Son zamanlarda bu kelimeye takıldım: “kıymet”. Aslında ne kadar zarif, hoş bir kelime değil mi? Ne yumuşak duygular uyandırıyor insan duyduğunda.
Bu kelime aklıma nereden geldi diye düşündüğümde, üç hafta evvel çok samimi bir arkadaşımla yaptığımız sohbetten bir kesit geliyor: “Kıymetimi bilmiyor…” Hepimizin en büyük şikayetlerinden bir tanesi değil mi bu? Değerimizin görülmemesi, kıymetimizin bilinmemesi… Bizim karşımızdakiler için her şeyi yapmamız ama bir değer bile verilmemesi… Küçüklüğümüzden beri büyüklerimizden duyduğumuz aynı ezber cümleler: “Kendi değerini bil.”
Duydukça bilinçaltımızda bir yerlerde yer edinen ama tam olarak nasıl olacağını bilemediğimiz bir kavram kıymet. Herkes bize bu cümleleri ezberletiyor ama kimse bize nasıl olacağını söylemiyor. Yer yön gösterenimiz pek yok. Çoğumuz yaşadıklarımızla, geçtiğimiz acılardan sonra keşfediyoruz ne demek olduğunu. Ve pek de rahat öğrenmiş olmuyoruz. Öğrenmemiz harika fakat bütün o yaşadıklarımız da yara izi gibi kalıyor hayatlarımızda. Gerçi o izler bir şeyleri öğrendiğimizin işareti belki de ama illa da gerek var mı diye sorgulamadan edemiyorum. Evet, bazen kesinlikle var kabul ediyorum. Bazen ne kadar bize anlatılsa da anlamamız için kendimizin tecrübe edip keşfetmesi gerekiyor. Ama bazen de illa da bu yoldan öğrenmek gerekmiyor sanki.
Ben bugün kıymet konusuna değinmek istiyorum. “Nasıl?” sorusunun bir parçasına cevap olabilmek temennim.
Her zamanki gibi her şey önce kendimizden başlıyor ya hani. Evet, bu konu da aynı şekilde başlıyor. “İlk önce kendinize değer verin” denip duruyor. O zaman şuradan başlayalım: Bizim bu hayatta var olmamızı sağlayan araçlardan bir tanesi bedenimiz değil mi? Bu hayatı deneyimleyebilmemiz için en büyük araç beden. Beynimiz, kalbimiz, organlarımız vb. Peki onlar bizim hayatta sağlıkla var olabilmemiz için ellerinden geleni yaparken biz onlara nasıl bakıyoruz? Kıymetlerini biliyor muyuz? Yaptıklarının farkında mıyız? Her bir adım attığımızda aynı anda kaç yüz tane kas çalışıyor bizim adım atabilmemiz için biliyor musunuz? Ya da bir lokmayı çiğnerken dişler dışında neler aynı anda devrede. Ben kendi adıma her sabah, her yürüyüş yaptığımda bütün organlarıma bana sağlıkla eşlik ettikleri için teşekkürlerimi sunuyorum. Bunu yapmam iyi, hoş evet ama gerçekten öyle de davranıyor muyum? Mesela canım çok sıkıldığında kendimi kaybederek yediğim çikolata, cipsler mideme iyi mi geliyor? Ona iyi mi bakmış oluyorum? Zavallım dayanabileceği son noktaya kadar dayanıp sonunda: “Lütfen artık canım acıyor.” der gibi mide ağrılarıyla beni uyarmaya çalışırken. İçki tüketimine karşı değilim ama bedenimize fazlasının iyi gelmediği bir gerçek. Çok fazla tüketim halinde beynimize, hücrelerimize hassas davranmış oluyor muyuz? Ya da sigara zehrini vücudumuza sokarken ciğerlerimize kendini tertemiz var etmesi için olanak sağlamış oluyor muyuz? Ya stres üzerine stresle sıkıştırdığımız ve yük bindirdiğimiz kalbimiz? Bu sorularla en çok kendimi sorguluyorum merak etmeyin. Ben de işin bu tarafını şu an “görmeye” başlıyorum.
Her şeyden evvel biz kendi bedenimizin kıymetini biliyor muyuz? Kıymet kelimesinin hakkını veriyor muyuz? Belki şimdi bazılarımız diyecek ki: “Ama benim bahsettiğim şey bu değil.” Yok hayır bahsettiğimiz şey tam olarak bu aslında. Çünkü her şey tam olarak buradan başlıyor: kendimizden.
Bedenden çıkıp yaşam tarzlarımıza bakalım şimdi de. Burada sanırım örnek üzerinden gitmek daha anlaşılır olacak. Hayatımızda çok sıradan kesitlerde bile mevcut aslında bu durum. Mesela güneşte durmayı, güneşlenmeyi, güneşten beslenmeyi çok seven bir yapımız olsun. Hayatımıza bir gün biri gelsin ve güneşlenmeyi hiç sevmiyor olsun. Sevgi adı altında kendimizi es geçerek artık güneşin altında zaman geçirmeyi bırakmıyor muyuz birçoğumuz? Mutlu etmek adı altında artık yok saymıyor muyuz kendimizi? E ne oldu şimdi?
Ya da yürüyüşü seven bir insan olalım bu sefer de. Her gün yürümek, ter atmak bize çok iyi geliyor adeta canlandırıyor. Sonra hayatımıza biri geliyor ve hoşlanmıyor bu durumdan. Ona yatıp film izlemek daha cazip geliyor. Biz de yine sevgi ve mutluluk adı altında yürüyüşlerimizi bırakıp film izlemeye yöneliyoruz. E yine ne oldu? Kendi sevdiğimiz şeyler nereye gitti? Bize iyi gelen şeyleri nereye attık öyle hemen düşünmeden? Kendimizi nerede sahiplenmiş olduk? Kendi mutluluğumuzu oluşturan durumların değerini bilip sahiplendik mi? Biz bunları kendimiz için yapmıyorken karşımızdaki bizim için niçin yapsın hiç düşündünüz mü?
Biz kendimizin kıymetini; bedenimizin, zevk aldığımız seçimlerimizin, bizi biz yapan şeylerin kıymetini bilmezken, kendimize kıymet göstermezken başkalarının göstermemesinden dolayı şikâyetimiz neden?
Günün sonunda şunu demek istiyorum: insanın kendi kıymetini bilmesi kimseden beklemeden kendisine yediğiyle, içtiğiyle, okuduğuyla, izlediği ve dinlediğiyle kendisine fayda sağlayan seçimler yapması; insanın kendi kıymetini bilmesi, hayattan keyif almasını sağlayan her şeyin sınırsızca üzerine gitmesi; insanın kendi kıymetini bilmesi sevgi adı altında asıl kendisini memnun etme aşkından vazgeçmemesi ve insanın kendi kıymetini bilmesi kendisini her olduğu haliyle kabul edip sahiplenmesidir.