Kitap okumak gerçekten bir alışkanlık. Böyle bir alışkanlığı edinmişseniz ben Gamze olarak sizi şanslı kesimde sayarım. Kitap demek bence yeni dünyalar, bakış açıları, keşifler demek. Hatta hayal gücü demek. Okuduğunuz satırlara kendi hayal dünyanızdaki görselleri eklediniz mi sınırsız ve keyifli bir dünyaya hoş geldiniz demektir. Tabii doğru zamanda doğru kitapla karşılaşmak da çok önemli. Kitap okumayı seven ben, bazen bir kitabı asla ama asla okuyamadığımı bilirim. O kitabı inatla zorlamamak lazım. O an o kitap değil demek ki size iyi gelecek olan. Çoğu insan bu anlık talihsiz seçimlerden dolayı kitaplardan elini ayağını çekiyor fakat aslında o an kendisine göre doğru kitapla karşılaşırsa, açılsın yepyeni dünyanın kapıları.
Osho. Bazılarınız bilir belki bazılarınız ismini ilk defa duyuyor. Kendisi hakkında kısaca bilgi vermek gerekirse: 1931 yılında Hindistan’da doğuyor. En büyük özelliği hayatta verilen tüm inançları, kalıpları sorgulamak, tartışmak ve kendi doğrusunu kendisinin bulmasında inat eden asi bir yapısı olması. Çocukluk yıllarında başlayan inadıyla okula gitmeyi bile reddediyor. Okulun hiç ilgisini çekmeyip olabilecek en kötü yer olduğu konusunda direniyor fakat tabii ki zorlanarak gidiyor. Fakat farklı olduğunu için hep dışlanan bir karakter oluyor. Hayatı boyunca dünya çapında din, politika, felsefe, psikoloji ve daha insanı ilgilendiren pek çok konuda her türlü köklü inançları, düşünce tarzını yorumlarıyla ve söylemleriyle kökten sarsarak dünyada birçok otoritenin dikkatini çekiyor ve tarihte sıradışı bir kişilik olarak yerini alıyor.
Kendisinin oldukça fazla kitabı var, birçok dile çevrilmiş, Türkçe dahil olmak üzere fakat şahsen ben henüz her kitabını okuyabilmiş değilim. Bazıları ağır geldi, bazıları bana hitap etmedi fakat özellikle bir iki kitabı var ki beni büyülü dünyasına alan, bana hayata bambaşka bir yerden baktıran. Seviyorum beni zorlayan, bana değişik noktalar gösteren insanları. Osho da bu insanların başında geliyor hayatımda.
Bu yazımda Osho’nun KORKU isimli kitabından bahsetmek istiyorum. Tam adı KORKU – Yaşamın Güvensizliklerini Anlamak ve Kabullenmek. Öyle seri bir şekilde okuyabildiğim bir kitap olmadı açıkçası, zamanımı aldı ama öyle noktalar var ki yazıya dökmek istedim beraber gözden geçirelim, düşünelim, üzerinde kafa yoralım diye. Ben biraz altına çize çize, not ala ala okurum kitapları. Daha bir aklıma girer ki bir de üzerine yazmak içselleştirme yolumda en büyük araçtır. O zaman dikkatimi çeken cümlelerin üzerinden geçmeye başlayalım; belki bazılarına bir iki yorum da biz ekleriz. Hazır mıyız?
- “İnsanlar en çok korkunun kendisinden korkarlar” (s:7)
- “İnsanların, ruhun ölümsüzlüğüne inanmalarının sebebi, bilmeleri değil, korkuyor olmalarıdır. Bir insan ne kadar korkaksa, ruhun ölümsüzlüğüne inanıyor olma olasılığı o kadar yüksektir; dindar olduğu için değil, sadece korkak olduğu için. Ruhun ölümsüzlüğüne olan inancın, dinle hiçbir ilgisi yok.” (s:11)
Açıkçası bu cümle beni sarsan cümlelerden bir tanesi oldu. Osho’ya yüzde yüz katıldığımı da söyleyemeyeceğim ama kafamda bir soru işareti de bırakmadı değil. Gerçekten asıl sebebimiz korku olabilir mi? Korkumuzdan bir şeylere tutunmaya çalışıyor olabilir miyiz?
- “En temel korku, ölüm korkusudur; diğer tüm korkular sadece temel korkuyu yansıtır.”
