Korku deyince daha çocukluğumuzdan kalan bilinmezlikler gelir aklımıza. Örneğin; tek başımıza karanlık bir odada uyumaya çalışırken her an karanlığın içerisinden bir şeyin veya bir kişinin çıkabilmesi olasılığı bizi korkutur. Arkadaşlarımızla karanlık bir sokağa girdiğimizde yine sonunu göremediğimiz yol bizi korkutabilir. Peki ya yetişkin olduğumuzda; aldığımız bir borç, sonunu nasıl tamamlayacağımızı bilemediğimiz bir vade, bu borca bağlı olarak işimizi kaybetme olasılığı, evet sadece olasılığı bile, bizi korkutur. Ayrıca çocuklarımıza bir şey olması ve onları kaybetme olasılığı da bizi korkutabilir.
Tabi belki de korkularımız arasında en bilinmeyen sonla ilişkili olan ölüm korkusu var, sonunda gerçekten ne olacağını bilemediğimiz ölüm, yaşamımızın güzelliği ne kadar ferahlık verici ve pozitif ise, ölüm o derece ters algılanır ve negatif bir kavram olarak içselleştirilir, ve bugün dünya üzerine hepimizin en çok korktuğumuz şeylerin başında gelir.
Peki hiç düşündünüz mü, bu korkular neden oluşur ve korkuya karşı nasıl bir davranış sergiliyoruz? Birkaç yaklaşım ile bunu açıklayabiliriz:
Korkuyu büyütmek ve yüzleşmekten kaçınmak:
Örneğin; geceleri ışıklar açık mı uyuyorsunuz, size hep karanlık gelen sokaktan asla geçmiyor musunuz? İşte bu aslında korkunuzu yaşamayı reddetmek oluyor. Siz korktuğunuz koşullar ile karşılaşmamak için erteleme yöntemine başvuranlardansınız.
Korkuyu yok saymak ve korkmuyor’’muş’’ gibi yapmak:
Örneğin; ‘Ben ölümden hiç korkmam’, ‘Ben risk almaktan hiç korkmam’ gibi söylemlerimiz var; fakat risk almıyoruz veya içten içe ölümden herkes gibi korkuyorsak, işte bu durumda siz de birinci örnekte olduğu gibi hem kaçıyor hem de inkar yolu ile aslında korkunuzu daha da büyütmüş ve hatta beslemiş oluyorsunuz.
İlgili yazı: “Korkusuz” olmak yerine korkularınızı kontrol etmeyi öğrenin
Korkuyu kabul etmek fakat yüzleşememek – Tecrübe ile korkusunu deneyimleyememek:
Örneğin; karanlıktan korkuyorsunuz ama ‘Ben o yoldan yürümeyeceğim’ dediğinizde veya köpeklerden korkuyorsunuz ama ‘Hiçbir köpeği sevmeyeceğim, dokunamıyorum’ şeklinde bir tavır sergilediğinizde ne oluyor; korkunuzu biliyor ve bunu cesurca itiraf ediyorsunuz; fakat yenmek yönünde bir aksiyon almıyorsunuz. Bu farkındalığı o seviyede bırakıyorsunuz.
Korkuyu kabul etmek ve korku ile yüzleşerek, deneyim yoluyla korkuyu bilgiye dönüştürmek:
Örneğin; yalnız seyahate çıkmaktan korkuyorsunuz ve tüm cesaretinizi toplayarak alabildiğiniz en uzak noktaya bilet aldınız, bu seyahatte gittiğinizde çok güzel tecrübeler edindiniz, muhteşem bir kültür tanıdınız, dönüşünüzde artık siz o korkuyu çoktan bilgiye, yapabilme yeteneğine ve ‘Ben bunu tecrübe ettim, korkulacak birşey yok’ durumuna çevirdiniz bile. Yani korkunuzun üzerine korkusuzca yürüdünüz.
Bu alanda özellikle OSHO’nun ‘’Korku’’ isimli eserinde çok önemli bir kavram bulunuyor. Hayatı kabul etme, yani hayat nasıl var ise ölümü de hayatın bir parçası olarak, kalkmak nasıl var ise düşmeyi de kalkmanın bir parçası olarak anlayabilmemiz durumunda ancak yaşamın güzelliğinin geçmiş veya gelecekten bağımsız, bu anın farklılığı şeklinde kavrayabilir, böylece korkularımızdan bağımsızlaşabiliriz. Herhangi bir tehlike veya koşul ile sınırlandırılmış akıl oyunlarıyla korkularımızı oluşturamaz hale geliyoruz;
…”Tüm korkuların, tanımlamanın yan ürünleridir. Bir insanı seversin ve bu sevgiyle, aynı pakette, korku da gelir – o insanın seni terk edebileceği korkusudur. Zaten başka birini terk edip sana gelmiştir, o yüzden örneği de karşındadır; belki aynısını sana da yapacak. Korkarsın, midenin düğümlendiğini hissedersin. Öyle bağlanmışsındır ki, çok basit bir gerçeği göremezsin: sen dünyaya yalnız geldin“.
…”Korkun, seni özel olmak için çabalamaya itiyor, ama bu durumu değiştirmeyecek. Korkunu bir kenara bırakmanın tek bir yolu var; tüm enerjini özel olmaya harcamak yerine, kendin olmaya harcamak “.
…”Korku, ölümden değil, zamandandır. Ve eğer ona iyice bakarsan, bu korkunun yaşanmamış bir yaşam korkusu olduğunu görürsün – henüz yaşamamışsındır. Yaşarsan, o zaman korkmazsın. Yaşamın sunabileceği doruklara ulaşmış, keyfini sürmüşsen, yaşamın orgazmik bir deneyime dönüşmüşse, içinde bir şiiri, bir şarkıyı, bir festivali, bir seremoniyi hissetmişsen ve her anını doyasıya yaşamışsan, zamandan korkmazsın ve tüm korkular kaybolur “.