Doğumumdan beri insanların arasında yaşıyorum. Son birkaç senedir ise içlerinde…
Eskiden hayattaki korkularımın sadece bana ait olduklarını, benden başka kimsenin böyle hissetmediği kanısındaydım. Korkmayan insanların dünyayı yönetebileceklerinden emindim, ki bu muhtemelen öyleydi ve bu tabii ki doğuştan gelen bir yetenekti. Onlar tanrı tarafından karıştırılıp, yoğurulurken cesaretle harmanlanmışlardı.
Bense babanemin perili köşke benzeyen evinden, aklımın ucundaki seslerden ve en çok da bana zarar verebilecek şeylerden korkardım.
Korkularım zamanla bir illüzyondan çıkıp çok daha gerçekçi bir hal almaya başladılar. Onları yaratan da bendim, onlardan korkan da. Kısacası karanlıkta saklanıp kendime “bööö yapıyor” sonra da kendi kendime korkudan ölüyordum. Nitekim korkularım büyüdükçe karakterimi de sabote etmeye başladılar. Artık korkmamak için risk alamaz oldum, korkmamak için içimdeki gücü duymamaya başlamıştım. İçimde fırtınalar koparan olduğum insan için dikkat çekmek istemiyordum, bana verilen etiketlere boyun eğmem gerekiyordu.
İşte etiketler aynen böyledir. Korkular gibi. Hepimizde var sanırız ancak hiç birimizde gerçekten yoktur. Etiketler öylesine oluşmazlar, onları korkular oluşturur. Ve toplumu kontrol edenler bizleri manipüle edebilmek için korkmamızı isterler, bizi birbirimizden farklı gösterip bölünmemizi isterler. İşte bu etiketler de insanları aynen bu şekilde birbirinden ayırır. Daha şişman, daha başarısız, daha çekik gözlü, daha muhafazakar, daha cüretkar, daha Alevi, daha eşcinsel… Oysa etiketleri çıkardığımızda hepimiz aynıyız. Beyaz yaka mavi yaka farketmeksizin hepimizin ulaşmaya can attığı hedefleri var. Avrupalı Afrikalı farketmeksizin hepimizin yataktan çıkmak istemediği kötü günleri var. Zengin fakir farketmeksizin hepimizin hastalıklara yakalanma ve onların üstesinden gelme hakkı var. Kısacası hesabı kapatırken hepimizin sahip olduğu yalnızca tek bir canı var.
Olduğunuz yerdeki insanlara bir bakın. Neler görüyorsunuz? Farklılıklar mı?
Şimdi bir de bir çocuk bahçesine bakın. Onların nasıl dinlerine, dillerine, etnik kökenlerine, kıyafetlerine, sahip oldukları Barbie bebeklere ya da ailelerinin kredi kartı limitlerine göre birbirlerini farklılaştırmadıklarını anlayın.
Onları değiştiren bizleriz. Onları etiketlemeye, etiketlenmeye sürükleyen biziz. Bizim korkularımız. Bizim geçmişimiz. Bizim affedemediklerimiz.
Lütfen anlayın, bu zinciri kırmadıkça, yeni bir döngü başlatmadıkça savaşlar, sınırlar, nefret ve kin olmaya devam edecek. Bizi kullanmaya devam edecekler. Olmak istediğimiz insanı, yaşamak istediğimiz toplumu bizden almaya devam edecekler.
Bunu anladıktan sonra, şimdi usulca insanlara baktığımda etiketlerini değil; kusursuz farklılıklarını görüyorum. Heyecan içinde iş görüşmesini beklerken titreyen bacaklarını, bebekleri doğduğunda mutluluktan akan göz yaşlarını ve herşeye rağmen ayağa kalkarak tekrar aşık olmalarını görüyorum. Aynı benimkilere benzeyen sarılmış yaralarını, iz bırakmış kalp ve hayal kırıklıklarını… Ve onları anlıyorum, onlarda kendimi buluyorum. Çünkü onlar neyse “ben” de oyum. Ben neysem onlarda ben. Biraz daha siyahi, biraz daha mertebeli, biraz daha kıvırcık saçlı, ancak en az benim kadar cesur onlar.
Artık kabul ettikleri kadar onların içinde olmak istiyorum. Üfledikleri her mumda tuttukları dileklerinin kabul olmasını, her terk edilişlerinde tekrar ayağa kalkmalarını ve her zaman korkmaktan asla korkmayan kahramanlar olarak yaşamaya devam etmelerini umuyorum.
Çünkü beraber yaşayabilmemizin tek yolu bu, sonunda sadece biz kazanacağız.