Küçükten büyüğe her korkunun temelinin ölüm korkusu olduğuna vurguluyor. Aslında yaşama içgüdümüze zarar veren herhangi bir şey bizde korku yaratıyor. Bu konuyu aldığım meditasyon eğitmenliği eğitiminde de konuştuğumuzu hatırlıyorum. İnsanların azimle başka gezegenlerde yaşam bulma çalışmaları gibi aslında tamamen bu dünya sona ererse insanoğlu devam ediyor olsun içgüdüsünden geldiğini bahsetmiştik. Ölüm korkusu bazlı yaşama devam etme içgüdüsü…
- “Yakından bak ve pek çok şeyin arkasında korkuya rastlayacaksın. Tüm davranışları, tüm inançları izle ve gerçeklere mi, tecrübelere mi, yoksa korkulara mı dayandığını öğren. Korkuya dayanan her şeyden vazgeçmelisin.” (s:16)
Bu cümle aklımın bir yerlerine kazınmış ki, üzerinden 1.5 sene geçmesine rağmen kendi yaşadığım durum içerisinde anlık bir aydınlanma yaşadım ki üzerine yazı yazmıştım.
- “Korkularından vazgeç; çocukluğunda o korkuları farkında olmadan üzerine aldın, şimdi bilinçli bir şekilde onları bırak ve olgunlaş.” (s:17)
Yanlış mı? Çocuklar daha özgür ve korkusuz değil midir? Biz büyükler değil miyiz onlara sürekli: “Aman düşeceksin, bak canın acır, bak yanar ayakların, ısırır seni sakın gitme” gibi uçsuz bucaksız korku yüklemeleri yapan durduk yere. Ben maalesef şahsen böyle büyüdüm. Muhtemelen bir çoğumuz gibi… Bir sürü korku öğretildi, yüklendi bana muhtemelen bana hiç ait bile olmayan. Sonuç: her şeyden çekinen, tedirgin olan korkak bir insan oldum hayatta! Böyle yaşamak inanın bana hiç kolay değil. Hayat kaliten 0 ve asla özgür değilsin!
Ebeveynler çocuklarını koruduklarını düşünürken aslında bir yandan ciddi bir zarar verdiklerini de farkında değiller maalesef. Ama iyi haber Osho’nun da dediği gibi bilinçli bir şekilde onları bırakabilirsin. En basit örnek şu ki benim 30 yaşıma kadar köpek fobim vardı. Korku değil bildiğin fobi! Birinin evine gidecekken ilk sorum evde bir köpeğin olup olmadığı olurdu ya da geçtiğim sokakta köpek var ise ilk işim yolum 20 dakika uzayacak olsa bile yolumu değiştirmek olurdu. Resmen özgür yaşadığını düşünüp aslında hapishanede yaşamak. Korkularımız bizim hapishanemizin kalın duvarlarını oluşturan. Enteresandır ki birkaç sene evvel defterime “köpek korkumu yenmek ve kaliteli yaşamak istiyorum” yazmışım bir gün. Farkında olmadan tohumları atmışım. Üzerinden iki sene geçmedi; nasıl oldu inanın benim de hiçbir fikrim yok ama sanırım meditasyonlarımın, farkındalıklarımın dönüşümümde ciddi bir etkisi oldu; kardeşlerim eve köpek alalım dediklerinde korkumdan dolayı bahçe köpeği bakıyorlardı tabii, bir anda ağzımdan “tamam evin içine alalım, yeneceğim ben bu işi” dedim. Köpeğimiz eve geldikten 15 gün içerisinde o cümleyi kurduğuma pişman olmadım değil! Ne süreçlerden geçtim! Elim kadar köpekten kaçtım evin içerisinde, bir akşam ben ne yapacağım diye ağladığımı bilirim. Ama ne oldu? Şu an hayattaki en sevdiğim varlık! Zamanla alıştım. Şimdi sokaktaki kocaman köpeklerin yanından geçerken aşırı rahatlığım hala arkadaşlarımı şok ediyor. Demek istediğim oluyor. Ben bile o yaşta fobimi yendiysem, hepimiz her şeyin üstesinden gelebiliriz. Gerçek bile değilmiş ki işte! Bana öğretilen bir korkuymuş sadece (babam çok korkardı ve onu görerek büyüdüm tabii). Ve şimdi ondan sıyrılmak nasıl bir özgürlük tahmin bile edemezsiniz… Bu tarz korkularınız varsa imkansız değil inanın! Ben bile yaptıysam… İstemek ama sanırım öncelikle bu durumdan bıkmak ve isyan etme noktasına gelmek gerekiyor. Her şey tam da o noktada başlıyor.
