Şimdiye kadar ne olduğumuz, neyi nasıl şekillendirdiğimiz, dünyaya nasıl baktığımıza dair, yani; kendi bakış açımız ve dönüştürdüklerimizi kullanmayı öğrendiğimiz özelliklerimizle, içsel zenginliğimizi tanıma fırsatı yakaladık, bunu deneyimleme fırsatı…
Sanki bundan sonra, en azından uzunca bir süre kendi gönlümüzün, içsel birikimimizin ekmeğini yiyeceğiz. Hayat bize, kendi ayaklarımızın üzerinde, kendi enerjimizle, kendi birikimimiz ile iki ayak üzerinde, dengede yürümeyi deneyimletiyor gibi.
Alışıncaya kadar bisikletin arka selesinden bizi destekleyenler ellerini seleden çektiler.
Bu yalnızlık, desteksizlik gibi duyulmasın, bu kendi sorumluluğunu alıp iradesini yaşam için kullanabilenler olma yolundaki adımları temsil ediyor benim için.
Büyüme halinin adımları.
Kendi yapabileceğin, değiştirebileceğin şeyler için ne tanrıdan ne de diğer insanlardan bir şey beklemeyen, kurtarıcının insanın kendi eylemlerinden çıkacağının haberi.
Öyle ki, bazen kendi tembelliğimiz, korku dolu senaryolarımız bizi olduğumuz yere hapsetti. Kıpırdamadan kendi halimize ağlayıp, diğerlerinin ve tanrının bize yardımı için yakardık. Kendine acımanın ve gücünü görmezden gelmenin en basit göstergesi bu.
Ne kadar kendi gücünü almak isteyenler olduğumuzu söylesek de, bunun için gerçek eylemlerde bulunmadık çoğu zaman, konfor alanlarımızda kendimize acımayı tercih ettik, hem de güzelce süslenmiş bahanelerin yatağında…
Çünkü güç, sorumluluk almayı gerektirir. Gücünü aldığın zaman, eski tembelliğine, minik oyunlarına geri dönemez, acındırdığın hallerin ile diğerlerini kendine hizmete sürükleyemezsin. Yapabileceğini yapmaya muktedirsindir ve bu görünür haldedir. Saklanacak yerin kalmaz.
Bu, özgürlüğü ve ilerlemeyi kendine hedef edinmiş için iyi bir haber, kaçmayı ve konfor alanında saklanmayı tercih eden için can sıkıcı bir haberdir.
İşte zaman bu zaman.
Gözyaşlarını silip, kendi göbek bağını kendi kesen olma zamanı.
Bu bana Hacı Bektaş-ı Veli’nin ölüm hikayesini anımsattı, hikayede der ki;
“Hacı Bektaş-ı Veli Hakk’a ruhunu teslim edince, cenaze hazırlıkları başlar. Rum ülkesinde bulunan tüm gönülden sevenleri, atlı ve yaya olarak gelirler. Çile Dağı tarafından, donu yeşil, elinde yeşil sancak ve yüzü örtülü bir boz atlı gelir. O boz atlı meçhul kişi, meftayı eliyle yur, yıkar, cenazesini kendi eliyle kefenleyip mezara koyar. Boz atlı uzaklaşıp giderken, Saru İsmail kim olduğunu görmek ister. Yüzündeki örtü açılınca, boz atlının Hacı Bektaş-ı Veli olduğunu görür. Saru İsmail’e ‘Er odur ki, ölmeden önce ölür ve kendi bedenini yıkar. Buna ermeye çalış’ diyerek gözden uzaklaşır.”
Sorumluluğunu alıp, kendine ve diğerlerine oynadığın küçük oyunları bırakmak hiç de zor değil, basitçe bir karar ve gerçek bir hareket ile oturduğun yerden kalkıp yaşama katılabilirsin.
Ertelemeden, şikayet etmeden, kendi hislerinden kaçmadan, gerçeği olduğu gibi kabul ederek ve tam bir dürüstlükle.
Çünkü güvendesin, saklanmanı, kaçmanı gerektirecek hiçbir şey yok!
Yaşam senin ve tek. İstediğin gibi yaşa ama sen yaşa, sen gibi yaşa.
Aşk olsun.
İlginizi çekebilir: Karanlıktan öğrenecekleriniz var: Aydınlığa giden yol içinizdeki karanlıktan geçiyor