşhur uzun yürüyüşlerimden biri daha- ve yaklaşık 2 saat sürdü. Kumsalın iki ucu belediye işletmesinin elinde. Bu ne sağlar? Yine temiz bir plaj ve tabii az da olsa ücretli şezlong. Ama cüzi bir miktar. Saat 19’a kadar bu plaj biz insanoğluna aitken o saatten sonra Caretta Carrettaların. Hem yuvaları hem üreme alanları. Bu özel kaplumbağalara ait hastane bile mevcut burada. Çok özenliler. Ne güzel bir şey yüzyıllardır bu şekilde kalan alana sahip olmak.
Akşamüstü motele dönüş yine tekne ile. Orada gölde yüzmek isteyenlerde keyif yapmaya devam ediyor. Tepeden krallar bakarken sen gölde yüzüyorsun, bu açıdan gerçekten biraz ürkütücü.
Akşamları ne var derseniz söyleyeyim. Burası bence biraz “yavaş ilçe” ünvanı almalı. O kadar sakin, kendi halinde ki akşamları hareket bekleyenleri hayal kırıklığına uğratacağım. Onlar lütfen Çeşme ve Bodrum’a. Ha merak etmeyin ben de oralara giderim ve yazacağım da size oraları. Ama bu kür olmadan sezon açamayanlardansanız bir gelin, resetlenin sonra yine çoşun. Benden söylemesi.
Akşam demiştik en son evet, akşamları ben kaldığım yerde yemek yiyorum -oda ücretine tabi değil akşam yemeği- çünkü müthiş yapıyorlar. Mezesi, ana yemeği ve bir kadeh de krallara ve kendinize kadeh kaldırın, tamam oluyorsunuz. Ne demişler “ıssız yerlerde kendin için bir evren ol”. Tam o oldun tam “şimdi”desin. Yani “an”dasın.
Yemekten sonra merkeze inerseniz de kahve içersiniz, içkinizi alırsınız -barları biraz eski 90’lar gibi ama turistlerle dolu seviyorlar demek ki-, takı, boncuk ve magnet satın alırsınız. Tam eski 90’lar tatil beldelerinde olduğu gibi. Lüks aramayın tamam mı? Sonra kulaklarım çınlamasın. “Buraya mı geldik” demeyin bana. Lütfen.
Bu uzun uzun anlattığım şeyleri hafta sonu yapıp Pazar akşamı evinize dönebilirsiniz. Yani Pazartesi iş başı yaptığınızda masanıza İztuzu’ndan aldığınız -bakir deniz olduğundan kıyı deniz kabuğu dolu- deniz kabuğunuzu koyun ve hep stres olacağınıza derin nefes alın ve buralara kaçın ara ara. Pişman olmayacaksınız.
Ne demiştik yazının başında “krallar yüksekten bakar” diye, o mezarlar tepelere boşuna yapılmadı -öldükten sonra bile onların bu doğaya ait olması için bence- ve siz yüzyıllar sonra bile hala onlarla aynı “an”a şahit oluyorsanız, “acaba hayatı çok mu ciddiye alıyorum” bile diyebilirsiniz. Hayat gerçekten çok kısa. Biraz ciddiyete de karşı değilim ama hayatı olduğu gibi yaşayalım. Ben de çabalamaya devam edeceğim bu konuda. Emin olabilirsiniz.
Sonraki yazıda İtalya’lardan ciao diyerek başlayacağım. Hazır olun. Sevgiler.
İlginizi çekebilir: Çok yıldızlı pekiyi bir Antalya seyahati deneyimi: 65’te 3!Çok yıldızlı pekiyi bir Antalya seyahati deneyimi: 65’