- “Bu var olan tek korkudur; zaman korkusu. Ölüm korkusu aynı zamanda zaman korkusudur, çünkü ölüm tüm zamanı durdurur.” (s:27)
Zamanın geçmesi demek, yaşamın geçmesi demektir. Korku artar. Batı’da korku daha büyüktür; neredeyse kronik bir hal almıştır. Doğu’da korku o kadar fazla değildir ve bunun sebebi, Doğu’daki insanların, yaşamın sonsuza dek devam ettiğine inanmalarıdır; ölüm son değildir; bu yaşam tek yaşam değildir; geçmişte binlerce yaşam oldu ve gelecekte de binlercesi olacak. Acele yok. Bu yüzden Doğu tembeldir! Telaşa gerek yok! Bu yüzden Doğu’da zaman bilinci yoktur- biri, ‘Saat beşte oradayım,’ der ve gelmez. Zamana karşı bir sorumluluk duygusu yoktur ve sen beklersin, beklersin ve en sonunda o dört, beş saat geç kalır, sana dönüp, ‘Geç kalmışsam ne olmuş? Ne olur ki?’ der. Batı perspektifinde zaman çok kısadır. Çünkü Hristiyanlık ve Yahudilik, tek bir yaşama inanır. Bu da kaygı yaratır. Tek bir yaşam en fazla yetmiş yıl; üçte biri uykuda gidiyor – altmış yıl yaşarsan, yirmi yıl uykuda gidiyor, geri kalan yirmi yıl eğitimde, falan filan; geriye kalan yirmi yıl da iş, meslek, evlilik ve boşanma. Yani gerçekten hesaplarsan, bir bakacaksın, yaşamaya zaman kalmamış! Ben ne zaman yaşayacağım? Korku, kalbini sarar ve hayat geçmektedir. Zaman, ellerinden kayıp gider ve ölüm her an biraz daha yaklaşır; her an kapıyı çalabilir. Ve zamanı geri getiremezsin, geri alamazsın. Gitti mi gider, sonsuza dek. (s:28)
- “Korku aslında henüz yaşamaya fırsat bulamamış olman ve zamanın geçmesidir.” (s:28)
Öyle değil mi? Seksen yaşındaki teyze, amcalardan bu tarz nasihatlar duyup durmuyor muyuz? Yapacak çok şeylerinin olup korkularından ya da “ilizyon zamansızlıktan” yapamadıklarından yakınmazlar mı? İstedikleri gibi yaşayamayıp ölecekleri için mutsuz değiller midir? Gerçekten yaşamak, yaşam içinde tüm benliğimizle var olmak! İşte bu acayip tatmin ve harika bir hayat olmaz mıydı?
- “Yaşa! Ve ölmenin cesaret gerektiren bir şey olduğunu düşünme. Cesaret gerektiren tek şey, doyasıya yaşamaktır, başka bir cesaret yok. Ölmek çok basit ve kolaydır.” (s:30)
Ah! Osho beni bu cümlesiyle çok etkiledi! Biz, insanoğlu deli gibi ölümden korkarken aslında ölüm değil de yaşamak değil mi gerçekten bizi zorlayan ve zor olan? Doyasıya yaşamak; her anı hakkını vere vere yaşamak?
- “Korku tamamen önlenemez, korku eğitilemez, korku sadece anlaşılır.” (s:35)
- “O yüzden korku eğitilmemeli, önlenmemelidir. Zaten önlenemez de. Çünkü korku, içinde bir tür enerji barındırır ve hiçbir enerji yok edilemez.” (s:35)
Bence hepimizin anlaması gereken nokta bu! Hepimiz korkularımı görmezden gelmeye ya da önlemeye, bastırmaya çalışıyoruz. Biz böyle yaptıkça ve onu sıkıştırdıkça, olduğu yerden daha da kuvvetli fışkırıyor. Ne yapacağımızı şaşırıyoruz o noktada biz de. Çaresiz hissediyoruz ve çıkış yolu bulamıyoruz bir türlü. Halbuki ‘Hayır bu çok saçma, ne korkusu?!’ diye inat edeceğimize kabullensek varlığını ve ‘Evet ben şu an bu durumdan çok korkuyorum!’ desek belki.. Kabul etsek varlığını… Kendiliğinden zayıflayarak bizi terk edecek.
- “Korkuyu anlamalısın. Korku nedir? Nasıl yükselir? Nereden gelir? Mesajı nedir? İyi bak – ve önyargısız; ancak o zaman anlayacaksın.” (s:36)
- “Korku gerçekliktir. Yüzleşmek, anlaşılmak zorundadır. Ve sadece anlayışla, dönüştürülebilir.” (s:37)
- “Korku, sahip olma arzusundan doğar; bir yan ürünüdür; sahip olmak istersin, o yüzden korku başlar. Eğer sahip olmak istemezsen, korku da olmaz.” (s:37)
- “Korku duyduğun her an, nereden geldiğine dikkat et, onu hangi arzunun yarattığına.” (s:37)
- “Sen çalışman gerekmese bile devam edersin. Herhangi bir işle meşgul olursun, aksi taktirde biri seni işaret edip sorar, ‘Ne yapıyorsun? Sadece var oluyorum’ diyecek cesaretin olmaz.” (s:56)
- “Kendilerine ve başkalarına, üstün olduklarını kanıtlamak için güç sahibi olmaya çalışan insanlar, en derin aşağılık kompleksi duyan insanlardır. Gerçekten üstün bir insan, gücü önemsemez. O üstünlüğünü bilir, üstünlüğünü yaşar.” (s:60)
- “Mutluluk, acı olmadan var olamaz. Eğer tamamen acısız bir yaşam istiyorsan, mutluluğun hiç olmadığı bir yaşam sürmek zorunda kalacaksın; ikisi birlikte, bir paket halinde gelir. Onlar aslında iki şey değil; tek şeydir. Farklı değil, ayrı değildir ve ayrılamazlar.” (s:68)
Hepimizin istediği bu değil mi? Çok mutlu olalım ama hiç üzülmeyelim, canımız yanmasın. Sanırım bu imkansız. En son hocam Ezgi Sorman ile yaptığım şifa seansında da bu konu gündeme geldi. ‘Herkesin böyle bir isteği var ama mümkün değil. İnsanlar acıyı hissetmekten kaçtıkları için aslında tam anlamıyla mutluluğu hissedemiyorlar. Saklanıyorlar korkudan. O zaman gerçekten yaşamış oluyor muyuz peki? Hakkını vere vere?’ Tabiki bu seçim meselesi. Ama sanırım ben Gamze olarak, o yoğun hisleri; coşkuyu, mutluluğu, aşkı sonuna kadar her hücremde hissetmeyi o kadar seviyorum ki acısına da razıyım. Yaşadığımı anlıyorum ben böyle! Hatta sohbetimize şunu da eklesi: “Bence sevgisizlik, sevginin bitmesi diye bir şey yok. Sevgiyi seçenler ve seçmeyenler var bu hayatta çünkü sevgi daima var, her an her yerde”. E o zaman hayat bizi cesaretle sevgiyi seçen insanlarla karşılaştırsın. Amin.
- “Ölüm ve yaşam, aynı enerjinin, aynı fenomenin iki kutbudur – med ve cezir, gün ve gece, yaz ve kış. Bunlar ayrı değil, zıt değil, karşıt değil, bunlar tamamlayıcıdır.” (s:73)
- “Ego yaşamaktan korkar ve ego ölmekten korkar. Yaşamaktan korkar çünkü yaşama dair gösterilen her çaba, atılan her adım, ölümü biraz daha yakınlaştırır. Yaşarsan, ölüme yaklaşıyorsun demektir. Ego ölmekten korkar, bu yüzden yaşamaktan da korkar. Ego sadece sürünür.” (s:75)
- “Egonun ölümü, senin ölümün değildir; egonun ölümü aslında yaşam olasılığındır.” (s:75)
- “Eğer düşmanından korkar ve kapıyı kilitlersen, dostunun da girmesini engellersin.” (s:83)
Osho burada yaşam ve ölümden bahsediyor aslında. Ölümden korkan insan, yaşamı da olduğu gibi yaşayamaz noktasını belirtiyor.
- “Bir sonuca vardığında akıl rahatlar. Bu yüzden bu kadar çok felsefe var. Tüm felsefeler, bir ihtiyacı karşılamak için var: akıl sorar ve akıl soruyla rahat etmez, huzursuzlaşır, soruyla kalmak, aklı rahatsız eder. Bir yanıt gerekir – yanlış bile olsa önemli değil; akıl rahatlar.” (s:90)
Şu an içinde bulunduğum duruma sürekli neden, niçin diye sorup kafa patlattığım ve beynimi yaktığım için kendi adıma diyebilirim ki gene ne kadar doğru bir şeye değinmiş yazar. İnsan nedenleri bilmek istiyor hep! Ben mesela anca herhangi bir durum ancak mantığıma yatınca sakinleşiyorum yoksa uff! En son Ezgi ile yaptığım seansta da ‘Gamze düşünmekten ve kendine sebep aramaktan beynini kirletmişsin, zihnin çok yorulmuş’ dedi. Evet aşırı yoruldum ama mantığım almıyor ve kafama oturmadıkça da üzerimden atamıyorum, ne yapayım! ‘Gamze bil ki bazı soruların cevapları yok. Kendi bilinç boyutumuzda belki de hiçbir zaman yanıtımız olmayacak. Bunu kabul et. Her şeye mantıklı bir açıklama bulamayacaksın. İnanç gibi’ diye sürdürdü konuşmasını. Tamam peki… Belki zamanla bu gerçeği kabul edip bırakabilirim.. Ama zamana ihtiyacım var.. Sizin de kendinize çılgınlar gibi sebep arayıp bulamadıkça o dipsiz kuyulara girdiğiniz olmadı mı sevgili okuyucu? Ah! Ne kadar zor!
- “Öyleyse bilmenin yolu nedir? Merak. Bırak, yüreğin merakla dans etsin. Merak et; merakla çarp, merakı içine çek, merakı dışarı bırak. Neden yanıt almak için bu acele? Bir gizemin gizem olarak kalmasına izin veremez misin? Onun gizem olarak kalmasına izin vermemek, onu bilgiye dönüştürmek için ortada büyük bir cazibe olduğunu biliyorum. Neden o cazibe var? Çünkü eğer bilgiye sahip olursan kontrol sende olacak. Gizem seni kontrol edecek, bilgi kontrolü sana verecek. Gizem sana sahip olacak. Sen gizemli olana sahip olamazsın; öyle büyüktür ve ellerin öyle küçüktür ki.” (s:94)
- “Aklın her merakı, her gizemi, her soruyu çözme telaşı, korkudandır. Korkuyoruz, yaşamın büyüklüğünden, bu inanılmaz var oluştan korkuyoruz.” (s:94)
- “Merakın inanılmaz derecede değerli kapasitesini sorulara indirgeyenler sadece korkaklardır. Gerçekten cesur, cesaretli insan, onu olduğu gibi bırakır. Onu bir soruya dönüştürmek yerine, gizemin içine dalar.” (s:94)
Sağol Osho’cuğum beni ezip geçtiğin için! İşin kötüsü o kadar haklı ki aslında! Bırakamıyoruz! Bırakmayı bilmiyoruz! Çünkü bırakmak, kontrolü vermek demek. Ve kontrolü verdiğimizdeki o bilinmezlikten çok korkuyoruz… Bilinmezlik, insanoğlunun tüylerini ürperten en büyük şey değil mi? Ama belki de Osho’nun dediği gibi bıraksak bir şeyleri bilinmezliğe, gizeme; bambaşka deneyimlere, hislere kucak açıyor olacağız. Biz insanoğlu ne korkağız ama! Elimizden geldiğince cesareti seçmek dileğiyle o zaman hayatımız boyu…
- “Varoluş beni gerçekten korur mu? Yine korku, garanti istiyor, söz istiyor.” (s:96)
Tam da bu nokta Tanrı’ya güvenme ve ona kendini teslim etme noktası bence. Bu konuyu yazılarımda birkaç defa daha dillendirmişliğim vardır. Tanrı’ya inanıyoruz birçoğumuz fakat güveniyor muyuz? Bence kendimize sormamız gereken en büyük soru budur. Güveniyorsak neden bir işin ucunu elimizden gelen her şeyi yapmamıza rağmen bırakamıyoruz? Neden sıkı sıkı tutma çabamız? Güveniyorsak eğer, bilmiyor muyuz zaten onun bizim için en güzelini bize vereceğini..? Haydi bakalım biraz da buradan düşünün şimdi de..
- “Ölüm korkusu yüzünden güven isteriz, banka hesabı isteriz, sigorta, evlilik, düzgün bir yaşam, bir yuva isteriz.” (s:114)
- “Güven, önce kendine güvendiğin taktirde mümkündür. En temel şeyin, önce senin içinde olması gerekir. Eğer kendine güvenirsen insanlara güvenebilirsin, var oluşa güvenebilirsin. Eğer kendine güvenmezsen, başka bir şeye güvenmen mümkün değildir. Ve herkes korkar, az ya da çok. Bu yüzden insanlar, başkalarının yakınlaşmasına izin vermezler; bu yüzden sevgiden insanlar sevgiden kaçarlar. Bazen sevgi adına, sevgiden kaçmaya devam ederler.” (s:129)
- “Kendinden korkuyorsan, ancak o zaman başka insanlardan da korkarsın. Kendini seviyorsan, başkalarını da seversin. Kendinden nefret ediyorsan, başkalarından da nefret edersin. Başkalarıyla olan bir ilişkide, sadece sen varsın – aynada. Karşı taraf sadece bir aynadır.” (s:135)
Bu konuyu iyi düşün, iyi gözlemle, iyi analiz et. Dikkat et bak sürekli birilerini eleştiren insanlar aslında kendisini çok yargılayan insanlardır. Sürekli oldukları yerden memnuniyetsiz insanlar, kendisiyle tatmin olamayan insanlardır. Dikkatli bak, göreceksin.
- “Eğer kendini sevmezsen – ve sana en yakın sensin – o zaman bir başkasını nasıl sevebilirsin? Kimse kendini sevmez, yine de başkalarını sevmeye çalışır. O zaman sevgin, gizli bir düşmanlık maskesinden başka bir şey değildir. Sana kendini sevmeni söylüyorum, çünkü sevgi senin içinde var olursa, ancak o zaman başkalarına yayabilirsin.” (s:136)
- “Onlar seni mahkum etti, çünkü eğer mahkumiyet yerine kabul edilirsen – sevilirsen, takdir edilirsen ve heryerden sana senin iyi biri olduğun söylenirse – o zaman seni kontrol etmek zorlaşacak. Tamamen iyi olan bir insanı nasıl kontrol edebilirler? Sorun çıkmaz. Onlar – din adamları, politikacılar, aileler – senin iyi olmadığını söylemeye devam ederler. Sana, iyi olmadığın hissini aşıladıklarında, sıra diktatörlüğe gelir; şimdi sana ilkeyi öğretmeliler: ‘Sen bu şekilde davranmalısın.’ Önce sana yanlış olduğun hissini verir, sonra da nasıl doğru olacağına dair yönlendirmeler sunarlar. Kendini olduğun gibi kabul et, çünkü olabileceğin tek yol bu. Tüm dünyanın, senden olmanı istediği kişi bu.” (s:138)
Üzerine denecek hiçbir şey bulamıyorum bile. Daha fazla katılamazdım bu söyleme. Okuduğumda yaşadığım aydınlanma paha biçilemezdi.
- “…Bu tıpkı şöyle: ev karanlık ve ben ışıktan bahsederim. Sen, ‘Işıktan bahsetmeye devam ediyorsun. Karanlıktan bahsedersen daha iyi olur, çünkü sorunumuz karanlık. Ev karanlık. Sorunumuz ışık değil.’ dersin. Ama ne söylediğinin farkında mısın? Eğer sorun karanlıksa, karanlıktan söz etmenin yardımı olmaz. Onu dışarı atamazsın, kovamazsın, kapatamazsın. Karanlık yokluktur. Direkt olarak onunla ilgili bir şey yapılamaz. Eğer bir şey yapmak zorundaysan, ışıkla ilgili bir şey yapmalısın, karanlıkla değil. Işığa daha çok dikkat et – ışığı nasıl bulacağına, ışığı nasıl yaratacağına, evin içinde bir mum yakmaya odaklan. Aniden karanlık kalmayacaktır.” (s:143)
- “Korkunun geldiği yer benliğinde değildir. İzle, analiz et, derinliklerine in ve bunu sana kimin öğrettiğini keşfettiğinde şaşırabilirsin.” (s:150)
- “Geceleri bazen, bahçede uzanıp toprağın içinde kaybol. Yıldızlara bak – sadece bak. Yıldızların, takımyıldızlarının isimleri düşünmeye başlama. Yıldızlar hakkında her şeyi unut, tüm bilgini bir kenara koy, sadece yıldızları gör.” (s:156)
İşte Osho’nun burada bahsettiği şey tam da an’da kalmak ve an’da kaybolurken meditatif hale geçmek aslında. Doğduğun günden itibaren sana yüklenen tüm bilgileri bir kenara bırak ve sadece varol diyor. İsim, şekil, zaman; hiçbir şey düşünmeden sadece yıldızlara bakmak. Kaçımız yapmıştır acaba bunu merak ediyorum?
- “Korku insanları, ölümden önce öldürür.” (s:158)
Korku üzerine kurulmuş bir hayatımız var ise ne kadar özgür yaşıyor olabiliriz sizce? Ya da ne kadar kaliteli bir yaşamımız vardır? Ne kadar gerçek benliğimizle, sadece içimizden geldiği gibi hareket ediyoruzdur? Ne kadar inançlarımızın, düşüncelerimizin yani kendimizin arkasında sapasağlam duruyoruzdur? Hazırsanız eğer, bu sorular sizi bekler…
- “Sadece ölü bir şeyde korku yoktur.” (s:159)
Korkudan ne kadar hoşlanmasak da aslında korku da yaşama dahildir. En azından sevgi kadar doğaldır, normaldir; insani bir duygudur. Osho’nun kitabın başından beri özellikle belirttiği tek bir şey var: korku var, korku olacak, onu yok edemezsin, onu görebilirsin, onu kabul edebilirsin ve ancak onun seni engellememesine izin vermek senin elinde olur; yok etmek değil.
- “Korku çözülebilir, ama ondan kurtulmak için acele etme; yoksa bastırırsın. Sabırlı ol, izle, anlamaya çalış. Senin bir parçan olduğunu kabul et. Sana yapışan çirkin bir şey olduğunu düşünme – bu onu reddetmektir ve reddetmenin faydası olmaz. O sadece senin bir parçan. Sevgi nasıl bir parçansa, korku da öyle. Öfkenin bir parçan olması gibi, o da senin bir parçan. Hiçbir duyguyu reddetme, çünkü tüm o duygular seni oluşturur ve hepsi gereklidir. Elbette tek bir duygu, takıntıya dönüşmemeli; senin içinde hep bir orkestra olmalılar, ölçülü kalmalılar.” (s:159)
Çok açık ve net aslında. Tek değinmek istediğim son cümle aslında. Her bir duygunun olması gerektiği ve içimizde ölçülü bir şekilde hep bir orkestra gibi kalmaları. Ne harika bir benzetme değil mi? Düzenli meditasyon ve yoga pratiklerimin bana kattığı en büyük şeylerin başında artan farkındalıklarım geliyor; her fırsatta belirttiğim gibi. Şu an aslında hayatımda pek de tatlı diye adlandıramayacağım süreçlerden bir tanesindeyim. Fakat öyle enteresan bir şekilde deneyimliyorum ki bu defa; şaşırıyorum. Kendimi, hissettiklerimi uzaktan üçüncü bir göz gibi izlemek gerçekten insana tuhaf geliyor zaman zaman. Bir bakıyorum çok üzgünüm, azıcık zaman geçiyor dalmışım kahkahalarla gülüyorum, bir an sonra var olan hayal kırıklığının içinde kaybolmuş olduğumu fark ediyorum. Ve tüm bunları farkında, bilerek yaşamak inanın çok acayip! Hayat çok tuhaf dedirtiyor insana. Osho çok güzel demiş; her duygu içimizde orkestra gibi, hepsinden var. Ölçülü olsun yeter.
- “Beden, her zaman şimdiki zamandadır ve akıl hiçbir zaman şimdiki zamanda değildir, hiçbir zaman; bu yüzden kaygı ve insanın ikiye bölündüğü hissi oluşur. Akıl, geleceğe yönelir ve beden buradadır. Sonra akıl, sanki beden uyuşuk, yavaş, geride kalıyormuş gibi, bedeni küçümsemeye başlar. Beden sadece buradadır, uyuşuk değil. Ve aklın bir şeyi öğrenmesi gerekir – bedene dönmeyi.” (s:161)
- “Korku varsa ve sen onunla ilgili bir şey yapmaya başlarsan, yeni bir korku başlar; korku korkusu; her şey daha da karışır. O yüzden korku varsa, kabul et. Onunla ilgili hiçbir şey yapma, çünkü ‘yapmanın’ yardımı olmaz. Senin korkudan yapacağın herhangi bir şey, daha çok korkuya neden olur; karmaşa ile yapacağın herhangi bir şey, daha çok karmaşa yaratır. Hiçbir şey yapma! Korku varsa, korkunun orada olduğunu bil ve kabul et.” (s:165)
Kaybetme korkusu, ölüm korkusu, canın acıyacak olma korkusu; bin bir çeşit korku var. Ve biz bir tanesini duyumsadığımızda hemen panik oluruz. Hemen yok olması için çeşitli aksiyonlar almaya başlarız. Halbuki Osho diyor ki hiçbir şey yapma. Sadece kabul et ve hiçbir şey yapma. O anlarda tek düşünebildiğimiz o korkudan uzaklaşmak adına aklımıza ne geliyorsa yapmak fakat her aksiyon beklide o içteki korkuyu daha da kuvvetlendiriyordur. Durmaktır belki de onu yollamanın yolu…
- “Korkuyorsan korkuyorsun – neden bunu sorun edesin ki?” (s:166)
Ben bunu çok sevdim! O kadar doğal bakıyor ki korkuya, ne olmuş yani tadında biraz bakış açısı. Korkarsın sonra da geçer ne olacak ki gibi. Beni baya rahatlatmıştı bu cümle; bu kadar rahat ve olağan bakılması bu duruma. Size nasıl geldi?
- “Acıyı kabul et ve üzerinden geç; ondan kaçma. Acı oradadır; onunla yüzleş, içinden geç. Korku orada olacak; kabul et. Titreyeceksin; öyleyse titre! Neden titremiyormuş gibi, korkmuyormuş gibi davranasın? Korkaksan kabul et. Herkes korkaktır. Senin cesur dediğin insanlar, sadece öyle davranırlar.” (s:167)
Ve her şeyi kabul etmek, olağan görmek, zaman tanımak, kabullenmek, hatta rahat rahat korkudan titremek: YAŞASIN ÖZGÜRLÜK! Hatta şöyle bir örnek de veriyor: bir çocuk gece karanlıktan korkuyorsa bırak korkudan ağlasın! Kendisi görsün ki hiçbir şey yok ve korku geçsin. Sen onu avutup bunu kendisinin tecrübe etmesini engelleme diyor. Çocuğum olduğunda denemek istediğim bir bakış açısı olacak kesinlikle bu.
- “Neşe tüm korkuların panzehiridir. Yaşamın keyfini çıkartmazsan korku başlar. Yaşamın keyfini çıkartırsan korku kaybolur.” (s:170)
Ve aşağıdaki son iki alıntının altını özellikle çizmek isterim:
- “Dünyada her zaman harika şeylerin olmasını bekleyerek bir sürü şey kaçıran tonla insan var. Olmaz. Sadece küçük şeyler olur; yemek yiyerek, kahvaltı ederek, yürüyüşe çıkarak, duş yaparak, bir arkadaşla konuşarak, sadece yalnız başına oturup gökyüzüne bakarak ya da yatakta uzanıp hiçbir şey yapmayarak. Bu küçük şeyler, yaşamı oluşturur. Bunlar, yaşamın içindedir. O yüzden her şeyi neşeyle yap ve her şey bir duaya dönüşsün.” (s:171)
- “Her sabah, büyük bir karar, bir kesinlik, bir netlik, kendine, bugününün harika bir gün olacağına ve onu doyasıya yaşayacağına dair verdiğin bir sözle uyan. Ve her gece yatağa uzandığında, bugün ne kadar harika şeylerin olduğunu hatırla. Sadece hatırlamak, onların yarın tekrar gelmesine yardımcı olur. Sadece hatırla ve bugün olan güzellikleri hatırlayarak uykuya dal.” (s:172)
Evet sevgili okuyucu, beraber baya bir kitabın üzerinden geçmiş olduk. Güzel de oldu bence. Fakat benim size nacizane tavsiyem kendinizin de bu kitabı alıp okumanızdır çünkü konuştuklarımız dışında belki bambaşka şeyler dikkatinizi çekecek, keşfedeceksiniz siz de. Bence aynı kitap her okunduğunda bile bambaşka bir kitaba dönüşüyor çünkü biz her an değişiyoruz. Biz değiştikçe dikkatimizi çeken şeyler, kendimize aldığımız şeyler çok değişiyor. Bence Korku, ara ara ele alınıp üstünden geçilip kendimize hatırlatmalar yapmamız gereken bir kitap.
Nice yeni dünyalara…
Teşekkürler Osho!
İlginizi çekebilir: Niyetin, istemenin ve sonra onu evrene teslim etmenin kuvveti